25 Şubat 2014 Salı

VEGAN LOGIC LIX - ŞUBAT 2014 EN İYİ KAYITLAR SEÇKİSİ - 24.02.2014


25.02.2014

1- Teebs - View Point
2- Blossom - Road of Wind
3- Origamibiro - Ada Deane
4- IIIII Five Eyes - Mother Love
5- Prurient - Washed Against the Rocks
6- Future Islands - One Day
7- Wild Beasts - Pregnant Pause
8- HTRK - Blue Sunshine
9- Beck - Wave
10- Sad Animals - A Friend
11- Leyland Kirby - Last Ditch Legacy
12- Mondkopf - Cause & Cure




23 Şubat 2014 Pazar

SLEEP PARTY PEOPLE @ SALON


23.02.2014

Dün akşam Salon'da Sleep Party People'ı ilk kez canlı dinledim. Açıkçası, gaza ve şiddete boğulan Taksim'de yine olaylı bir akşamda Şişhane'deki mekana giderken, konserde fazla dinleyicinin olmayabileceğini düşünmüştüm ama yanıldım; Türkiye'deki ilk konserlerine ilgi oldukça fazlaydı. Salon'un giriş katı da, asma kat da tamamen doluydu. SPP ekibi, henüz ışıklar yanmadan sahneye çıkıp ellerindeki maskeleri yüzlerine geçirdikten sonra hemen çalmaya başladılar. Hepsi bir örnek olacak şekilde, önden fermuarlı siyah sweatshirt giymiş, kapşonları da başlarına geçirmişlerdi. Müzisyenlerin sahnede giydikleri kıyafetlerin müziğin sunumu ile olan ilgisini David Byrne "How Music Works" adlı kitabında ayrıntılı bir şekilde anlatmıştı. SPP'ın arkasındaki isim Brian Batz da, yaptığım röportajda, maskenin verdiği özgürlükten söz etmişti. Müzisyen olsam, ben de öyle bir maske takabilirdim sahnede. Ancak SPP'nin tavşan maskeleri, Daft Punk'ın sahne dışında da çıkarmadığı robot kostümü gibi değil; çünkü konser biter bitmez maskelerini sahnede çıkarıp bir kenara koydular, konser sonrasında imza verirken de herkes yüzlerini gördü. Onların maskeden beklediği, bunu bir reklam malzemesi olarak kullanmak değil; canlı müzik yaparken odaklanmayı artıran bir faktör olarak yararlanıyorlar ondan. Burial'ın kendi çektiği bir fotoğrafla ilk kez bu yıl yüzünü göstermesi de bu çerçevede ele alınabilir. Müzisyenin sahnedeki fiziksel görünümü ve müziğin sunumu arasındaki ilişki, ayrıca incelenmesi gereken bir konu.



22.30'da başlayan konserin açılışını, 2012'de yayınlanan "We Were Drifting On a Sad Song" adlı albümden "A Dark Good Heart" ile yaptı SPP. Ekibin hem dans ettiren coşkulu, hem de daha ağır tempolu şarkıları var. Konserdeki şarkı sıralaması yapılırken de bunlar arasında dengeli bir sıralama olmasına dikkat edilmiş; tam herkes dans havasına girmişken sakinleyen sound, bazılarında uyum sorunu yarattı ve bu nedenle konuşma gürültüleri duyuldu ama genel olarak izleyici ile sahne arasında iyi bir iletişimin kurulabildiği, ilginin hiç azalmadığı konserlerdendi.

SPP'ın gitar, perküsyon, klavye, synthesizer temelli müziğinde, hem vokalde hem de kullandıkları her türlü seste yoğun distorsiyon söz konusu. Brian Batz röportajda bunu da anlatmıştı; hiçbir sesi olduğu gibi kullanmayı tercih etmediğini, mutlaka üzerinde oynayıp başka bir şekle soktuğunu söylemişti. Tavşan maskeleri ve onunla uyumlu bir vokal ile yaratılan şarkılar, çok başarılı bir şekilde sahneye yansıtılan ışıklarla birleşince, konserde bir hayal alemi yaratılıyor adeta. Konser sırasında bir an, film yönetmeni olsam, onların konserinden bir sahneye filmimde mutlaka yer verirdim diye geçti içimden. Çünkü gerçek ile hayal arasında bir hissi yakalamayı başarıyorlar. En azından konser salonunun dışındaki kabalığa,  şiddete insan olmadıklarını söyleyerek yanıt verirken, çok inandırıcı bir ruh katıyorlar müziğe. Ne dersiniz? Belki de filmin konusu bu olurdu: Yaşadığı dünyada insanların hoyratlığından kaçmak için koşarak çıkış yolu arayan birisi, bir anda Brian Batz'ın uzaktan sesinin geldiği yere doğru yönelir ve karşısına çıkan dik merdivenlerden aşağıya iner, yaklaşan silahlı adamlardan kaçış için tek umuttur orası. Yeraltındaki mekana indiğinde sahnede müzik yapan SPP'ı görür ve o anda kahramanımız bambaşka bir evrenin içinde bulur kendini. Silahlı adamlar içeri girmek istediğinde, bu kez, sahneden yayılan duman ve sesin yansıttığı saflığın içinde nefes alamayıp oldukları yere yığılırlar… Böyle düşünceler içinde dinledim dünkü konseri; aklıma başka uçuk fikirler de geldi ama onları da yazarsam çok uzar.



Sleep Party People, canlı dinleyince müziklerinin etkisi artan gruplardan; konserde az önce anlatmaya çalıştığım görsel etkilerin yanında, sahnedeki dinamizm de buna eklenince ortaya çok güçlü bir performans çıkıyor. Ne yazık ki dünkü konser bana ve sanırım birçok kişiye yetmedi; ilk albümden beş, ikinci albümden altı şarkıyı toplam bir saat içinde çalarak ayrıldılar sahneden. Son şarkı, bir dinleyicinin arada bir adını bağırarak istekte bulunduğu ve Batz'dan "O daha sonra" diyerek yanıt aldığı, en ünlü şarkıları "I Am Not Human At All" oldu. (Bu arada daha önce de yazmıştım; konserlerde şarkı adı bağırarak istekte bulunmak bana düşünceli bir davranış gibi görünmüyor. Bırakın müzisyen ne istiyorsa onu çalsın; sonuçta müzik duygulara dayalı olduğundan belki belli bir şarkıyı o anda çalmak istemiyor olabilirler. Eğer kendisi sorarsa yanıt verilir ama böyle her şarkı arasında bağırıp talepte bulunmak hoş değil kanımca. Marianne Faithfull'un dediği gibi, sahne müzisyenindir; ne isterse onu söyler, çalar.) "I Am Not Human At All"un yedi dakikalık enfes bir yorumunun ardından Batz, "Mayıs ayında yeni albüm çıkınca yine gelmek isteriz," dedi ayrılırken. Biz de bekleriz yeniden.


Setlist: A Dark Good Heart - Chin - 10 Feet Up - The Dwarf and The Horse - Gazing At the Moon - Notes To You - We Were Drifting On a Sad Song - An Iris Pseudocorus - Heaven Is Above Us - Things Disappear Like Tears in the Rain - I Am Not Human At All 

(Fotoğraf ve videolar bana aittir.)

18 Şubat 2014 Salı

VEGAN LOGIC LVIII - REMIX PT. IV - 17.02.2014



18.02.2014

17.02.1014 tarihinde Dinamo FM'de yayınlanan Vegan Logic'in kaydı.

1- Mala - Changes (Distance Remix)
2- Nolan House - Jordan (GLGN Remix)
3- Mt. Wolf - Midnight Shallows (LuQus Remix)
4- Patterns in Plastic - Sleepyhead (Sina. Remix)
5- Group Rhoda - King (The Asphodells Remix)
6- Camera - Skylla (Sølyst Remix)
7- Function - Psyhic Warfare (Vatican Shadow Remix)
8- Atom™- Ich bin meine Maschine (Function Remix)
9- Lucy - The Illusion of Choice (Donato Dozzy Remix)
10- Black Astreoid - Black Acid (Alva Noto Remodel)







17 Şubat 2014 Pazartesi

BRIAN BATZ: "ARTIK İÇİMDE ÇOK FAZLA ROBOT YOK"


17.2.2014

Danimarkalı müzisyen Brian Batz'ın projesi Sleep Party People (SPP), Türkiye'de ilk konserini 22 Şubat'ta verecek. Elektropop ile ambient'ı buluşturan, çok kendine özgü, tuhaf seslerle dolu, dinleyeni gerçekle hayal arasında bir yere sürükleyen ve dreampop diye tanımlanan bir müzik yapıyor SPP. 2012'de ikinci albümü hakkında yazdığım yazıda da belirttiğim gibi çoğu kişinin dinleyince ilk aklına gelen "Donnie Darko" adlı ünlü film oluyor. Ben de onlardan biriyim. Tavşan simgesinin etkisi var elbette ama duyduğum sesler de his olarak o filmle birebir örtüşüyor.

14 yaşından beri çeşitli gruplarda çalmış Batz. 2008'de kendi müziklerini kaydetmek için evine çeşitli aletler alıp çalışmaya başlamış. Bakmış ki ortaya çıkan kayıtlar, o sırada çaldığı grubun soundundan çok farklı, kendi grubunu kurmayı o zaman düşünmüş. Canlı performanslarında taktığı tavşan maskesinin ardında yarattığı vokal soundu var. "Eğer tavşanlar konuşabilseydi böyle olurdu," düşüncesi, onu internette "tavşan maskesi takan insanlar" şeklinde bir arama yapmaya yöneltmiş ve sonunda bulduğu bir fotoğraf ona ilham kaynağı olmuş. Bir koridorda yüzünde tavşan maskesi ile duran çocuk, ona hem ilginç hem de ürkütücü gelmiş. SPP'ın 2010 tarihli ilk albümünün kapağında da yayınlanan o fotoğraftan sonra, kendisi de sahnede aynı maskeyi kullanmaya karar vermiş; o günden beri de kendisine eşlik eden müzisyenlerle birlikte konserlerinde o maskeyi takıyorlar.

Üçüncü albümü gelecek mayıs ayında yayınlanmadan önce SPP'ı İstanbul'da izlemek heyecan verici olacak. Sonunda çok sevdiğim "I Am Not Human At All"u canlı dinleyeceğim. (Aşağıdaki performans kaydı Youtube'da yaklaşık 3.5 yılda 1.232.842 kere tıklanmış. Ana akım dışında bir grup için çok büyük bir rakam.) Konserden önce Brian Batz ile röportaj yapma olanağı bulunca, onu daha yakından tanıyabilmek için müziğin çeşitli yönlerine değinen sorular sordum. İlham aldığı müzisyenleri duyunca da, ne çok ortak noktamız varmış demeden edemedim.





Sleep Party People'ı uzun bir süredir izliyorum ve yarattığınız sound nedeniyle üretim sürecinizin ayrıntılarını merak ediyorum. Beste yaparken izlediğiniz belli bir yöntem var mı? Şarkılar ayrı bir oluşum şeklinde mi beliriyor, yoksa albüm konsepti belirleyip ona mı uyuyorsunuz?

Genel olarak müziklerimin çoğunu piyano ya da gitar üzerinde yazıyorum ama bazen tuhaf ses manzaraları ya da ilginç bir vuruş üzerinde oynamak da ilham verici olabiliyor. Sanırım içinde bulunduğunuz ruh haliyle ilgili bu. İlk iki albümümün nasıl olacağı ve dinleyicileri nasıl bir atmosfere sokması gerektiği hakkında çok net görüşlerim vardı. Fakat yeni çıkacak üçüncü albümüm için iki prodüktörle (Mikael Johnston ve Jeff Saltzman) birlikte çalışmak üzere San Francisco'ya davet edildim ve oraya gittiğimde aklımda henüz hiçbir fikir yoktu. O nedenle orada bir ay kadar zaman geçirip neler yapabileceğimize baktım, çok çalıştım ve sonunda bir albüm ortaya çıktı. Bu şekilde çalışmak, oldukça kaotikti, alıştığım rahatlık ortamından çok uzak bir deneyimdi. Gündüzleri taslakları ortaya çıkarıyor, geceleri onları diğer stüdyoya götürüp kaydediyordum. 3 odam vardı; birisinde perküsyon seti, birinde gitar, bas ve amplifikatörler ve diğerinde de her çeşit analog synth'ler ve garip sesler çıkaran enstrümanlar. Bir odadan diğerine koşup aklıma geleni kaydetmeye çalışıyordum. Hem müthişti hem de dehşet vericiydi. Bu üçüncü albümde nasıl bir sound yaratacağıma dair hiçbir fikrim yoktu. Tek istediğim şey, organik, sıcaki analog ve seslerin bizzat çaldığım aletlerden çıkmasıydı. Bunun sonucunda, yeni albümde bilgisayar kullanımı ve elektronik ses pek yok. Çok heyecan verici bir süreçti ve daha önce hiç denemediğim bir yöntemdi. Çok sevdim bu süreci; o iki prodüktörün yardımı olmasa bu albümü yapamazdım.

Albüm ne zaman çıkacak?

Mayıs 2014'te yayınlanacak. Bu albümdeki en önemli değişiklik, tipik SPP vokali dışında kendi sesimle şarkı söylemem. Tavşan sesi aralarda yine duyuluyor ama % 80'i benim kendi sesim.

SPP'ı elektropop'u ambient ile buluşturan soundu ile tanıyoruz. Yeni albüm için çalışırken öncekilerden farklı bir sound yaratmak konusunda bir baskı hissettiniz mi?

Hayır, atmosferik elementler bir müzisyen olarak benim her zaman bir parçam olacak. Yeni albümü yaparken herhangi bir baskı hissetmedim; sadece daha önce yaptıklarımdan farklı bir şey yapmak istedim. Benim için önemliydi bu. O nedenle önceki albümlerdeki elektronik havayı korumak yerine, gerçek enstrümanlarla her şeyi bizzat kendim çaldım.

Diyelim ki ihtiyacınız olan aletler elinizin altında çalışıyorsunuz, şarkılar ekipmanın yönlendirmesiyle mi ortaya çıkıyor, yoksa şarkıya uygun ekipmanı mı önceden buluyorsunuz?

İyi bir soru bu. Bir klavyeden çıkan sesi, pedal, delay machine ya da Eventide DSP 4000 (harmonizer-uyumlayıcı) aracılığı ile manipüle etmeden pek kullanmam. Kullandığım her sesi yaratıcı bir süreçten geçirmek, benim için önemli. Hazır bir sesi kaydetmek fazla kolay. Albüm yapmakla ilgili en ilginç nokta, yeni sesler yaratarak harcadığınız zaman ya da bu bana çok şey ifade ediyor.

Önce sözleri mi yazıyorsunuz müziği mi? Yoksa şarkıya göre değişiyor mu?

Benim için her zaman önce müzik gelir, sonra vokal melodisi ve şarkı sözleri...



KOPENHAG KARANLIĞI VE MASKENİN VERDİĞİ ÖZGÜRLÜK

Danimarka'da yaşamanın müziğiniz üzerinde etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?

Evet, son zamanlarda bu konu hakkında çok düşünüyorum. Bana göre Danimarka, neredeyse hemen herkesin ayrıcalıklı olduğu ama bir nedenle birçok kişinin mutsuz ve tatminsiz olduğu bir yer. Çok içedönük insanlarız, pek sosyal değiliz. Ne yazık ki böyle... Dünyada birçok yeri dolaştıktan sonra edindiğim görüş bu. Seyahatlerim sırasında yoksulluk içinde yaşayan çok insanla karşılaştım, hiçbir şeyleri yoktu ama yine de tipik bir Danimarkalı'dan çok daha mutlu görünüyorlardı. Belki yılın 3/4'lük bir kesiminde gri olan gökyüzü ve havanın sıcak olmaması yüzündendir. Zaman zaman çok fazla yağış olur, kışın da çok soğuk ve rüzgarlı. Belki bu nedenle içedönük bir yapımız var. Kapalı mekanlarda olmaya alışkınız ama ben insanların o kadar yalnız ve dışa kapalı bir halde yaşamasının bireysellik açısından iyi bir şey olduğunu düşünmüyorum. Hmm... Sanırım farklı bir konuya daldım. Her neyse, sonuçta bu durum bana ilham veriyor. Bu nedenle İskandinavya'dan çıkan müziklerin önemli bir kısmı, dünyanın diğer yerlerinden çıkan müziklere göre daha melankolik ve karanlık. Kopenhag'daki havadan ve günlük yaşantımda çevremde olup bitenlerden elbette etkileniyorum. Danimarka'dan sadece şikayet etmiyorum, aynı zamanda gerçekten seviyorum orayı. Özellikle yaz aylarında insanlar daha dostça ve açık görüşlü görünüyor. İlginç bir konu bu.

Dinlediğiniz eski dönem müzikleri de üzerinizde etkili oldu mu? Var mı böyle isimler?

Oldu tabii. Eski ya da yeni, her tür müziği severim. Yayınlanan bütün yeni albümleri takip edip dinlemeye çalışıyorum. Olan biteni izlemek bence önemli. Ama günümüzden önceki dönemlerin müziklerini de çok seviyorum; Brian Eno, Scott Walker, Silver Apples, Erik Satie, Arvö Part ve tabii Beatles üyelerinin hepsi. Bu listeyi uzattıkça uzatabilirim.

Canlı performanslarınızda kullandığınız tavşan maskesini nasıl bulduğunuzu sormayacağım. Çünkü daha önce bu soruyu defalarca yanıtladınız. Fakat merak ettiğim şey, o maskelerin ardında müzik yaparken nasıl hissettiğiniz... Yüzünüzü saklayınca bu size bir tür özgürlük duygusu mu veriyor?

O soruyu sormadığınız için teşekkürler. Sahnede maske takmayı seviyorum. Bana kesinlikle özgürlük duygusu veriyor. Ayrıca kötü bir günde onun arkasına saklanma olanağının olması, maskeyi daha da muhteşem kılıyor.

Bir keresinde "Ben bu albümde ne insan ne de robotum; ikisinin birleşimiyim," dediğinizi okumuştum. Sahnede aynı şeyi mi hissediyorsunuz?

Haha... Onu dediğimi tamamen unutmuştum. Sanırım hala aynısını hissediyorum ama zaman içinde yaşlandıkça ve belki de biraz daha akıllandıkça, her zamankinden daha fazla insan hissediyorum. İçimde artık o kadar fazla robot yok. Sahnede tavşan maskesi takan bir insan olmaktan dolayı çok hoşnutum. Robota benzeyen tek şey, canlı performanslarda kullandığım vokal efekti.

Scarlet Chives adlı başka bir grubunuz daha var. 2013'te ikinci albümünüzü yayınladınız. şarkı yazma ve kayıt açısından, size göre SPP ile arasındaki farklar nedir?

SPP'da ben sadece kendi isteklerim doğrultusunda hareket ediyorum. Scarlet Chives ise SPP'dan tamamen farklı; toplam beş kişilik bir grup ve orada fikirlerimizi birleştirip şarkıları yazıyoruz. Ortaya çıkan şeye şarkı diyebilmemiz için beş kişinin de müzikal açıdan tatmin olması gerekiyor. Kayıt sürecinde de hepimiz işin içindeyiz ve devamlı beyin fırtınası yapıyoruz. Ama mixing sürecinde ben tek başıma çalışıyorum ve son noktayı tek başıma koyuyorum.




"MÜZİĞİM TAMAMEN DUYGULARLA İLGİLİ"

Müzik yapmaya odaklanmak için gerekli ilhamı nereden alıyorsunuz? Bir duyguyu açıklama ya da bir hikayeyi anlatma isteği mi sizi harekete geçiriyor, yoksa daha teknik bir bakış açınız mı var?

Benim için müzik, tamamen duygularla ilgili. Sadece duygusal anlarımda müzik yazabiliyorum. Kendimden çok hoşnut olmadığım ve etrafımda olup bitenlerle ilgili hislerim konusunda kafa karışıklığı yaşadığım dönemler esin veriyor bana.

Jack Kerouac, "Tek gerçek müziktir," demiş; oysa Cecilia Bartoli, "Müzik, birlikte hayal kurma ve farklı bir boyuta geçme yöntemidir," diyor. Size hangisi yakın geliyor?

Hmm... İkisi de. Bana sorduğunuz şey bu değil biliyorum ama bence bu soruyu gerçekten yanıtlamak zor. Duruma göre değişiyor; bazen Kerouac'ın dediği gibi, bazen de Bartoli gibi hissedebilirim.

Müzikolog Jules Combarieu'nun dediği gibi, "müzik seslerle düşünme sanatı" ise, bu düşüncelerin hayale ya da gerçeğe ait olmasının önemi var mı?

Hayır, sanmıyorum. Eğer müzik iyiyse, düşüncenize doğru elementleri eklemeyi başardığınız sürece, onun hayal ya da gerçeklerden yola çıkmasını önemsemem. Önemli olan bu. Size hitap ediyor mu? Evet. O zaman başardınız demektir.

Duyduğunuz anda her ne yapıyorsanız onu bir yana itip, müziğin içine sürüklenmenize neden olan bir şarkı var mı?

Var. Brian Eno'dan "An Ending (Ascent)". Bende çok özel bir ruh hali yaratıyor; sadece gözlerimi kapatıp rahatlamak istiyorum. Duyduğum en güzel müziklerden birisi. Tek kelimeyle yüce.



"KÖTÜ MÜZİKLERİ YOK ETMEYİ İSTERDİM"

Müzik dünyasını son yıllarda meşgul eden birçok konu var. Dijitalleşmenin ardından müzik artık çok kolay ulaşılabilir hale geldi ama bir yandan da sanki eskisi kadar başat değil birçok insanın hayatında. Ne düşünüyorsunuz?

Bu konuda saatlerce konuşabiliriz ama bence bu sorunun iki yönü var. Durum şu: Artık müziği kaydedip yayınlamak her zamankinden daha kolay; bunun sonucunda çok fazla müzik yayınlanıyor. 1. Sorun: İyi olan müziklerin önemli bir kısmı yeterince duyurulamıyor ve yapılan mükemmel işler bu ortamda kaybolup gidiyor. 2. Sorun: Çok sayıda berbat müzik, iyi müzikler kadar kolay bir şekilde yayınlanıyor. Bu kötü albümler yüzünden iyi olanları bulmak da zorlaşıyor. Bunun yanı sıra, doğru ekipman için çok fazla para harcamadan kendi müziğinizi yaratıp kaydedebilmeniz de olumlu. Kendi evlerinde enstrümanlarla oynarken yarattıkları müziği kaydedenlerden çok sayıda iyi müzik ortaya çıkıyor; bu çok güzel bir şey. Pahalı stüdyolarda çalışmaktansa bu daha çok hoşuma gidiyor. Ayrıca şarkılarınızı kaydetmek için zengin olmanızın gerekmemesi de harika. Aslında daha hakça bir sistem. Sadece kötü müzikleri yok edebilmeyi isterdim.

Son yıllarda gelişen stream servisleri konusunda görüşünüz ne? Thom Yorke, Nigel Goldrich, David Byrne gibi müzisyenler, Spotify modelini, tanınmayan yeni müzisyenlere haksızlık yapıldığı ve bu sistemlerin aniden bütün sürecin bekçisi haline geldiğini söyleyerek eleştiriyor. 

Spotify ya da diğer stream servislerine karşı değilim. Bence bu müzisyenler, eski kuşaktan geldiklerinden şikayet ediyorlar. Ya bu servisler olacak ya da insanlar yasadışı indirecek. Ben, Spotify'ın İskandinavya versiyonu olan Wimp'i kullanıyorum ve bu sayede birçok yeni isim keşfediyorum. Eğer bir grubun albümünden gerçekten hoşlanırsam, ya plağını alırım ya da konserine giderim. Benim müzisyeni destekleme yöntemim bu. İnsanlar, bu servislerin çok uzun süre var olacağını ve bizim bunun karşısında yapabileceğimiz hiçbir şey olmadığını kavramak zorunda. Ama evet, aynı zamanda geriye dönüp, insanların gerçekten albüm almak için para harcadığı ve grupları desteklediği zamana dönmeyi de isterdim. Ancak zaman değişiyor, bunu kabul etmek zorundayız ve müzisyenlerin yaptıkları çalışmalar karşısında bu stream servislerinden nasıl daha iyi kazanç sağlayabilecekleri üzerine yeni fikirler geliştirmeliyiz. (Spotify'a eleştiri yönelten müzisyenler hakkında söyledikleri konusunda Brian Batz'a katılmıyorum. Evet, zaman değişiyor ve stream servisleri olacak. Zaten o müzisyenler de bunu inkar etmiyor; yeni müzisyenlere hakça davranılmadığı, ünlülere ve büyük plak şirketlerine ayrıcalık sağlandığı için sistemi eleştiriyorlar. Thom Yorke, hiçbir zaman yeniliğe karşı olmadı; aksine sistemi zorlamak için "In Rainbows"u herkesten önce tümüyle internetten yayınlayıp, "ne isterseniz ödeyin, isterseniz hiç ödemeyin" diyen de oydu. Sistem kuruldu diye eleştirmeyecek değiliz; aksine güçlüye karşı zayıfı desteklemek gerek. O nedenle ben pek kimse tarafından anlaşılmasa da ya da daha doğrusu anlaşılmak istenmese de, seslerini yükselten bu müzisyenleri takdir ediyorum. Z.K.)



(Sleep Party People'ın 2. albümü "We Were Drifting on a Sad Song" hakkında yazdığım yazı.)
-

14 Şubat 2014 Cuma

NEKROPSİ'NİN "AYLIK" ALBÜMÜ TAMAMLANDI


Türkiye'de günümüzün en iyi müzik yapan gruplarından Nekropsi, geçen yıl internet üzerinde her ay bir şarkı yayınladığı "Aylık" adlı çalışmasını sosyal medya aracılığı ile dinleyicileriyle paylaşmıştı. Ev ya da canlı performans kayıtları ile stüdyo doğaçlaması yoluyla ya da tamamen mail üzerinden oluşturulan bu şarkılar, aynı zamanda Nekropsi'nin dördüncü albümünü ortaya çıkardı. Bütün şarkıların ana özelliği, yayınlanmadan hemen önce tamamlanmış olmaları.

Cevdet Erek, Cem Ömeroğlu, Gökhan Goralı ve Kerem Tüzün'den oluşan grup, haziran ayını Gezi Direnişi, ekim ayını iç sebeplerle pas geçtiklerini, bu nedenle 11 ayda 9 kayıt ortaya çıktığını belirtiyor; "üretim ve paylaşmayı ay ritmine bağlamanın kendileri için zorlayıcı ama müthiş bir deneyim olduğunu" söylüyor. 2013 için yaptığım Türkiye'den en iyi albümler/şarkılar seçkimde mart ayı şarkısı "Daphnis" de yer alıyordu. Albümün tümünü aşağıdaki Bandcamp bağlantısı üzerinden dinleyebilir ve istediğiniz miktarı belirleyerek satın alabilirsiniz http://nekropsi.bandcamp.com/album/aylik-monthly Ama grubun resmi sitesi üzerinden dinlerseniz, tüm parçaların kapak resmine de ulaşabiliyorsunuz.

Nekropsi üyelerini, böyle zor bir deneyimi gerçekleştirdikleri ve çok güzel bir albüm ortaya çıkardıkları için kutluyorum. Kendi adıma teşekkür ederim.

12 Şubat 2014 Çarşamba

VEGAN LOGIC LVII - UNDERGROUND 80S (II) -10.2.2014


10.02.2014'te Dinamo'da canlı yayınlanan Vegan Logic'in kaydı.

1- Chris & Cosey - Just Like You 
2- And Also The Trees - Slow Pulse Boy
3- Norma Loy - Power of Spirit
4- Psyche - The Dark Pool
5- Clair Obscur - Artistic Slaughter
6- Second Layer - Japanese Headset
7- Second Layer - Definition of Honour
8- Opera Multi Steel - Empire
9- The Danse Society - My Heart
10- The Neon Judgement - Chinese Black
11- Lives of Angels - Ascension
12- Fall of Saigon - The Swimmer
13- Fall of Saigon - So Long
14- Edward Ka-Spell - Blowing Bubbles (Pt. 2)
15- Borghesia - Cindy Sherman







7 Şubat 2014 Cuma

SIRADIŞI BİR CAZ KONSERİ: Youn Sun Nah @ Borusan Müzik Evi


"Sıradışı", her müzisyen için kullanılabilecek bir sıfat değil; yetenekli olabilir, etkileyici olabilir ama sıradışı olmak herkesin harcı değil. Bunu, dün akşam Borusan Müzik Evi'nde Youn Sun Nah'ı (asıl adıyla Na Yoon-sun) dinlerken, bir kere daha hissettim. Koreli caz vokalisti, 2012'de İstanbul'a yine gelmişti ama o konseri kaçırmıştım. Dün akşam, albümlerinden tanıdığım müzisyeni ilk kez canlı dinledim. Youn Sun Nah'a bu kez kontrbasta Lars Danielsson yerine Simon Tailleu eşlik ediyordu; akordeon, bugüne kadar gördüğüm en tarz sahibi müzisyenlerden Vincent Peirani'ye, gitar ise usta müzisyen Ulf Wakenius'a emanetti. Her biri enstrümanına son derece hakim virtüözlerle Youn Sun Nah'ın uyumu, adeta kapıyı açan anahtarın kilide girişi gibi milimetrik bir uyum içindeydi.

44 yaşındaki Youn Sun Nah'ı tanımayanlar için kısaca bir bilgi vermek gerekirse, Kore'nin önde gelen orkestra şeflerinden bir baba ile müzisyen bir annenin kızı. Üniversitede Fransız Edebiyatı üzerine okudu ve bir moda şirketi için çalışırken bir tiyatro yöneticisi tarafından keşfedilip ilk müzikal deneyimini yaşadı. Sonra 27 yaşındayken, Paris'e gidip önemli okullarda caz ve şansonlar üzerine okudu. Bir yandan okulda öğretmenlik yaparken, bir yandan da Fransa'nın caz kulüplerinde, barlarında şarkı söylemeye başladı. 2001'de ilk albümü "Reflet"i yayınladıktan 2008'de Almanya'nın ünlü caz plak şirketi ACT ile anlaşana kadar toplam beş albüm yayınladı. Geçen yıl yine ACT'den çıkan "Lento" adlı albümü ile büyük başarı kazanan sanatçı, caz dünyasının bugün en yetenekli, en yaratıcı isimlerinden birisi.

Youn Sun Nah'ı sıradışı bulmamdaki temel neden, çok geniş bir vokal aralığında kullanabildiği güçlü, temiz bir sese sahip olması ve tamamen kendine özgü bir yorum geliştirmesi. Le Monde, onu, "Bir UFO'nun caz evrenine muhteşem bir ses ve tutkulu bir özgünlük ile dokunuşu" diye tanımlamıştı. Çoğunlukla birbirine benzeyen ama kusursuz yorumculardan biri değil o; evet, o da mükemmel ama herkesten farklı. Özgeçmişi ile ilgili yazılarda, caz hakkında hiçbir şey bilmezken, 27 yaşından sonra kimseden doğrudan ilham almadan kendi yolunu çizdiği belirtiliyor. Mutlaka bununla bir ilgisi var özgünlüğünün. Paris'e gitmeden önce bir arkadaşı caz üzerine çalışmalar yapmasını önerdiğinde, ona, cazın ne olduğunu sormuş. O da, "Popüler müziğin kökeni," deyince, caza yönelebileceğini düşünmüş. Batı kültürünün egemenliği altında yetişmemiş ama Batı'ya özgü formları kendi diliyle yorumlamayı öğrenmiş Youn Sun Nah. Nah'ın farkını sözcüklerle ancak bu kadar açıklayabiliyorum ama asıl albümlerini dinlerseniz, eminim, daha net bir şekilde algılanır bu özelliği.



Konsere gelirsek, baştan sona eksiksiz, çok profesyonel, doğal ve içten bir performanstı. Açılışı yapan şarkı, 2010 albümü "Same Girl"de yorumladığı popüler müzik klasiği "My Favourite Things" oldu. Daha önce duyduğum bütün versiyonlardan ayrılan, kırılgan ama bir o kadar da etkili bir yorumdu. Nah'ın tek başına sadece elindeki kalimbayı çalarak söylediği şarkıyı dinlerken, insan sesinin gücünü hissediyorsunuz. Ardından sahneye gelen Wakenius ile birlikte, Nine Inch Nails cover'ı "Hurt"e geldi sıra. "Lento"da yer alan bu şarkı, Wakenius'un dokunaklı gitar tınılarının üzerine Nah'ın duru vokalinin döşendiği enfes bir yorum. Tailleu ve Peirani'nin de yerini almasının ardından ekip tamamlanınca, farklı türlerin melodilerinde akıp giden bir yolculuk başladı dinleyiciler için. Perküsyonün rolü, zaman zaman gitara ve kontrbasa verilirken; Pierani'nin akordeonu adeta konuşturduğu şiirsel yorumu, beni konser salonu dışında başka dünyalara sürükledi.


Kore folk şarkısı "Arirang", Nah'ın kendi yazdığı "Pancake", Stan Jones bestesi "Ghostriders in the Sky", Vincent Peirani'nin bestelediği "Empty Dream" arka arkaya sıralanırken, Nah'ın en kalın, sert sesten bir anda en ince sese inip çıktığı, mırıldanır gibi yaparken aniden neredeyse çığlık attığı anlar, bana Blixa Bargeld'ı hatırlattı. İkisini aynı sahnede düşündüm bir an ve o hayal bile heyecanlandırdı beni. Çünkü düne kadar, sesini Blixa Bargeld kadar iyi kontrol edebilen bir kadın müzisyen ile karşılaşmamıştım. Özellikle "Ghostriders in the Sky"da Nah, bir an sanki bir heavy metal grubunun vokalistiymiş gibi agresif bir şekilde brutal vokal yaparken, birkaç saniye sonra ninni söyleyen yumuşak bir sese dönüşebiliyordu. Başlangıçta akordeon ile gitar diyalogunu dinlemek, iki halk ozanının sözlerle atışmasını dinlemekten farksızdı.



Ulf Wakenius bestesi "Momento Magico"nun çalındığı dakikalar ise, tek kelimeyle büyüleyiciydi; gitar ile vokalin yarışırcasına birbiri ile söyleştiği anlardan sonra, Wakenius'un unutulmaz solosunu dinledik. Nah'ın nefes almadan sesini eğip büktüğü sırada bu performansın okullarda ders olarak okutulması gerektiğini düşündüm. Hani derler ya, şaşkınlık ve hayranlıktan ağzımız açık bakakaldık. (Bu şarkının videosunu YouTube'dan buldum, yukarıda onu paylaşıyorum.) Simon Tailleu'nun kontrbasın tellerini parmaklarıyla parçalarcasına hızla çaldığına tanık olunca şaşkınlığımız daha da arttı. Klasik müzik, caz, pop, etnik müzik, tango, hepsi bir aradaydı ama öylesine bir özgün karışımdı ki, benzeri yok.

Konser sona erdiğinde uzun zamandır duymadığım kadar kuvvetli bir alkış fırtınası koptu. Youn Sun Nah, bis için geri geldiğinde, Amerikalı besteci, müzisyen Randy Newman'ın "Same Girl" adlı şarkısına yaptığı cover'ı bir müzik kutusundan çıkan tınılar eşliğinde tek başına söyledi. Ayakta alkışladık; yine yetmemişti, doymamıştık müziğe. En kısa zamanda yeniden ülkemize gelir ve İstanbul ile sınırlı kalmadan diğer kentlere de uğrarlar umarım. Dün akşam Borusan'da kuşkusuz yılın en iyi konserlerinden birisini izledik. Aslında benim açımdan bugüne kadar gördüğüm en iyi, en unutulmaz performanslardan biriydi. Tüm ekibe kocaman bir bravo!


(Youn Sun Nah'ın resim YouTube kanalından aldığım "Momento Magico" dışındaki diğer videoları ve fotoğrafları dün geceki konserde ben çektim.)


4 Şubat 2014 Salı

VEGAN LOGIC LVI - UNDERGROUND 80S - 3.2.2014


3.2.2014 tarihinde Dinamo'da canlı yayınlanan Vegan Logic'in şarkı listesi ve kaydı.

1- Dark Day - Extermination #6
2- Altres - Icefield
3- Parade Ground - I Shut My Eyes
4- Eleven Pond - Temporeal
5- Eleven Pond - Asterisk (live)
6- Smersh - Black on Pink
7- Nagamatzu - Faith
8- AtomTM - Velocity Life (12" Version)
9- Patrick Cowley - Nightcrawler
10- Victrola - A Game of Despair
11- Le Travo - Amarcord





Translate