19 Mart 2013 Salı

SAVAGES: "SOKAKTA OLANI SAHNEYE YANSITMAK İSTİYORUZ"


By on 23:37:00

19.03.2013

Geçen hafta SXSW sırasında binlerce grup arasında en çok röportaj yapmayı istediğim isimdi Savages. Post-punk’ın tam hakkını veren soundları, 2011‘de kurulduklarından bu yana dikkatimi çekmişti. Geçen yıl Londra’da Electrowerkz adlı mekanda ilk kez canlı izledikten sonra ilgim daha çok arttı. Yayınladıkları ilk EP’de yer alan “Flying to Berlin” ve “Husbands” adlı şarkılarını severek dinliyordum ama o konserde müziklerini son derece etkili bir şekilde icra ettiklerine tanık oldum. Vokalist Jehnny Beth’in sesine ve beden diline yansıyan öfkesi, bas gitarist Ayse Hassan ve gitarist Gemma Thompson’ın kulağı derhal yakalayan tınıları ve davulcu Fay Milton’ın cüretkar vuruşları, onları kısa sürede Londra’nın canlı performansı en iyi olan yeni grubu haline getirdi.

Bir yıl boyunca verdikleri konserlerle adları iyice yayıldı. New York’ta CMJ müzik maratonundaki performansları çok beğenilince, Savages Amerika’yı da ele geçirmeye başladı. Geçen yılın sonunda ise, BBC Sound of 2013 adayları arasında gösterildiler. Bu yıl ilk kez katıldıkları SXSW kapsamında üç konser verdiler. Ben Brooklyn Vegan’ın şovundaki konserlerini dinledim ve onun ertesinde grupla bir otelde buluştum. Röportaj sırasında dört üye de vardı ama en çok konuşan Jehnny Beth oldu, Gemma Thompson, sessiz duruyor ama içlerinde en entelektüel olanı o. Sahnede de Jehnny kalabalığı bakışları ve karizmasıyla etkisi altına alırken, o başı önünde sakince gitarını çalıyor. 

Ayse Hassan, röportaja başlamadan önce sadece 14 yaşındayken İstanbul’a geldiğini, bakıcısının Türk olduğunu söyledi, onun dışında röportaj sırasında sözü diğerlerine bıraktı. Her grupta öne çıkanlar oluyor; onlar Savages için Jehnny Beth ve ne kadar sessiz kalsa da Gemma Thompson.

Sahnede uzak ve çok ciddi görünüyorlar ama konuşurken hepsi çok rahat insanlar. Otel lobisinde röportajı yaparken bir görevli gelip benim ve Jehnny Beth’in oturduğu sandalyelerin restorana ait olduğunu, dolayısıyla onları alması gerektiğini söyleyince ikimiz de halının üzerine oturduk, söyleşimiz o şekilde devam etti. 

Aşağıda okuyacağınız röportajdan sonra bu kez New York’un ünlü konser mekanlarından Bowery Ballroom’da gördüm grubu. Tamamen doluydu salon. Belli ki grubun New York’taki dinleyici kitlesi genişlemiş. Yeni albümlerinden şarkıları da çaldıkları konser toplam bir saat sürdü ve ısrarlı alkışlara rağmen bis yapmadılar. 

Şu anda benim en sevdiğim yeni grupsunuz. Geçen yıl Londra’da Electrowerkz’de ilk kez canlı dinledim sizi. Muhteşem bir performanstı. İki gün önce de burada Austin”de ikinci kez izledim. Bu defa açık havada ve öğleden sonra aydınlıkta çaldınız. Müziğinizin karakteri kapalı ve karanlık ortamlara uygun ama yine çok iyi bir konserdi. Canlı performanslarınızın etkisi çok yüksek. Bunun sırrı ne? Sizi sahnede ateşleyen temel etken ne?

Jehnny Beth (JB): Konsere hazırlanma tutkusu. Mesela Austin bizim için çok yıpratıcı oldu. Çünkü biz her zaman konserlerin iyi olması için çalışıyoruz. Electrowerkz’deki konseri izlemişsiniz. Orada yaşadığınız deneyimin iyi olması için başından sonuna kadar her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşündük, üzerinde çalıştık. Çıkacağımız sahneyi tanımak, ona göre hazırlığımızı yapmamız gerekli. Bütün bunları düşünüp sindirmek için zamana ihtiyacımız oluyor, uygulamada birçok ayrıntının üzerinde kafa yoruyoruz. Konsere kaç kişi geliyor, kim geliyor her konserde sorarız. Bu yolla canlı performanslardan sıkılmaktan da kurtuluyoruz. Son anda bize gösterilen bir sahneye çıkıp sarhoş bir halde müziğimizi çalıp gitmek yerine bu yöntemi tercih ediyoruz. Ayrıca çok açık ki punk etkisi var müziğimizde. Yaptığımız her şey kendi kontrolümüz altında olsun istiyoruz.

Fay Milton (FM): Bence her dinleyici iyi bir konseri hak eder. Yüzde yüz enerjimizi yansıtmalıyız her şov için. Herkes o kadar çok saçmalığa maruz kalıyor ki, biz onlardan uzak olmayı istiyoruz. İnsanların hiç ilginç olmayan, müzisyenin hiçbir çaba göstermediği sıradan şeylere ihtiyacı yok. 

Müzikle ilgili sizi etkileyen ilk isimleri, olayları merak ediyorum. Geçmişe baktığınızda bugün bu açıdan ilk aklınıza ne geliyor?

JB: Nina Simone’un benim üzerimde etkisi büyüktür. Onun tarzıyla, söylediği şarkılarla bugün de yakın bir bağ kurabiliyorum.

Gemma Thompson (GT): Benimki Sergei Prokofiev’in “Peter and the Wolf” adlı bestesi ve muftakta dinlediğimiz John Peel şovları.

JB: Mutfaktaki John Peel! Bu iyiydi.

Birlikte müzik yapmaya nasıl başladınız? Grubu kurmadan Gemma ve Jehnny sizlerin tanıştığınızı, Jehnny’nin çaldığı bir gruba zaman zaman Gemma’nın eşlik ettiğini okumuştum bir yerde. Her şey nasıl gelişti?

JB: Gemma bir gün benim evime geldi ve Ayse Hassan’la başlatmayı düşündüğü bir projeden söz etti. Bu, grup kurulmadan 1 yıl kadar önceydi. Sonra Gemma bir gün bu proje için isim önerdi, muhafazakarlara uyabilecek türden bir isimdi bu ama ilginç olan şu ki, müzikten daha çok edebiyattan esinleniyor.

GT: Çocukken okuduğum Lord of the Flies, Catcher in the Rye gibi kitaplardan esinlenmiştim. İsimle ilgili aklıma gelen ilk imaj bir yapıydı. O yapının aniden bozulması ve yeniden inşa edilmesi ilgimi çekiyordu. Birden her şeyin başlangıç noktasına dönüp dümdüz olduğuru ve ondan tekrar yeni bir yapı yarattığınızı düşünün.

Ben de tam grubun müziğini şekillendiren toplumsal, kültürel, düşünsel etkileri soracaktım...

JB: Mesela bu grubun dışında gerçekleştirmek istediğimiz bir projemiz var ve o doğrudan Dadaistlerden etkileniyor. Gerçek bir savaşta olduğunuzda ortaya çıkan bir akım söz konusu. Gemma’nın söyledikleriyle ilgili bir düşünce var arkasında.

GT: 1. Dünya Savaşı sırasında 1916‘da İsviçre’de kurulan Cabaret Voltaire adlı bir kulüp vardı. Dada akımının ortaya çıkmasında o kulübü kuranların çok önemli katkıları oldu. Onların düşünceleri bizim bakış açımızı da ortaya koyuyor. Sorulan büyük soru şuydu: Bu noktaya gelmek için, olanı durdurmak için sanat ne yaptı? Sokakta olanı yansıtmak için ne yapılabilir? Sokaktaki insanın olan biteni daha iyi anlaması için ne yapılabilir? Bu sorular yalnızca 1916 için değil, bugün için de geçerli. Bana göre sanat bunlarla ilgili olmalı. Kendi korunaklı mekanıma çekilmeyi değil, sokaktaki şiddeti sahnede göstermek istiyorum. Çünkü zaten sokakta olan bu. Sanat, sadece eğlenmekle ilgili değildir, yaşanan sorunlarla nasıl baş edileceğini de düşünmeli.

JB: Gelecekle ilgili beklentileri aktarma konusunda sanatçının söyleyeceği şeyler olmalı. Sanatçı toplumda bu yönde bir vizyona sahiptir.


Müziğinizin sahne performanslarınıza da yansıyan çok yoğun bir etkileyiciliği var. Bu anlattığınız bakış açısından kaynaklanıyor demek yanlış olmaz kanımca. 

JB: Evet, performanslarımızın güçlü ve agresif bir yönü var ama aynı zamanda bir şekilde rahatlatıcı olmasını da umuyorum. Kapayın çenenizi, müziğin keyfine varın demek istiyorum.

Konserlerde doğrudan insanların gözünün içine bakıyorsunuz. Bunu belli bir amaçla kasıtlı olarak yapıyorsunuz sanırım.

JB: Kesinlikle öyle. İşin en başından beri, grubun isminden itibaren geri kalan her şeye kadar hepsi belli bir amaç için. Londra’da grup üyeleri olarak henüz birbirimizi tanımadığımız dönemde hepimiz bir şekilde kentteki gitar müziğinin shoegaze”e yönelip aynı olmaya başlamasından bıkmıştık. Bütün My Bloody Valentine hayranları birbirini taklit ediyor, aynı tür müziği yapıyordu. Elbette bir müzik türü olarak ona saygı duyuyorum ama yeni gruplara bakıyorsunuz gitarlar ve vokallerdeki sound çok gösterişli bir hale gelse de aslında bir şey söylemiyorlar. Benim tavrım bir reaksiyondu. Bugünlerde yapılmayan bir şeyi yapalım deme yöntemiydi.

İstediğiniz müziği yaptığınızda onu dinleyicilere nasıl ulaştıracağınıza dair belli ilkeleriniz var mı? 

JB: Var. Hayranlarımızı çok ciddiye alıyoruz. Müzik üretimi olsun, onu sunma süreci olsun, yolumuza çıkan her şeyi kontrolümüz altında tutuyoruz. Sadece konserlerdeki kitle ya da sahne değil kasttettiğim, müziğin, albümün yaratım süreci ve onun tanıtılması da dahil buna. Birlikte çalıştığımız her insana amacımızı tam olarak anlatabilmeliyiz ki, ortaya yanlış anlaşılmalar çıkmasın.


İlk albümünüz yakında çıkıyor. Bu albümle ilgili neler hissediyorsunuz ve bunların ne kadarını gerçekleştirebildiniz? 

FM: Bence albümün ana amacı, sahnede olanı her yönüyle belgelemekti. Bunu yaptık diye düşünüyorum. 

Kayıt süreci nasıl gelişiyor? Birbirinizi şarkı sözleri ve sound açısından besliyor musunuz?

JB: Sözleri ben yazıyorum. Belli bir çerçevemiz yok aslında.

FM: Bir şarkı herhangi birimizin ortaya attığı bir düşünceden ya da birlikte çalarken oluşan etkileşimden doğabilir. 

JB: Birlikte çalmak, ortak üretim süreci bizler için de çok ilginç. Çalışmalarımızı sürekli kaydediyoruz. Hepsi birer esin kaynağı bizim için. Geriye dönüp onlara baktığımız ve ders çıkardığımız da çok oluyor. Olanları belgelemek çok önemli. Ben odada olmadığım bir zaman diğer üç arkadaşım bir fikir de yaratabilir. 

Medyada hep tamamen kadınlardan kurulu bir grup olduğunuz vurgulanıyor. Siz sadece kadın müzisyenlerden kurulu bir grup kurmayı baştan beri amaçlamış mıydınız?

JB: Hayır, bu başlangıçta belirlenen bir hedef değildi. 

GT: İşler öyle gelişti, biz bunu planlamamıştık.

Savages ile ilgili bir diğer dikkat çekici özellik de sürekli 80‘lerin ünlü post-punk gruplarına benzetilmeniz. Joy Division ya da Siouxsie and the Banshees mesela. Bu konuda ne hissediyorsunuz?

Genel olarak benzetme yapmak kolaydır. Sorunuza yanıt vermek gerekirse, biz o benzetmeleri yapanlar gibi hissetmiyoruz. 

GT: Bence bu tür karşılaştırmalarda olabilecek tek benzerlik, müzik yapma amacıyla ilgili olabilir. O dönemde var olan atmosfer ve insanları müzik yapmaya iten nedenle bugün bizimki arasında bir paralellik kurulabilir. Sosyal ve politik atmosferin sonucu olarak her kuşak için bu tür benzerlikler çıkabilir. Konuya bir performans sanatı açısından yaklaşırsak. esinlenme daima sanatın ardındakı niyetle ilgilidir. Bizi etkileyen onların mekanı, bedenlerini kullanma yöntemleri olabilir.

JB: Doğru. Bizi esinlendiren, insanların sanat ve hayatla kurduğu bağdır. Daha önce yaptığımız bir röportajda yarı şakayla da olsa bir gerçeği söylüyordum. Bazen pornografi beni müzik kadar esinlendirebilir. Çünkü insanların belli şeylere karşı bakış açısını değiştirme gücünü daha iyi aktarabilir. 

Brett Anderson, NME dergisinin mart sayısında sizi övüp şu anda onu en çok heyecanlandıran grup olduğunuzu söyledi. Okudunuz mu onu?

FM: Ah evet, karanlık ve seksi demiş, yeğenim söyledi bana.

JB: Bence biraz sapıkça geliyor kulağa,

FM: Ürpertici.

JB: Pedofilideki gibi bir durum söz konusu burada. Genç, yeni, heyecan verici vs. bir şeyi alıp onu kendinize mal etme söz konusu. Brett Anderson dahil 80‘lerin diğer yıldızlarını bunu yapmamaları için sorgulamak güzel olurdu. Grupta bazılarımız Suede’in müziğini sevse de...

FM: Ben severim Suede’i.

Yeni albümünüz çok yakında çıkıyor. Adı belli mi?

Evet, Silence Yourself.

Savages gibi bir grup için ilginç bir isim. Şarkıları dinleyip anlamını bulacağız.

(Röportaj için 15 dakikalık süremiz olduğundan bu kadar konuşabildik. Umarım yakın bir gelecekte Savages’ı İstanbul’da görmek olanaklı olur.)


(Fotoğraflar bana aittir.)










Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate