28 Kasım 2014 Cuma

MORRISSEY: "GERÇEK EVİNİZ BEDENİNİZDİR, YAŞADIĞINIZ APARTMAN DAİRESİ DEĞİL!"


By on 09:34:00

28.11.2014
 
30 yılı aşkın bir süredir "keşke onun gibi bir arkadaşım olsa diye" içimden geçirip, uzaktan ama çok yakından izlediğim bir sanatçı Morrissey. Kendisiyle 2012'de İstanbul'a geldiğinde konser organizasyonunu yapan kurumun aracılığıyla bir röportaj yapmıştım ama dilediğim her şeyi soramamıştım, olanaklar sınırlıydı. Sonra bu yıl yeni albümü "World Peace Is None of Your Business" yayınlanınca epey uğraştım ama sonunda bir şekilde Moz'un yakın çevresine ulaştım ve özel bir röportaj yapma fırsatı doğdu. "Istanbul" adlı şarkısının geri planındaki düşünceleri başta olmak üzere, temelde albüme odaklanan o söyleşiyi eylül ayında blogumda yayınlamıştım. Ama elbette benim kendisine sormak istediğim soruların sonu yok. Vogue Türkiye, konserden önce Morrissey hakkında bir yazı yazmamı istediğinde röportaj olanağının da bulunduğunu öğrendim. Derginin Aralık 2014 sayısında yayınlanan yazımı, Morrissey'in toplumda cinsel kimliklere yüklenen roller hakkındaki çarpıcı görüşlerine odaklanacak şekilde planladım. Benim yorumlarımı da içeren söz konusu yazıyı dergide okuyabilirsiniz. Morrissey ile yaptığım üçüncü röportajda verdiği fantastik yanıtları burada paylaşmak benim için heyecan verici. Umarım okurken siz de keyif alırsınız.

30 yıl önce “Pretty Girls Make Graves” adlı şarkıda “I’m not the man you think I am” demiştiniz. Kadınlığa inancı kaybetmekle ilgili bir hikayesi vardı. Yeni albümünüzde Casanova ve Don Juan kavramlarına olumsuz bakarak “I’m Not a Man” diyorsunuz. “Smiler with Knife”da seks ile aşkın aynı olmadığından söz ediyorsunuz. Şarkı sözlerinizde her zaman saflık için bir arayış, şehvet yerine aşk için duyulan bir tercih var. Sevgi ve cinselliği birbirinden ayırma fikri hakkındaki görüşlerinizi öğrenmek isterim.

Elbette hiçbir fiziksel isteğe sahip olmadan arkadaşlarımızı sevebiliriz ve bizim için entelektüel olarak hiçbir anlam ifade etmeyen ama fiziksel olarak yakınlaşmak istediğimiz insanlarla tanışabiliriz. Sanırım sorun şu ki, çoğumuz tek yönlü bir kişiliğe sahip olduğumuzu düşünüyoruz. İçimizde birçok versiyonlarımızın olduğunu, bizi ortaya çıkaran birçok yapının bulunduğunu kabul edemiyoruz. 15 yaşındayken hoşlandığımız ve hoşlanmadığımız şeylerin içine kendimizi kilitleyip sonsuza kadar orada kalıyoruz. Sonra 28 yaşımızda, kendinizi birisine “İsterdim ama yapamam,” derken buluyorsunuz. Hepimiz gerçekten ne hissettiğimizi söylemeye korkuyor gibiyiz. Elbette herkes diğerlerinin cinselliğinden etkilenebilir ama hepimizin bu konuda hiçbir şey söylemeden ölmesi beklenir; çünkü hayat sadece belli bir düzende yaşanıyor ve biz bunları reddettiğimizde suçlanıyoruz.

“Smiler With Knife”, Nicholas Blake’in yazdığı romandan mı esinlendi?

Böyle bir kitabı hiç duymamıştım. Hayal kırıklığı içindeyim; çünkü kitabın adının orijinal olduğunu düşünüyordum. 

Yıllar önce Leonard Cohen en sevilen şarkılarından birinde “I’m Your Man” diyordu ama siz  onun tersine “I’m Not a Man” diyorsunuz. Bana göre böylesine güçlü bir şarkıyı yazabilecek az sayıdaki sanatçıdan birisiniz. Eğer kendinizi cinsiyetlerden izole etmek ya da cinsiyetlerin ötesine geçmek özgürleştirici bir şeyse, neden çoğu sanatçı bundan çekiniyor?

Ben bundan çekinmiyorum, aksi halde sahneye çıkıp o şarkıyı söylemezdim. Temelinde yatan şu ki, gerçekten hiçbir yasanın ya da standartların bedeniniz ve cinsiyetiniz hakkında suçlayıcı yargılarda bulunmasını istemiyorsunuz. Bu tavır artık eskidi. İnsanlar, açıklamalarına ya da inanmalarına izin verilenden çok daha karışık ve ilginç. Yine de hâlâ ölüm döşeğimize doğru adım atarken duyduğumuz güven, birisine çıkma teklifinde bulunurken hissettiğimizden daha fazla.

(Daha önceki röportajda bu şarkı üzerine sorduğum bir soruyu konuyla ilgisi nedeniyle buraya alıyorum: 

Aynı zamanda şiddetin özellikle erkeklere ait bir kültürel özellik olarak görüldüğü bir toplumda yaşıyoruz. Bu nedenle “I’m Not a Man” adlı şarkınızı çok cesur buluyorum. Şarkıdaki her dize çok isabetli, toplumdaki erkek tanımının zihne ve kimliğe nasıl zarar verdiğini çok doğru bir şekilde açıklıyor. “Autobiography”de ise, Bowie’nin androjen görüntüsünün 1970’lerde İngiliz toplumunu nasıl sarstığını anlatıyorsunuz. Cinsiyetler arasındaki fiziksel ayrımı silikleştiren ilk gördüğünüz imajı ve okuduğunuz yazıyı (kitap/şiir vb.) hatırlıyor musunuz?

Cinsiyet konusunda, sanırım Amerikalı yazar Gertrude Stein, geride kalanları takip etmeye hazır olmayan bir insana dair gördüğüm ilk imajdı. Fakat bu her zaman sadece bir heteroseksüellik ya da eşcinsellik konusu değildir. Bir insanı cinsiyetiyle açıklamak, çoğu zaman bize o insan hakkında hiçbir şey söylemez. Gertrude Stein gibi olanları ilginç buldum; çünkü androjenlikleri erkek ile kadını bir araya getiriyordu, yeni ve farklı deneyimlere kapıyı kapatmış değildi ki bu bana çok sağlıklı geliyor. Bu nedenle ilk dönemlerinde David Bowie ve Patti Smith bir elçi gibi görünüyordu. Oysa çoğumuz hâlâ acı verici bir şekilde sınırlı cinsiyet rolleri konusunda ısrar eden toplumlarda yaşıyoruz ve heteroseksüel erkek doğruluğuna dair varsayım, hâlâ küresel politikanın değişmeyen yüzü.



"DÖRDÜNCÜ CİNSİYETİN ELÇİSİ"

Bir sanatçı istediği karakter ya da kişiliğe bürünebilir. İlginçtir siz şarkılarınızda daima kendinizsiniz; bize kendiniz, etrafınızdaki kişiler ya da içinde yaşadığınız toplum hakkında öyküler anlatıyorsunuz. Yazdığınız bütün şarkılar arasında, tamamen kadın bakış açısıyla biçimlenen var mı?

Bütün erkekler, erkek bedeni içinde var olmadan önce bir kadın bedeni içinde var oluyor. Bu nedenle bence açık ki bu, erkek ya da kadın olmakla ilgili olarak bize eğitimle kabul ettirilenlerden daha az gizemli. Çünkü cinsiyet ayrımında çok fazla çıkar var... Heteroseksüel boşanma büyük bir iş kolu mesela... Bebekler en sert politikacıyı bile yumuşatıyor. Evlilik ve çocuk sahibi olma, daima toplumsal açıdan emniyetli; çünkü böylelikle insanların yönetilmesi ve korkutulması kolaylaşıyor. Oysa hepimiz harekete geçip sosyal olaylara odaklanan bekar insanlar olsak, politikacılar artık bizi aynı şekilde kontrol edemez. Evlenenlerin çoğu gerçekte felakete adım atarken, diğer yanda milyonlarca insan bekâr ve çok da mutlu ama bu imajları televizyon reklamlarında göremezsiniz.

80’lerde kendinizi “dördüncü cinsiyetin elçisi” diye tanımladınız. Sadece toplumun cinsiyet fikrinin içinde sıkışıp kalmaktan kurtulmak için kelimelerle mi oynuyordunuz? Yoksa gerçekten öyle mi hissediyordunuz?

Açık ki üzerinde fazla kafa yorulmuş bir tanımlamaydı ama ciddiydim. Var olan üç cinsiyete karşı bir yakınlık hissetmiyordum. Bununla birlikte, acayip bir yaratık da değilim, öfke patlaması içinde yaşamıyorum. Fakat 23 yaşımdayken hâlâ seksi yaşamamıştım; çünkü o dönemde olanağı yoktu. Ne demeye çalışıyordum? Diğer insanları taklit etmemize bir tür korku neden oluyor sadece, aksi halde kendimizi açıklamamız isteniyor. İnsanlar bunu yapmaktan nefret ediyor, çünkü yeni bir uyanışla karşı karşıya geliyorsunuz. Karşınıza çıkan bu öneri çok heyecan verici olabilir. Çoğu insan bununla yüzleşmek yerine, sıkışıp kalmayı, düzenin buyruklarını ve hatta yabancılaşmayı tercih ediyor. Hepimiz kendimizi şaşırtabiliriz ama çoğumuz basitçe görmezden gelmeyi tercih ediyoruz. Gerçekten borç senetlerini ödemek için yaratılıp bu gezegende bunun için yer aldığınızı düşünüyor musunuz?

“Morrissey: Fandom, Representations and Identities” adlı kitapta sizin yerleşik cinsiyet kodlarını aşma çabanız üzerine yazılmış bir bölüm var. Elisabeth Woronzoff şöyle diyor: “Morrissey, popüler kültürü orijinal halinden çıkıp tanınmayacak hale gelecek şekilde bozmuyor. Morrissey’in yaptığı şey o kadar özgün ki, önce yerleşik kodları tanıyıp, sonra o kodları çözmek için onlardan alternatif bir araç olarak yararlanıyor. Ben Morrissey’i dominant söyleme aktif olarak karşı gelmeyen biri olarak görüyorum. Bana göre yaptığı, ortada durup bize üzerinde uzlaştığı yeni bir söylem sunmak.” Bu bölümü okuduktan sonra, sizin egemen düzeni bütünüyle yok etmek değil ama onu yeniden düzenlemek istediğiniz sonucuna varıyorum. Bu tür bir müzâkerenin hayranlarınızın sizin kullandığınız dili, şarkı sözlerinizi ve görünüşünüzü kendi kimliklerinin bir yansıması olarak yorumlamasına olanak sağladığını söylemek uygun olur mu?

Tam olarak amaç bu. Umarım bu şekilde herkese bir ölçüde faydalı olunabilir. Hepimiz duygularımızın başkaları tarafından da paylaşıldığından emin olduğumuzda, doğal olarak daha az yalnızlık hissederiz. Gerçek eviniz, yaşadığınız bina ya da apartman dairesi değil, bedeninizdir. Hareketsiz bir şekilde oturup kendi duygularına katlanmak, herhalde herkesin günlük yaşantısının en zor kısmıdır. Bunun böyle olması gerekmez ya da şu ana kadar böyle olduysa bitmesi gerekir. Çünkü 29 yaşına geldiğimizde hepimiz yorgun düşüyoruz ve kısa bir süre sonra 40’lı yaşlara geldiğimizde, aslında bu 20 yaşına girmekten daha iyi bir başlangıç olduğu halde, sanki ölüme adım atıyormuşuz gibi giriyoruz o döneme.

İnsanlar çok uzun zamandır işlenmiş kimyasallar gibi muamele görüyor. Artık bir sandalyeye güzelce yerleşip adeta bir bardak şarap içer gibi kendinizi duyumsamanın ve eski, zoraki davranış kalıplarını izlemeyi bırakmanın vakti geldi. Bunu nasıl yaparız? Kolay, sadece başlamak gerekli. Bizi itip kakan insanlardan korkmak yerine, önümüze yeni sorular çıkaranlara müteşekkir olmalıyız.



"SEKS, SADECE BİR FİKİRDEN Mİ İBARET?"

Söz konusu kitapta geçen ilginç noktalardan birisi, sizin homoseksüel olmadan kırılganlık ve duyarlılık yansıtabilmeniz; erkeği aktif kadını pasif olarak gösteren basit retorikten çok daha geniş kapsamlı bir erkeklik tarzını somutlaştırmanız. Bunlar müziğinizden etkilenmemin nedenlerindendi. Bir sanatçı olarak cinsellik ve cinsiyeti müziğinizden ayrıştırma fikri ta en başından beri mi vardı ya da bu fikir nasıl gelişti?

Ben öncelikle “humasexuality” diye tanımladığım kavrama inanıyorum. Hepimiz insanız ve insanları seviyoruz. Konuyu bu noktada bitirebilsek, hiç sorunumuz olmazdı. Ancak bunun yerine konuya açıklık getirmemiz ve cinsel isteklerimizi sınırlamamız isteniyor ki, böylece diğer insanlar bize karşı tavırlarını belirleyebilsin. Ama bunu yerine getirdiğinizde, ne kadar süre yaşarsanız yaşayın, yeni bir hayatı ve fikirleri olan yeni bir insan haline gelemeyeceğinizi beyan ediyorsunuz. Neden cinsellik bu kadar kırılamaz olsun? Her birimizin bir dış, bir de iç gerçeklik ile mücadele ettiğini hepimiz çok iyi biliyoruz. Neden onları birleştirmeyelim? Kalıplaşmış ahlaki kesinlik ve katı ahlâki infial bizi hapsediyor. Örneğin insanların bedenlerini özgürce paylaşmasına izin verilse, yaşamları daha renkli olurdu. Çok açık ki, başkalarının iradesine karşı zorla gerçekleştirilen herhangi bir hareketi ima etmiyorum. Fakat çoğu insanın tüm hayatı boyunca, sanki bir çeşit cinsel sürgündeymiş ya da acayip bir suçmuş gibi, seks ve cinsiyet konusunda kesinlikle hiçbir şey söylememesi benim için hayret verici. En yakın arkadaşlarımızın bile kendi bedenleri hakkında ne hissettiğini bilmiyoruz ama en önemsiz saçmalıklar üzerine düşüncelerinden haberdarız. Hepimiz yavanlaşıp kaldık mı? Seks sadece bir fikirden mi ibaret?

Sizce modern toplumlar neden güçlü kadından hoşlanmıyor?

Çünkü boğanın ineği ezmesi zorunluluk, aksine izin yok.

80’lerde “Giysiler artık ruhun penceresi değil,” demiştiniz. The Smiths döneminde sahneye kuzgunkılıcı denilen çiçeklerle çıkıyor, parlak ve renkli bir görüntü sergiliyordunuz. Diğer üyelerinse üzerlerinde bir ekip görüntüsü verecek şekilde süveter oluyordu genellikle. Bütün bunlar kendinize özgü karakterinizi daha en baştan dünyaya göstermek için mi planlanmıştı?

Hayır, sadece diğer üçü oldukça sıkıcıydı.

Konserlerinizin en can alıcı sahnelerinden birisi, gömleğinizi çıkarıp bedeninizi dinleyicilere gösterdiğiniz an. Erkek bedeniniz her şeye açıklığın bir sembolü mü?

Sahip olduğum tek beden bu. Başka bir şey ortaya koyamam. Seksüel açıdan heyecan yaratan bir an değil o, kimsenin etkilenip beni karşı konulmaz bulmasını talep etmiyorum; onun yerine, insana özgü sürekli örtülü olma isteğinden kurtulmakla ilgili. Kıyafetlere bürünmek, arabaların ya da evlerin içine girmek... İnsanlar, bir şeyin “içinde” olmaya ya da örtünmeye karşı takıntılı ve herhangi bir özgürlüğün lirik tabiatına karşı rahat değil. Gerçi bir zamanlar “vahşi” denilebildiğimize göre, bu bize öğretilen bir şey. Bence “vahşi” “özgür” demek. Hayvanların “vahşi doğada yaşadığını” ya da nasıl “vahşi hayvan olduklarını” duyarız hep. Bunların hepsi, kafeslenmedikleri anlamına gelir. Onlar vahşi değil, özgür. İnsanlarda otomatik olarak istemsiz güvensizlik var kanımca; bu oldukça üzücü ve dünyayı da üzgün bir yer haline getiriyor. Evet, seks gerçekliğin bir parçası ama cinsellikten daha derin duygular söz konusu.

Yakın arkadaşınız sanatçı Linder Sterling ile yaptığınız mükemmel röportajı okudum ve ben de ona sorduğunuz soruyu size sormak istiyorum: “Eğer kadın bedenine sahip olsaydınız, çalışmalarınız nasıl farklılaşırdı?” Mesela sahnede yine gömleğinizi çıkarıp atar mıydınız?

Şu anda yaptığımdan daha hızlı bir şekilde.

"YA ŞARKICISINIZDIR YA DA SADECE BİR KOSTÜM..."

“How Music Works” adlı kitabında David Byrne şöyle diyor: “Müzik performanslarında sahnedeki kişinin, bir ayrılık şarkısı söylediği ya da kötü bir ruh hali içinde olduğunda bile, o sırada iyi vakit geçirdiği izlenimini alabilirsiniz. Bir oyuncu için bu bir lanet olabilir, illüzyonu yok edebilir ama bir insan şarkı söyleyerek ikisini de yapabilir.” Hep “I Know It’s Over” ve “Asleep”i söylerken nasıl hissettiğinizi merak ettim. O yoğun duygusal anlarda tam olarak ne hissediyorsunuz?

Şarkının ortaya çıkmasına neden olan süreci asla unutmam, bu nedenle sadece 2014 yılında iyi bir banka hesabım ve birkaç iyi arkadaşım var diye o acı yok olmaz. Eğer bir şarkı çok sayıda insan için önemli bir hale gelirse, bu tesadüf değildir. Duygusal bir şarkıyı seslendirmek bir güven oyunu değil; hissetmedikçe yapamazsınız. David Byrne ile oyunculuk konusunda hemfikir değilim, çünkü birçok büyük aktör başarısızlığı müthiş bir şekilde yansıtabilir ve biz onları bu nedenle daha çok severiz. Herkesin hayatında güzellikler yaratan sanatçıları biliriz ve aynı zamanda bunun için çok acı çektiklerini de görebiliriz. Onları her zaman sevecek olmamızın nedeni de budur. David ile ayrıca “müzik performansı” ifadesini kullandığında da hemfikir değilim. Çünkü eğer bir şarkıyı söylemek için gerçek ve fiziki bir ihtiyaç içindeyseniz, performans sergilemiyorsunuz demektir. Performans göstermek zorunlu ve yapaydır. Ya şarkıcısınızdır ya da aksi halde sadece bir kostüm...

Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate