24 Nisan 2015 Cuma

İSTANBUL'DA NOVA MUZAK MUCİZESİ: ALUK TOLODO + BEN FROST


24.4.2015

Garip bir kent İstanbul... Bir yanda içinde IŞİD gibi vahşi bir örgütün yuvalandığı haberleri geliyor, bir yanda Üsküdar Belediyesi'nin meydana koyduğu Kâbe maketini tavaf edenler çıkıyor; diğer yanda da sadece zulümsüz vegan ürünler satan Vegan Dükkan'da etsiz döner satılmaya başlanırken Ben Frost gibi deneysel müzik yapan sanatçılar kentte konser veriyor. Gericiliğin ve ilerici fikirlerin böylesine iç içe geçtiği enteresan bir kent İstanbul. Avrupa ve Amerika'nın daha uygar kentlerinin deneysel müziğe, ilerici akımlara kucağını açması beklenebilecek bir durum ama günümüzde kültürel ve düşünsel açıdan çağın gerisine doğru hızla yol alan bir ülkede bu çok daha şaşırtıcı. Düşünsenize en büyük meydanındaki kültür merkezi yedi yıldır keyfi bir kapatmaya maruz kalan ve bunun sorgulanamadığı bir kent İstanbul. Tarihten gelen belli bir birikimi var elbette ama o kültürün son 13 yıldır nasıl sıkıştırılıp bastırıldığını hepimiz biliyoruz; burada ayrıca anlatmaya gerek yok...

Bu giriş biraz karamsar gelebilir ama sadece dün akşam Borusan Müzik Evi'ndeki konserden eve dönerken aklımda beliren düşünceleri paylaşmak istedim.

Konsere dönersek... İstanbul'da müzik adına güzel şeyler de oluyor ve bunlardan biri de kesinlikle Borusan Müzik Evi ve Kod Müzik işbirliği ile gerçekleştirilen Nova Muzak serisi. Bohren & der Club of Gore, Earth, Robin Guthrie, Alva Noto ve Blixa Bargeld, Nils Petter Molvaer, Moritz von Oswald Trio, Eivind Aarset ve Jan Bang, Murcof, Keiji Haino, Fennesz, Lillevan, Hauschka gibi son derece ufuk açıcı müzisyen ve grupların hepsini bu sayede canlı dinledik. Zaten listedeki bu isimleri arka arkaya okuyunca bile nasıl sıradışı bir iş başarılmış olduğu anlaşılıyor. Dün akşam bu serinin 16. etkinliğinde Fransız deneysel rock üçlüsü Aluk Tolodo ve deneysel elektronik müzik sahnesinin dahi yeteneklerinden Ben Frost'u dinledik.

Üç müzisyenden oluşan Aluk Tolodo hakkında fazla bir bilgim yoktu ama konserden önce yaptığım araştırmalar sayesinde nasıl bir performans ile karşılaşacağıma dair bir fikrim oluşmuştu. Yeraltı black metal dünyasının önde gelen gruplarından Diamatregon ve Vediog Svaor'un eski üyelerinden oluşan grup, space rock, black metal ve krautrock'ın kaynaşmasından oluşan gürültülü, karanlık ve ritmik tekrarlara dayalı bir müzik yapıyor. Dün akşam da enstrümanlarına ellerini sürdükleri andan itibaren hiç ara vermeden, bir saat boyunca zaman zaman hızlı gitar rifleriyle noise rock'a dönen, sonra doom ambient'a yönelip ardından ritmik yapıyı canlandırarak progresif rock sularına giren, saykedelik etkileşimi yüksek bir set sundular.

Grup çalarken, yılmadan tekrarladıkları, matematiksel bir kurguyla oluşturulan ses örgülerinin ve ritimlerin yarattığı hipnotik etkiye kapılmamak olanaksız. Ancak aynı zamanda uyum kadar uyumsuzluk, aksaklık ve tuhaf ritmik yapılar da barındırıyor müzik. Bir bütün olarak değerlendirildiğinde çok sert, başına buyruk bir karakteri var; bir reddediş, bildiğini okuma söz konusu. 2012'de yayınladıkları ve kapağında bir yanardağın yer aldığı albüme "Occult Rock" adını vermişler. Bu isimle anılan türle herhangi bir ilgilerinin olmadığını, bu ifadeyle müziklerinin sound açısından, tematik ve estetik olarak yaşadığımız evrendeki gizli güçler ve akıl ile ilişkili olduğunu anlatmak istediklerini söylüyorlar. Yanardağ da simyasal dönüşümün ve primordial titreşimin sembolü olarak görülüyor.

Bütün bunları bilerek grubu dinlediğinizde, gitarların [Matthieu Canaguier (bas gitar), Stantidas Riedacker (gitar)] adeta ayaklarınızın altındaki tabanı sarsıp kulaklarınızda uğultu yaratan titreşimi ve davulcu Antoine Hadjioannou'nun tam anlamıyla gözlerinin dönercesine, gerçekten gözlerinin sadece beyazı görünür hale gelinceye kadar kendinden geçerek çıkardığı mükemmel vuruşları çok daha derinden hissediyorsunuz. Grubun performansından sonra Hilmi Tezgör ile konuşurken, davulu daha fazla duymak istediğini, o nedenle müziğin içine fazla giremediğini söyledi. Ben sanırım tavandan sarkıtılan tek bir büyük ampülün ve yandaki spot ışıkların aydınlattığı sahnede o müziğin içine doğrudan daldım, kapıyı da çalmadım.



Aluk Tolodo'nun performansından sonra, salondaki dinleyici sayısı biraz daha artsa da, Ben Frost gibi bir müzisyeni dinlemeye daha fazla dinleyici geleceğini ummuştum açıkçası. "A U R O R A", 2014'ün en güzel albümlerinden biriydi; en azından sadece bu nedenle bile daha fazla ilgiyi hak ediyor. Borusan Müzik Evi'nde dün tam olarak kaç kişiydik bilemiyorum ama o akşam orada olmak, İstanbul'da yapabileceğimiz en iyi işti bence.

Minimalist, enstrümantal deneysel müziğin bana göre günümüzdeki en yetenekli prodüktörlerinden biri Ben Frost. Film ve sahne performansları için yaptığı müziklerle de besteci yönünün gücünü tartışmasız kanıtladı.

Borusan Müzik Evi'ndeki Ben Frost performansını kelimelere dökebileceğimden, üzerimde yarattığı etkiyi net bir şekilde anlatabileceğimden emin değilim. Aluk Tolodo ile örtüşen yanları vardı; Frost'un endüstriyel gürültüler, elektronik dokular ve gerçek dünyadan seslerle oluşturduğu müziğinde de ciddi bir meydan okuma var, uysal ya da yatıştırıcı değil. Aksine insana duvarları indirtip, önüne geleni yıkabilecek bir direniş gücü veriyor. Karanlığın içinden sıyrılıp her adımda daha derinleşen oluklara dalıyorsunuz ama gücünüz azalmıyor. "The Carpathians" adlı parçada can çekişen bir hayvanın hırlamasını dakikalarca dinlerken vahşi bir dünyada yaşadığınızı duyumsuyor, ürküyor ama yılmıyorsunuz. Bu sözler bir kabusu aklınıza getirmesin; gerçekleri tüm çıplaklığıyla önünüze seren müziğin kurduğu alternatif evrende farklı bir boyuta geçiyorsunuz. Ben Frost'u dinlerken uzaylılar müzik yapsa böyle olabilirdi diye geçirdim içimden. Bu dünyayı ve alternatif evreni olağanüstü bir kurguyla bir araya getirebilen bir müzik...

Aluk Tolodo'nun müziğinde çoğunlukla tekdüze seyreden ruh haliniz Ben Frost'un müziğiyle dalgalanma içine giriyor. Etkisi çok yoğun ve sarsıcı bir dalgalanma bu. Ancak ilginçtir, Ben Frost'un aralıksız yaklaşık 1.5 saat süren seti sonunda yıpranmışlık hissetmiyorsunuz; tersine ruhunuz coşkuyla yüceliyor. Sosyal medyada birinin "uzun süreli depresyonda tehlikeli" diye yazdığını gördüm; bence tam tersine, anlatmaya çalıştığım bu katartik etki nedeniyle o tür bir durumda çok yardımcı olabilir.

Ben Frost dünkü performansında daha çok "A U R O R A"dan kesitler sundu bize. Başlangıçta omzunda asılı duran gitarı sanırım bir ses probleminden dolayı kullanamadı. Sahnede tek başına durup mucizeler yaratan müzisyenlerden biri o da. Çok katmanlı müziği sadece ruhumu bir kıyıdan diğerine savurmakla kalmadı, minimalist teknoya yöneldiği anlarda dans da ettirdi. Sabaha kadar çalsa orada öylece durup ayakta dinlerdim. Bana göre, insanoğlunun deneyimlediği en iyi şeylerden birisi Ben Frost'un müziği... Yılın en güzel konserleri listeme girdi elbette.



(Fotoğraflar bana aittir.)

19 Nisan 2015 Pazar

MARTYN HEYNE VE AWVFTS İLE DİPSİZ DERİNLİK


19.4.2015

A Winged Victory For The Sullen'ı (AWVFTS) 2012'de Erased Tapes Records'ın 5. yıldönümü turnesi kapsamında yine Salon'da dinlediğimde tek kelimeyle büyülenmiştim. Olafur Arnalds ve Nils Frahm ile sahneyi paylaştıkları o konser, Dustin O'Halloran'ın piyanoda, Adam Wiltzie'nin gitar ve elektronik seslerdeki ustalığının mükemmel bir kanıtı olmuştu. İkilinin grupla aynı adı taşıyan 2011 tarihli albümüne yansıyan sıcaklığı, Anne Müller'in çellosunun da katkısıyla canlı hissetmiştik.

Bu kez geçen yıl yayınlanan ikinci albümleri 'Atomos' için çıktıkları turne kapsamında İstanbul'a geldi ikili. Dün akşam sahneyi Adam Wiltzie'nin kendine ev olarak seçtiği kent Brüksel'den üç müzisyenle; keman, viyola ve çello enstrümanlarıyla müziğe katkıda bulunan bir üçlü ile paylaştılar.

AWVFTS için açılışı yapan ise, özellikle üzerinde durmayı hak eden 31 yaşındaki müzisyen Martyn Heyne'ydi. Berlin'de hayatını sürdüren Heyne'nin müziğe olan ilgisi, çocukken annesinin piyanosunda doğaçlamalar yapmasıyla başlamış, 10 yaşına geldiğinde artık düzenli olarak performanslar gerçekleştiriyormuş. Amsterdam Konservatuarı'nda aldığı müzik eğitiminden sonra, Berlin'e taşınmış ve son dönemde kendini Efterklang, Peter Broderick, Nils Frahm ve Benoit Pioulard gibi olağanüstü yetenekli müzisyenlerle çalışırken bulmuş. Henüz yayınlanmış bir materyali yok ama genç dostum Ahmet dün konser sonrasında kendisi ile konuştuğunda, bu yıl bir EP ya da LP çıkaracağını öğrenmiş.



Martyn Heyne, dün akşamki yarım saatlik konseriyle, sahnede tek başına durup mucizeler yaratan sıradışı müzisyenler listeme girdi. Omzunda bir elektro gitar, yanında bir elektronik davul ve synthesizer ile oluşturduğu seslerle, giderek derinleşen, melodik ve müthiş hipnotik bir müzik yarattı. Dinlediğimiz o kısa set, ses sanatının çok yoğun etkileşim yaratan örneklerinden biriydi. İki uzun, bir kısa parçadan oluşan konserden bazı bölümleri kaydettim. Özellikle en son çaldığı ama henüz adını bilmediğim parçanın bir an önce yayınlanmasını sabırsızlıkla bekleyeceğim. Burada paylaştığım videolar bir fikir verebilir umarım. (Bu arada Set Aglow adlı işbirliği projesi ile 7 Haziran'da Alman Büyükelçiliğinin İstanbul'daki yazlık konutu Tarabya Kültür Akademisi'nde, 10 Haziran'da ise Ankara'da Goethe Enstitüsü'nde çalacağını öğrendim. Deneysel sound'lardan hoşlananların ilgisini çekebilecek Set Aglow, gitar ve synthesizer'da Heyne'nin, klarnette Claudio Puntin'in yer aldığı bir proje. Tavsiye ederim.)



Martyn Heyne'nin kusursuz açılışından sonra verilen arada, Salon'daki sandalyelerde oturan dinleyiciler arasında fazla bir kıpırtı olmadı. Sanki müziğin tılsımı ile yerimize çakılmış gibi bekledik AWVFTS'ı. Kısa bir sahne hazırlığının ardından müzisyenler yerlerini aldıklarında, Adam Wiltzie, dün akşamki konserin uzun bir turnenin son performansı olduğunu ve Salon'da cuma gecesi verdikleri konserde izledikleri şarkı sıralamasını değiştirerek çalacaklarını söyledi. Öğrendiğime göre, cuma gecesi önceliği 'Atomos'a vermişler; dün akşam ise ilk albümden şarkılar daha fazlaydı ve iki konsere de giden Ahmet'in belirttiğine göre sıralama tamamen değişmişti.

Sahnenin sadece müzisyenlerin önlerindeki notaları ve enstrümanlarını görmelerini sağlayan ufak ampüllerle aydınlatıldığı bir salonda dinledik grubu. Oldukça loştu ve tek konuşan enstrümanlardı.

İlk albüm ile 'Atomos' arasında, ikilinin ses paletinin genişlemesinin yanı sıra, her iki müzisyenin de modern klasik alanındaki besteci yönünün daha net olarak ortaya çıkması yönünde belirgin bir fark var. İlk albüm, hem O'Halloran'ın hem de Wiltzie'nin etrafında piyano ve gitar tınılarıyla şekillenirken; 'Atomos'ta yer yer her ikisinin de geri plana çekildiğine ve itici gücü yaylılara devrettiğine tanık oluyoruz. Bunu albümü plaktan dinlerken de hissetmek olanaklı elbette; fakat canlı dinlerken özellikle o seslere yapılan vurgu çarpıcıydı. Bu açıdan, grubun 2012 konseriyle dün akşamki farklılık gösteriyordu. Adeta bir oda orkestrasını dinler gibi bir hisse kapıldım.



'Atomos'un çağdaş koreograf Wayne McGregor'un dans projesi için özel olarak bestelenen müziklerden oluştuğu düşünülünce, bu fark daha iyi algılanıyor. McGregor, projeye başladıklarında O'Halloran ve Wiltzie'ye sadece bazı fotoğraflar ve görüntüler göndermiş, müziği tamamen onlara bırakmış. İkilinin söylediğine göre, 'Atomos' atomların formasyonu ve uzay boşluğu ile ilgili. Atomların uzayda dizilişlerini düşününce, albümde var olan kesintisiz bağlantının nedeni de ortaya çıkıyor. Asıl neden müziğin tamamen enstrümantal olması değil, müziğin kurgusundaki bu bağlantı. Dün akşamki konserde de bu his hakimdi; ilk albümden şarkılar çalındığında dahi, onları ikinci albümden ayırmak çok kolay değildi.

AWVFTS'ın müziği modern klasik ya da ambient klasik olarak anılsa da, efekt pedalları, synth ve klavye kullanımı bakımından bu türler içinde ayrı bir yerde duruyor. Ambient drone'ların içimizi titrettiği, görkemli bir melankolizm, dipsiz bir derinlik, ancak yaşanarak anlaşılabilecek bir ses deneyimiydi dünkü konser...


(Fotoğraflar ve videolar bana aittir.)

17 Nisan 2015 Cuma

BABYLON'DAKİ SON GELİŞMELER


17.4.2015

Bu sabah bir grup kültür/sanat muhabiri, müzik yazarı olarak Babylon ekibiyle kahvaltıda buluştuk. Pozitif grubunun kurucularından Ahmet Uluğ başta olmak üzere, Babylon Genel Md. Yrd. Can Aydoğdu ve Pazarlama Direktörü Can Yıldızlı, epeydir merak edilen ve heyecan yaratacağına inandıkları konuları bizlerle paylaştılar. Öncelikle Babylon yönetimini, hem gelişmeleri ilgili gazetecilerle doğrudan aktarmak, hem de kendilerine yönelik eleştirileri ve önerileri birinci elden duymak amacıyla bu tür toplantıları gerçekleştirdiği için kutlamak gerekli. Ahmet Uluğ, birkaç yıl önce Çeşme'deki buluşmada biraz da espriyle, "Bizi burada iyice bir dövün," demişti; bu kez, "Esasen biz kendimiz konuşmaktan çok, sizlerin görüşlerini duymak istiyoruz," dedi. Kendi adıma söyleyebilirim ki, ben de bu toplantılarda aklımdan geçenleri dostça bir ortamda dile getirme olanağı bulmaktan dolayı memnunum.

BABYLON KİLYOS, DAİMİ FESTİVAL EVİ OLUYOR

Bugünkü sohbet sırasında bize verilen bilgilere göre, Kilyos'ta yeni ve büyük bir festival alanı inşa ediliyor. Çalışmaları hızla devam eden bu yeni mekanı oluşturma düşüncesi, İstanbul'da Küçükçiftlik Park ve Life Park dışında festival yapılacak alan kalmaması nedeniyle acil bir ihtiyacın sonucu olarak ortaya çıkmış. Yurtdışında festivallerin kendilerine ait mekanları olmasına karşın, Türkiye'deki festivaller sürekli kendilerine mekan aramak zorunda kalıyor. Santralistanbul ve Park Orman'ın malum nedenler yüzünden devre dışı kalmasıyla Soundgarden ve One Love Festival evsiz kalınca, bu yönde bir arayış zorunluydu elbette.

Kilyos'taki 50 dönümlük arazide kurulan festival alanı, bu yıldan itibaren Soundgarden'ın daimi evi olacak. Babylon ekibi, bu festivalin "headliner" odaklı olmayacağının özellikle altını çizdi; yapmak istedikleri, doğa ile müziği buluşturan, gün boyu çeşitli etkinliklerle devam eden bir festival. 23 Mayıs'ta beşincisi düzenlenecek festivalde, alanın olanakları elverişli olduğundan 4 ayrı sahne bulunacağını belirttiler.

Babylon Kilyos'a giden yolun sadece söz konusu festival alanına çıktığını, kendilerine özgü bir koya açıldığını ve yaz kış açık kalacak bir etkinlik alanı tasarladıklarını anlattı Babylon ekibi. Asfaltları söküp çimenle kapladıklarını; kullandıkları odunların Norveç'te ormandan değil, kesim için yetiştirilen ağaçlardan elde edilen sürdürülebilir malzeme olduğunu; festival alanına sifonlu modern tuvaletler yerleştireceklerini anlatırken oldukça heyecanlıydılar. Kilyos Babylon'da sürekli açık olacak bir restoran bulunacağını ama festival zamanında farklı zevklere hitap eden yiyecek vagonları bulunacağını söylediler. Ahmet Uluğ, bu noktada benim sürekli yazıp dile getirdiğim eleştiriyi de unutmadı ve vegan yiyecekler de olacağını vurguladı.

Bu arada önemli bir nokta da, Kilyos'a ulaşımın nasıl sağlanacağı... Sonuçta herkes arabayla gitmeye kalkarsa trafik, otopark ve çevre kirliliği açısından sorun yaratan bir durum ortata çıkacağı kesin. Bu nedenle toplu taşıma olanaklarını devreye sokacaklarını ve Sarıyer Belediyesi ile yaptıkları görüşmelerin de olumlu geliştiğini anlattılar.

Bu bilgileri dinledikten sonra bizim sorularımız ve önerilerimize geldi sıra. Ben genel olarak yaptığım yorumda, son yıllarda Türkiye'de festivallerde hakim olan atmosferden rahatsızlık duyduğumu, kültür ve sanat etkinliklerinin özellikle elit kesime yönelik gibi görülmeye başlandığını ve esasen de öyle planladığını; Babylon Kilyos'un çok daha geniş bir kesime hitap etmesini umduğumu söyledim. Babylon sonuçta kültür alanında ticari bir faaliyet içinde elbette; bunun da bilincindeyim. Ancak bu beklentimi de dile getirmek istedim. Çünkü festivallere asıl coşkusunu katan, müziğe birincil derecede önem verip merkeze onu koyan gençler. Bu grup festivale çekilemediğinde, festival ruhsuz ve sıradan olur.

Bununla bağlantılı olarak, VIP uygulamalarının da festival ruhuyla bağdaşmadığını belirttim. Sadece parası var diye insanların sahnenin en ayrıcalıklı yerine konumlandırılmaları, festival ruhunu öldürüyor ve ne yazık ki bu durum sahneye de yansıyor. En önde grubu neredeyse nefesini tutarak izleyecek kadar heyecanlı hayranlar olursa, o enerji sahneye de geçer. Bu artık bugüne kadar birçok kez kanıtlandı. En sıkı hayranlar ile müzisyenin önüne set çekmek yanlıştır.

Ahmet Uluğ, bütün bunları düşündüklerini, hatta sahne önündeki güvenlik görevlilerinin duruşunu dahi düzenlemek istediklerini anlattı.

Dile getirdiğim bir diğer nokta, Türkiye'de nadiren canlı dinleyebildiğimiz deneysel, gerçek anlamda alternatif müziğe sahne verilmesi oldu. Son yıllarda yaşanan indie patlamasının da bir yansıması aslında bu. Müzik endüstrisinin sürekli pompaladığı, çoğu birbirine benzese de sadece trend oldukları için fazla ilgi gören isimler kapladı her yeri. Tabii ki indie rock/pop yapanlar arasında da iyi olanlar var; ama kanımca büyük kısmı da çok sıradan. Bu nedenle punk rock, krautrock, dark wave, industrial gibi türleri içeren, avantgart diye tanımlanabilecek deneysel müzik yapan yaratıcı isimler için ufak bir sahnenin gerekliliğine işaret ettim. Bu tarz müzik yapan grupları Babylon'un kendi salonunda ağırlaması, bilet satılma zorluğu düşünüldüğünde, fazla mümkün olmayabilir. Ama halihazırda Soundgarden gibi dört sahneli geniş bir etkinlik varsa, popüler olmayan ama çok iyi müzik yapan, derdi olan deneysel gruplara da yer açılabilir. Farklı sesler duymak isteyen, keşif meraklısı kulakların o sahneye ilgisiz kalmayacağını düşünüyorum. Üstelik biz, o derdi olan. söyleyecek önemli sözleri olan grupları dinlemeye en çok ihtiyaç duyan ülkelerden birinde yaşıyoruz...

Bir noktada konu, festivaller için sorulan "line up mı yoksa deneyim mi?" sorusuna geldi. Ben, müziği her şeyin üzerine koyan bir bakışa sahip olduğum için line up diyenlerdenim. Çimenlere yayılıp yastıklar üzerinde müzik dinlemek güzel ama ben o nedenle gitmiyorum festivallere. Sırf tuvalet sırasında bekleyip şarkı kaçırmayayım diye son konsere kadar bira içmeden Glastonbury festivalini tamamlayan biriyim. Fakat "deneyim önceliklidir" demek de bir tercih; ona da saygı duyarım. Yine de, "headliner" odaklı bir festival değilse de, katılacak grupların festival heyecanının temelini oluşturmasını tercih ediyorum. Anlaşılıyor ki, Babylon ekibi Soundgarden'da ikisi arasında bir denge kurmayı hedefliyor. Bu açıdan merakla bekliyoruz sonucu.



BABYLON ASMALIMESCİT ONARIMA GİRİYOR, BABYLON BOMONTİ EYLÜLDE AÇILIYOR

Toplantıda verilen bilgilere göre, Babylon'un Asmalımescit'teki ilk mekanı mayıs ayında kapılarını kapatıyor ve yaklaşık iki yıl sürecek geniş çaplı bir restorasyon süreci başlıyor. Bomonti'deki kardeş mekan ise, eylül ayında İstanbul'a merhaba diyor. Bomonti'deki restore edilen Tarihi Bira Fabrikası'nın içinde yeni bir Babylon dünyası yaratılmış. Orijinal Babylon ile aynı kapasitede olsa da tek kata yayıldığı için daha büyük görünen bir salon elde edilmiş. Can Aydoğdu, salonu düzenlerken akustik tasarıma ve teknik altyapıya özel önem gösterdiklerini, Babylon markasının imajına uygun bir kaliteyi sağlamak için çalıştıklarını anlattı. Bina tarihi olduğundan, yapılacak en ufak düzenleme için bile aylarca izin beklendiğini, o nedenle açılışın uzadığını söyledi.

Babylon Asmalımescit'in durumu da soruldu toplantıda. Onun da restorasyondan sonra kullanılmaya devam edeceği belirtildi. Bir yenilik olarak, Babylon'da aynı gece 21:00 ve 23:30 gibi iki ayrı saatte iki farklı performans yapılmasının planlandığını anlattı Ahmet Uluğ. Aslında bu yurtdışında da benim çok gördüğüm bir uygulama. 20.30-21.00 gibi saatlerde daha çok singer-songwriter odaklı bir konser yapılırken, 23:30 itibarıyla DJ/clubbing performansları oluyor. Mekanı değerlendirmek ve performanslar arasında farkları belirlemek açısından da bana uygun görünüyor bu. 2014'ten beri Babylon'un çizgisinde sanki dans müziği odaklı etkinliklere biraz daha fazla eğilim gördüğümü de söyledim toplantıda. Konserler, başlama saatine göre belirli bir nitelik içerirse, bu ayrım dinleyici kitlesi açısından yararlı olabilir. Ben hazır ortamını bulmuşken, Billy Bragg ve Bad Religion gibi söyleyecek çok sözü olan grupların Babylon'a gelmesi dileğimi de dile getirdim.

Ayrıca Bomonti'deki Babylon'da salondaki kalabalıktan çıkıp müziği uzaktan dinlemek isteyenlerin hoşuna gidebilecek geniş bir giriş bölümü olacağını öğrendik. Bir anlamda "Babylon'un meşhur kapı önünü içeriye almış olduk," dediler. Açıkçası ben, "biraz müzik, biraz sohbet" diyenlerle neredeyse her konserde papaz olduğumdan, böyle bir bölümün varlığını yararlı buldum.

Büyük isimlere odaklanma yaklaşımının Babylon Bomonti için de tercih edilmeyeceği anlaşılıyor. Çünkü bunun sürdürülebilir olmadığı görüşü var. hurriyet.com.tr'den Hikmet Demirkol, Babylon'da yerli isimlere daha fazla yer verilmesi konusunu açınca, bizler de düşüncelerimizi paylaştık. Yeni isimlere ön grup olarak sahneyi açmak, onların tanınması bakımından önemli. Babylon ekibi de bu konuda aynı doğrultuda düşünüyor; uygulamada yaşadıkları bazı sıkıntıları, sektörün durumunu da bizlerle paylaştılar. Umarım bu doğrultuda güzel gelişmeler olur.

Kahvaltı sırasında konuşulan her şeyi bu yazıda aktarmak olanaklı değil ama en azından Babylon ile ilgili gelişmeleri belli başlı noktalarıyla merak edenlere aktarmak da görevimiz. Gelecek ayların müzik alanında oldukça hareketli geçeceği belli. Yeni salonlar, yeni festivaller, yeni festival alanları geliyor kente. Emeği geçenlere, müziğin yarattığı heyecana ortak olan herkese teşekkürler...

-

11 Nisan 2015 Cumartesi

İNSAN RUHUNUN İNCELİKLERİNİ SESLERLE DOKUYANLAR: GREG HAINES - DOUGLAS DARE @ SALON


11.4.2015

Greg Haines ile Douglas Dare'in aynı gece çaldığı Salon konseri, bu yıl en heyecanla beklediklerimden biriydi. Her ikisini de son birkaç yıldır yakından izliyorum. Radyo programım Vegan Logic'te şarkılarını çaldım, albümleri çok dinlediklerimden oldu, Dare'in "Whelm" albümü 2014'ün en iyi albümleri listemde yer aldı.

24 yaşındaki İngiliz piyanist Douglas Dare'i geçen yıl Brooklyn'de eski bir ambardan dönüştürülerek performans mekanı haline getirilen Glasslands'de canlı dinleme olanağı bulmuştum. Nils Frahm öncesinde çaldığı o yarım saatlik performans, büyük çıkış yapacağının göstergesiydi. Nitekim geçen yılın en dikkat çekici yeni isimlerinden birisi oldu.

Greg Haines'in klasik müzik ile elektronik müziği bir araya getirdiği, modern klasik/ambient kompozisyonlarındaki yaratıcılığı ilgiyle ve hayranlıkla izliyorum ama dün akşama kadar hiç canlı dinlememiştim. Douglas Dare'den önce, hiç kesmeden 50 dakika boyunca tek başına yaptığı müzik, tek kelimeyle kusursuzdu. Klavye, synth, efektler, loop'a aldığı melodiler, melodika ve piyano ile sanki laboratuvardaki çılgın profesörü andıran bir edayla enstrümanlar arasında hızla mekik dokudu; yarattığı elektro-akustik sesleri bütünleştirip birbirinin içinden geçirirken, seslerle roman yazdı adeta.

Müziğin yansıttığı ruh halleri değişse de, hiç kesmeden devam etmesinin nedeninin de o bütünlüğü bozmamak olduğunu düşünüyorum. Haines, bir süre neşeli bir tonda devam eden müziğe kendisi de salınarak eşlik ederken, bir anda dark ambient tınıları çarpıyor kulağımıza; ritim yavaşlıyor, piyanonun yüzü kararıyor, 19. yüzyıldan kalma Victoria tarzı bir kilisenin karanlık salonundan yükselebilecek synth seslerini duyuyoruz. Sonrasında tutamadığım gözyaşlarım ise, piyanodan yansıyan dürüst duygusallığa ruhumun bir verdiği bir karşılık... Hüznün ya da acının değil, müziğin güzelliğinin yol açtığı bir dışavurum.



Greg Haines çalarken, sanki denizin ortasındaki bir kayığın içinde yakamozun parıltısından gözleriniz kamaşmış gibi oluyorsunuz. Dinleyeni bulunduğu yerden alıp zaman içinde bir tür seyahate çıkaran güçlü bir müzik bu. İnsanı hem fiziksel hem de ruhsal anlamda böylesine bir yoğun etki altına almasında, Greg Haines'in aynı zamanda bale ve dans koreografileri için de müzik yapmasının rolü olsa gerek. Hareketi yaratan ritmi ve duyguları harekete geçiren etkileşimi yakalamış müziğinde. Dün akşamki 50 dakikalık konseri bana yetmedi. Umarım daha uzun bir konser vermek için yine gelir İstanbul'a.



Greg Haines'in ardından kısa bir aradan sonra genç müzisyen Douglas Dare ve davulda Fabian Prynn geldi sahneye. Brooklyn'deki konserinde tek başınaydı ve sadece piyano çalmıştı Dare. Bu kez bir Nord klavyenin önünde, davul eşliğinde başladı konserine. Yaşadığı olayları şarkılarına kendine özgü çekici bir tuhaflık içinde aktarıyor Dare. Mesela hiç dövmesi olmasa da, dövme yaptırmanın nasıl bir his olduğunu deneyimlemese de, bedeninde dövme değil, yara izi istediğini söyleyebiliyor 'Scars'da. Büyükbabasını savaş sırasında sevdiği bir kadınla mektuplaşırken hayal ettiği şarkısı "Caroline", vokal melodisindeki ustalığının zirveye çıktığı şarkılardan birisi. Öyle dokunaklı bir tonda söylüyor ki, öyküsüne rağmen bu şarkı büyükannesinin bile favorisi olmuş.

Dare'in sadece piyano ile verdiği tamamen akustik Brooklyn konseri, saf bir şiirsellik örneğiydi. Dün akşamki performansında, davulun da katkısıyla soundu daha vurucu ve hareketliydi. Bir ara Fabian Prynn sahne arkasına geçip onu yalnız bıraktığında, salonda piyano olduğunu görünce onu da çalmak istediğini söyledi ve o sözünü ettiğim saf şiirsel tınılardan örnekler de sundu.

Şarkı aralarında anlattığı kısa öyküler ve yaptığı esprilerle renklendirdiği konser, Douglas Dare'in dış görüntüsüyle uyumlu çocuksu yanını da ortaya çıkarıyor. Kırılgan, naif, romantik, duyarlı ve aynı zamanda tutkulu bir kişilik var o müziğin arkasında. Ruhunun bütün güzelliklerini dinleyiciyle paylaşan bir yetenek... Kendisini giriş katında sandalyelerde oturarak ve asma katta bacaklarını demir parmaklıkların arasından aşağı sarkıtarak tam bir sessizlik içinde dinleyenlere, "Hepiniz çok saygılısınız. Teşekkür ederim. Belki de sandalyede oturduğunuz için... Yukarıdan sallanan ayaklar görüyorum. Siz de dikkat edin orada," diyecek kadar da kibar.

Terapi gibi konserler vardır ya; onlardan biriydi dünkü de... Günlük hayatı kaplayan kabalık, şiddet, küfür kıyamet iki saatliğine yok oldu; insan ruhunun inceliklerini seslerle dokuyan müziğin güzelliği doldurdu Salon'u...

Douglas Dare setlist: Clockwork - Nile - Seven Hours - Lungful - Whitewash - Unrest - Swim - Scars - London's Rose - Caroline - Flames - Repeat


(Fotoğraflar ve videolar bana aittir.)

-

2 Nisan 2015 Perşembe

A PERFECT EVENING OF POETRY AND MUSIC: CONCERT REVIEW-- MORRISSEY IN GLASGOW


2.4.2015

Morrissey
SSE Hydro, Glasgow
21st March 2015

A perfect evening of music and poetry, Zulal Kalkandelen reviews Morrissey’s SSE Hydro show with words and photos.

British icon Morrissey took the stage last night at The SSE Hydro, Scotland’s largest public event arena, and mesmerized his fans with a wonderful mix of old and new songs. Based on his keen perspective on culture, gender, modern-day society, and politics, his concerts is a form of conceptual art from beginning to end. With all meat and fish products removed from the venue’s menu and a t-shirt depicting a naked Morrissey with his hand over the Queen’s mouth among the merchandise, it was clear that Morrissey was in the house.

He started last night’s show with a distinction choice. Once we got in the venue, our ears were greeted by Russian composer Nikolai Karlovich Medtner’s ‘Andantino con moto’ played by Evgeny Svetlanov. It was a marvellously unusual start.

The music mix they played as an intro also included ‘The Gift’ from The Velvet Underground, ‘It Happens Every Time’ by Tim Buckley, ‘Lazy Sunday’ by Small Faces, ‘Morning Star Ship’ by Jobriath, ‘Your Woman’ by Tyler James, ‘The Hop’ by Theatre of Hate, ‘Dark Sunglasses’ by Chrissie Hynde, ‘Shamrock’ by Nathan Abshire, ‘It’s Indian Tobacco My Friend’ by Cornershop and finally he made thousands of people heard Maya Angelou reading her poem “No, no, no, no”.

“No more
the dream that you
will cease haunting me
down in fetid swamps of fear
and will turn to embrace your own
humanity
which I AM
No more
the hope that
the razored insults
which mercury-slide over your tongue
will be forgotten
and you will learn the words of love…”

What an epic choice it was to start a concert with the strength of poetry!


Morrissey has invited very talented musicians to open his shows over the years and last night in Glasgow, the legendary Cree singer-songwriter/activist/artist Buffy Sainte-Marie took the stage. Merging her Indian roots with a modern, pounding sound, The Canadian native put a very strong half-hour show.

The interval film show was full of Morrissey’s personal touchstones – New York Dolls quoting the Shangri-Las on German TV show; Charles Aznavour singing ‘Emmenez-moi” at Olympia; The Apex Theory playing ‘Apossibly’; Jefferson Airplane playing ‘White Rabbit’; Penetration playing ‘Don’t Dictate‘; Anna Sexton reading a poem about suicide; American writer Gertrude Stein reading an excerpt from ‘Matisse’; a footage showing cheerful celebrations marking the death of Margaret Thatcher and the final image saying ‘Margaret Thatcher is dead. LOL!’.

Then as we were listening to Klaus Nomi’s spine-chilling ‘Wayward Sisters’, the curtain came down dramatically and there were Morrissey and his band in the bright lights! His presence on stage is so charismatic that the moment you see him, you know that you are in the company of a true legend. The Smiths’ ‘The Queen Is Dead’ was played as the opener and the backdrop showing the Queen giving the middle finger and a picture of Kate Middleton and Prince William captioned ‘United Kingdumb’ simply made the audience descend into screams of euphoria.

Soon after, we got the tremendous bliss of ‘Suedehead’, followed by ‘Staircase at the University’ and the title track from his latest solo album ‘World Peace Is None of Your Business’. He played 20 songs total but the experience was still too short.

The highlights of the night were ‘One of Our Own’, ‘Istanbul’, ‘Scandinavia’, ‘Everyday Is Like Sunday’, ‘The Bullfighter Dies’, ‘Meat Is Murder’ and the closing track ‘Speedway’. Morrissey’s early songs and The Smiths songs received the greatest reception but gems like ‘Istanbul’, ‘I’m Not a Man’ and ‘Neal Cassady Drops Dead’ amazed the crowd with his lyrical prowess.

Compared to his other shows, Moz seemed not to be in a talkative mood last night but he shared his opinion on the Scottish independence with the audience and it met with rapturous applause. ‘I know many of you will disagree with me, well, you might, but I was very disappointed by the outcome of the referendum. You missed your perfect chance. Maybe next time,” he said. It was not so surprising, because he had declared his support for Scottish independence ahead of the referendum. But if he hadn’t expressed his thoughts about this controversial political subject on stage in Glasgow, I’d have been disappointed. Because he is a living example of a true artist who never shies away from stating his opinions and knows no boundaries. He’s an outsider, in a literal sense, who bravely disturbs the comfortable by always speaking his mind and he has never stopped proving that for more than three decades.

Last night, Morrissey rarely spoke between the songs but announced, “I will always be in your debt,” while gracefully taking letters from fans. Until ‘Meat Is Murder’, apart from bright lights and some images, there was barely any stage decoration. But The Smiths’ well-known animal rights protest song was supported with shockingly graphic footage of factory farm cruelty to animals. During the song the band was really got wild, pounding on huge drums that sounded so angry. This is the song that changed my life and I still think it is the most intense song ever recorded. Not only it is disturbing, but it is also awakening.

To me, ‘Meat Is Murder’ is always the best part of a Morrissey show, but some people say “hearing it in a live setting destroys the energy in the room and that’s why it is the ‘love it or leave it’ portion.” But obviously, Morrissey has never been an artist who wants to be liked by everyone. He just sings his heart out.

As usual, his shirt toss caused chaos among fans who tried to get a piece of shirt. He ripped open his shirt and presented his body to the audience. When I interviewed last year, he said, “ It’s not meant to be an orgiastic moment – I’m not asking anyone to find me impressively seductive, but rather, to get out of this human need to always be enclosed … enclosed within clothes, within cars, within houses … humans are obsessed with being ‘inside’ or covered, and they don’t feel comfortable with the lyric natüre of freedom of any kind.”

When he returned to the stage for an encore, he told the audience, “Whether you take the high road or the low road, I love you,” and ended the concert with ‘Speedway’. It was a perfect evening of music of poetry.

Like it or not, he has always been true to his fans… ‘in his own strange ways’, as he put it best in ‘Speedway’.
  • The Queen Is Dead (The Smiths song)
  • Suedehead
  • Staircase at the University
  • World Peace Is None of Your Business
  • Kiss Me A Lot
  • Istanbul
  • I’m Throwing My Arms Around Paris
  • Neal Cassady Drops Dead
  • One of Our Own
  • Yes, I Am Blind
  • Trouble Loves Me
  • Scandinavia
  • Stop Me If You Think You’ve Heard This One Before (The Smiths song)
  • Everyday Is Like Sunday
  • What She Said (The Smiths Song)
  • The World Is Full of Crashing Bores
  • I’m Not a Man
  • The Bullfighter Dies
  • Meat Is Murder
  • (Encore) Speedway
(This review was first published on Louder Than War. Words and photos @ Zulal Kalkandelen
http://louderthanwar.com/morrissey-glasgow-live-review/)

2015 İÇİN ALTERNATİF 6 MÜZİK FESTİVALİ


2.4.2015

Baharın gelişiyle birlikte festival sezonu hareketlenmeye başladı. Bu yıl da dünyanın çeşitli kentlerinde farklı müzik zevklerine hitap edecek birçok etkinlik gerçekleştirilecek. Müzikseverlerin çoğunun bildiği, medyada geniş yer alan, ana akım büyük festivallerin yanı sıra, indie isimlere daha fazla yer veren festivaller de var. Ancak onlar da son yıllarda indie rock’ın popüler etkinlikleri haline geldiğinden, underground sahneyi izlemek isteyenleri tatmin etmiyor. Bu nedenle son birkaç yıldır ilgimi o tür festivaller yerine, deneysel, avangart müzik odaklı etkinliklere yöneltmeyi tercih ediyorum. Benim gibi yeni cevherler keşfetmeye meraklı olanlar için bir araştırma yapıp, önerilerimi paylaşmak istedim.

Strange Forms, 4-5 Nisan, Leeds, İngiltere
https://www.facebook.com/events/593550790708942
 
Post-rock, Post-metal, Math-rock, noise-rock sevenlere önerim, Leeds’te çok amaçlı bir mekan ve barda düzenlenen Strange Forms. Nisan ayının ilk haftasında iki gün boyunca sürecek bu festival, iyi seçilmiş bir katılımcı listesine sahip. İlginç bir şekilde sadece İngiltere çıkışlı gruplara yer verilmiş ama hepsi de izlemeye değer. Her Name Is Calla, Telepathy, Falls, Alright The Captain, Envoys, Civil Protection, Tacoma Narrows Bridge Disaster gibi post-rock/math-rock grupları dışında Manchester’dan elektronik ambient grubu Worried About Satan ve Leeds’ten dreampop grubu Lenin’i de dinleme olanağı var.

Festivalin ikinci özelliği tüm hafta sonunu kapsayan biletin fiyatı 15 Pound ve sadece 130 bilet mevcut. Adeta arkadaşlarınızla kendinize özel bir festival düzenliyormuş gibi hissedebileceğiniz ender etkinliklerden birisi. Bu kadar ucuz olmasının nedeni kâr amacı gütmeyen Leeds merkezli Bad Owl Presents’in düzenlemesi. Bilet alabilmek için, işçi kooperatifi tarafından işletilen Wharf Chambers adlı mekana 1 pound bağışlayarak üye olmak gerekiyor. (https://www.facebook.com/events/593550790708942)
Bütün bunlara ek olarak festival boyunca vejetaryen ve vegan yiyecekler de satışta olacak.


Other Worlds Festival, 10-12 Nisan, Blackpool, İngiltere
http://otherworldsfestival.co.uk
 
2010’da Blackpool’da kurulan bağımsız plak şirketi Must Die Records tarafından düzenlenen Other Worlds, avangart, drone, noise ve tüm deneysel seslere açık bir müzik ve sanat festivali. Bu niteliklere sahip yeni çıkış yapan ya da bilinen isimleri destekleyip buluşturmak için bir platform oluşturmayı amaçlıyorlar.

Blackpool’daki çeşitli mekanlarda gerçekleştirilecek performanslara göz attığımda Gnod, Rough Fields, Sly & the Family Drone, Evil Blizzard, Jez Riley French gibi heyecan verici tanıdık isimlere rastladım ama açıkçası yeraltı sahnesinde adını daha önce duymadığım gruplar da epey çok. O nedenle keşif yapmak için ideal gibi görünüyor. Festival kapsamında ayrıca ses deneylerine dayalı atölyeler ve yerleştirmeler de yapılıyor.

Festivale gitmeye niyet ederseniz, konaklama için Blackpool’da uygun fiyatlı B & B önerileri festival sitesinde bulunabilir. Erken satıştaki biletler şu anda sadece 20 Pound.


Resonate, 13-18 Nisan, Belgrad, Sırbistan
http://resonate.io/2015
 
Eğer müzik, görsel sanatlar ve dijital kültürdeki son gelişmelerle ilgileniyorsanız, kaçırmamanızı önereceğim festival, Belgrad’da düzenlenen Resonate yani Belgrad New Media Festival. Organizatörleri tarafından bilgi paylaşımı ve eğitim platformu olarak tanımlanan etkinlikte, yerleştirme sanatı, ses, renk, algılama, mimari, psikoloji ve insan davranışı gibi alanlarda sanat ve kültürde teknolojinin pozisyonu üzerine çeşitli yaratıcı fikirler ve ufuk açıcı tezler tartışılıyor, atölyeler düzenleniyor, konferanslar veriliyor. Üstelik bu faaliyetlere katılanlar da, elektronik müziğin ve görsel sanatların en uzman isimleri, prodüktörler, ünlü müzisyenler. Mesela Ben Frost, Rob Clouth ve Emika, hem canlı performans gerçekleştirecek, hem de söz konusu etkinliklere katılıp deneyimlerini doğrudan katılımcılarla paylaşacak.

Toplam altı gün süren etkinlikte Blixa Bargeld, Machinedrum, Simian Mobile Disco, Senyawa, Olga Bell, Andy Stott, Sophie ve Sculpture’un da aralarında olduğu isimlerden canlı performanslar izlenebilecek.

Festival, Belgrad’ın içindeki çeşitli mekanlarda gerçekleştirileceğinden, otelde kalmanız gerekiyor. Etkinliğin resmi sitesinde bu konuda bazı seçenekler var.

Festival biletleri üç kategoriye ayrılmış. Dilerseniz sadece konferans kısmını ya da atölyeleri izleyebiliyor, dilerseniz tüm etkinliği takip edebiliyorsunuz. Bilet fiyatları da buna göre değişiyor ama zamanınız varsa en mantıklısı hala erken satışta olan Resonate Live bileti alıp tümünü izlemek; en ucuz bilet 79 Euro. http://resonate.io/2015/tickets




Dunk! Festival - 14-16 Mayıs, Zottegem, Belçika
http://www.dunkfestival.be
 
Belçika’nın başkenti Brüksel yakınlarında yer alan, yaklaşık 25.000 nüfuslu Zottegem’de düzenlenen bu festivalin özelliği, post-rock diye adlandırılan türe özel bir etkinlik olması. Lootgenot adlı kâr amacı gütmeyen bir kuruluş tarafından 10 yıldır düzenleniyor. Yıl boyunca çeşitli konser etkinlikleri yapan kuruluş, aynı zamanda Dunk! Records etiketiyle albüm de yayınlıyor. Geçen yılki festivali indiegogo’da açtıkları bir kampanyada toplanan 14.754 Euro ile gerçekleştirmişler.

Perşembe, cuma ve cumartesi günlerini kapsayan üç güne yayılan festival için bilet 80 Euro. http://www.dunkfestival.be/dunkfestival/tickets/

Festivale katılacak isimlere gelince... Bu yıl Japonya’dan Mono, sarsıcı canlı performanslarıyla ünlenen Belçikalı post-metal grubu Amenra, Amerika’dan enstrümantal rock’ın başarılı grubu Caspian, müzikleriyle insanı adeta Yeni Zelanda’nın muhteşem doğasınada bir yolculuğa çıkaran Jakob, Progresif metal türünün Almanya’daki temsilcilerinden The Ocean, enstrümantal rock ile elektronikayı buluşturan İngiliz grup Maybeshewill, Fransa’dan post-metal grubu Year of No Light ve gürültülü gitar soundu ile hüzünlü melodileri birleştiren Çinli post-rock grubu Wang Wen öne çıkıyor. Ancak tüm katılımcılar arasında benim özellikle dikkatimi çekenler, listenin daha alt sıralarında yer alıyor. Geçen yıl “Weighs Like a Nightmare on the Brains of the Living” adlı kısaçalarını yayınlayan Portekizli grup Katabatic, doom etkisindeki sıradışı kompozisyonlarını icra eden çellist Helen Money ile akustik sesleri, drone, noise ve elektronik loop’larla birleştiren Fransız müzisyen Marc Euvrie’nin solo projesi The Eye of Time oldu. Açıkça görülüyor ki, Dunk! Festival, farklı ülkelerden seçtiği bu gruplarla, enstrümantal rock, noise, drone, post-metal, shoegaze ve deneysel sesleri sevenler için ideal bir festival olabilir.

Festival hakkındaki bilgiler, resmi sitesinde bulunabilir ama kısaca birkaç bilgi vermek gerekirse, Zottegem tren istasyonundan festival alanına geliş ve gidişte otobüs servisi yapılıyor. Kamp alanında çadırlarda konaklamak ücretsiz. Ayrıca festival boyunca kahve ücretsiz!

Festival alanına göz atmak isterseniz şu kısa video bir fikir verebilir:




Romanya’dan bir ekip, geçen yılki Dunk! Festival hakkında bir belgesel çekmiş. Festivalde nelerle karşılaşacağınızı görmek açısından yardımcı olabilecek bilgiler içeriyor.



Dark Waters Goth and Dark Alternative Festival, 5-7 Haziran, Nottingham, İngiltere
http://www.darkwatersfestival.co.uk

Hem İngiltere hem de Avrupa’dan çıkan en iyi yeni alternatifleri tanımak isteyenler için mükemmel bir fırsat sunuyor Dark Waters. Elektro pop, gothic rock, punk rock, space rock, garage punk, disco noise, industrial, post-punk, synthpop gibi birçok müzik türünü buluşturan oldukça eklektik bir lineup sunuyorlar ama önemli olan, katılan grupların müziğe deneysel ve DIY yaklaşımları. Bu yılki programlarına baktığımda 1980’lerden günümüze varlığını sürdüren post-punk/gothic rock grubu The Danse Society; darkwave, post-punk ve elektronik müziğin son derece özgün bir karışımı sayesinde yarattığı müziğiyle bence günümüzün en iyi yeni gruplarından biri olan You The Living; electro-rock/endüstriyel soundun İsveçli karizmatik temsilcisi The Beauty of Gemina’yı görmek bana yetti bile. (Üç gün sürecek etkinliğe katılan diğer grupları festivalin resmi sitesinden öğrenebilirsiniz. http://www.darkwatersfestival.co.uk/line-up/2015-band-info)

Dark Waters’ın en çekici yanlarından birisi de, düzenlendiği mekanın güzelliği. Elbette bir festivali değerlendirirken öncelikle önerdiği müziğe yani katılacak gruplara bakıyorum. Bunun hemen ardından önemli olan faktör, o müziğin icra edildiği mekan. David Lynch bir keresinde, çok doğru bir tespit yaparak, “müziğin çalındığı mekan da bir müzik aracıdır” demişti. Dark Waters, Nottingham’da Trent Nehri kıyısında yer alan The Britannia Boat Club’da gerçekleştiriliyor. Kent merkezine çok yakın bir mesafedeki bu mekanın tercih edilmesinin nedeni, hem kentin müzik sahnesinin gelişmesine yaptığı katkı, hem de içinde sadece 250 kişinin yer alabileceği bir mağara barındırması!

Festivalin biletleri ile bilgi de resmi sitesinde mevcut. Böylesine iyi bir lineup ve şahane bir mekana sık rastlanmıyor. Olanağınız varsa ve festivaldeki müzik türlerine ilgi duyuyorsanız kaçırmayın derim.


Secret Solstice, 19-20 Haziran, Reykjavik, İzlanda
http://secretsolstice.is

Yaz gündönümünün yaşandığı hafta sonunda, güneşin üç gün boyunca hiç batmadığı Reykjavik’te düzenlenen Secret Solstice, bu festivali önerdiği muhteşem müziğin ötesinde bir doğa olayına çeviriyor. Festivalin yapıldığı Laugardalur adlı piknik alanında çadırlarda kamp yapılabiliyor ya da otellerde kalınabiliyor. (Bu konudaki seçenekler, festivalin resmi sitesinde var. Kamp bileti 60 Euro.)

Secret Solstice’de yerel müzikleri dinleme olanağı olduğu kadar, uluslararası alanda tanınan grupları ya da yeni yetenekleri canlı dinlemek mümkün. Alternatif, elektronik, hip-hop, pop, reggae ve rock türlerinde hemen her zevke hitap edecek isimler var. Bu yıl şu ana kadar açıklanan lineup tatmin edici. The Wailers, Charles Bradley, Nightmare On Wax, Gusgus, Submotion Orchestra, Erol Alkan, Daniel Avery, Zero 7 (DJ), FM Belfast, MØ, Anushka, Ghost Culture, Droog, Kink hemen dikkatimi çekenler arasında ama hiç tanımadığım İzlandalı gruplar da var.

Festival biletleri normal ve VIP olarak ikiye ayrılmış. Normal bilet 119 Euro iken VIP bileti 200 Euro civarında. “VIP” ayrıcalığı yaratılması festival mantığına yakışmıyor bence. Bu festival seçkisinde yer verdiğim en pahalı olan etkinlik de bu... Katılacak gruplar, gerçekleştirildiği zaman, kent ve mekan ilginç olduğu için listeye aldım.

Festival atmosferi hakkında fikir edinebilmek için geçen yıl hazırlanan bu videoyu izlemenizi öneririm.




Bu yazı, ilk olarak Red Bull Türkiye'nin sitesinde yayınlanmıştır. http://www.redbull.com/tr/tr/music/stories/1331710346955/2015-i%C3%A7in-alternatif-6-m%C3%BCzik-festivali

Translate