19 Şubat 2016 Cuma

BLACKSTAR: ÖLÜMÜN SANATSAL İFADESİ


By on 12:30:00

19.2.2016

“Ölümümün çok özel olmasına karar verdim. Onu gerçekten kullanmak istiyorum. Ölümümün yaşamım kadar ilginç olmasını istiyorum ve olacak da...”


***

Yıl 1976. Yukarıdaki sözleri Playboy dergisine verdiği röportajda söyleyen, o sırada 29 yaşında olan David Bowie. 40 yıl önce bunu okuyanlar, belki de genç bir müzisyenin dikkat çekmeye çalıştığını düşündü. Ama o gerçeği söylüyordu ve en sonunda da aklına koyduğunu yaptı. “Blackstar” adlı muhteşem albümünü 8 Ocak 2016’da 69. yaşını kutladığı gün yayınladı ve iki gün sonra tam zirvedeyken aniden aramızdan ayrıldı. 18 aydır kanserle mücadele ettiğini sır gibi sakladığı için dünya tam bir şok yaşadı.


Bowie’yi 32 yıldır çok yakından izleyen bir hayranı olarak, albümün ölüm ve korkular etrafında gelişen karanlık atmosferinden bir şeylerin ters gittiğini hissettim fakat ölümü ona yakıştırmak istemedim. Oysa albümü şimdi dinleyip son iki videosunu izleyince, verdiği işaretleri çok daha net görüyorum. 1976’da “The Man Who Fell to Earth” filminde kullandığı kostümü, 2016’da “Lazarus”un videosunda da giydi Bowie. Öyle bir görüntü var ki videoda; filmin bir sahnesinde yumruklarını sıktığı aynı dik duruşu tekrarlamış. Tek bir kareyle “Bu dünyadan ayrılıyorum,” demeyi, ancak görsel-işitsel ve kavramsal sanatın bu eşsiz dehası başarabilirdi. Açık ki 40 yıl önce röportajda söylediğini yaparak, ölümünü “Blackstar” aracılığıyla sanatsal bir yapıta dönüştürmüş; ölümün sanatsal belgesini bırakmış bize...

“The Man Who Fell to Earth” filminde, yaşadığı kurak gezegene su götürmek için yeryüzüne gelen dünya dışı varlık rolü biçilmiş bir kaftandı Bowie için. O günden bugüne hem dünyaya düşen uzaylı imajını korumayı hem de müziğiyle kalbimize adını kazımayı başardı. “Nasıl başardı?” derseniz, farklı konseptler içinde daima tüm insanların ortak meselesi olan yalnızlık, korku, endişe ve kayıplardan söz etti.



“Blackstar” ile bize veda hediyesi verdi ama biz, “Yukarıya bak, cennetteyim / Görülemeyen yaralarım, çalınamayan bir dramım var” dediğinde ne kastettiğini çözmeye çalışırken, o simsiyah ve en ışıltılı yıldız olarak gökyüzündeki yerini hızla aldı. “Lazarus” videosunda hastane yatağında yorganı başına çeken, yazmak istediklerini kağıda delice dökmeye çalışan ve korkularıyla pençeleşen Bowie, aslında yazacak çok şeyi olduğunu ama zaman kalmadığını anlatıyordu.

Megastar Bowie’nin uzay ve yıldızlarla metaforik ilişkisi hayatı boyunca sürdü. 1971’de The New York Times gazetesinde hakkında çıkan ilk eleştiride, “Bowie’nin yıldız olduğu, melodilerinin her asansörde ve kentteki her otelin lobisinde duyulacağı günler de gelecek,” yazılmış. Bu yorumun ne kadar öngörülü olduğu çok geçmeden 1972’de kanıtlandı. Genç Bowie, Top of the Pops programında “Starman”i söylediğinde artık İngiltere’yi temelden sarsan bir yıldızdı. Görüntüsüyle ve duruşuyla cinsiyetler arası sınırı müzik sahnesinde radikal bir biçimde ortadan kaldıran devrimci bir müzisyendi.



Ne ilginçtir ki, bu gezegene girişi gibi ayrılışı da aynı derecede sarsıcı oldu. Müzik dünyasının en kusursuz ve en şaşırtıcı vedasını da o yaptı. “Blackstar” adlı şarkıda “Film yıldızı değilim, pop yıldızı değilim. Ben bir siyah yıldızım,” demesi boşuna değildi. Hep ileriye bakan, risk alan, avangartı elden bırakmadan pop ikonu olabilen, nevi şahsına münhasır bir yetenekti. Ona göre sanatçı için en ilginç olan, hakim kültür enkazının altında kalanları, unutulan veya ciddiye alınmayanı bulup çıkarmaktı. Çünkü bir şey kategorize edilip kabul edildiğinde ana akım tiranlığının bir parçası oluyor ve potansiyelini kaybediyordu. Bu nedenle hep beklentilerin dışına çıkıp kendi yolunu çizdi; tek bir türe takılıp kalmaktan değil, farklı seslerin yaratacağı devinimden heyecan duydu. Vasat olmayı daima reddetti; “Tanrı’nın size yapabileceği en kötü şaka, sizi vasat bir sanatçı olarak yaratmaktır. Ben vasat olduğum gün bu işi bırakırım,” dedi.

Serbest caz, elektronika, drum & bass ve deneysel rock’ın büyüleyici bir karmaşasını sunan “Blackstar”ın en güzel anlarından biri, “Dollar Days”de karşımıza çıkıyor. Donny McCaslin’in saksofonu devreye girdikten sonra Bowie, kırılgan bir ses tonuyla İngiltere’de yaygın olan “evergreen” adlı ağaçları bir daha görememekten söz ediyor. Albümün kapanış şarkısı “I Can’t Give Everything Away”de ise, tüm enstrümanların sustuğu bir anda, hafif cızırtılı bir sesle “Yanlış bir şey var,” diyor. Bowie’yi kaybetmeden önce duyduğumda dikkatimi çekmişti bu sözler ama kötüye yormamak için kendimi zorlamıştım. Şimdi anlıyoruz ki, bu dünyada fazla vakti kalmadığını bilerek yazmış hepsini.

Bugüne kadar, daha doğrusu 10 yıllık bir aradan sonra 2013’te “The Next Day”i yayınladığı güne kadar, kendisini yarattığı karakterlerin arkasına saklamayı çok iyi başardı Bowie. Fakat son iki albümde, özellikle “Blackstar”da, David Robert Jones’u bir dinleyici olarak daha açık hissettim. Aklımızı yer yer karıştırmayı da ihmal etmedi tabii. 8. ve 11. yüzyıllar arasında İskandinavya’da yaşayan Norslara ait Ormen kasabasından söz eden şarkı “Blackstar”da, ölen bir astronotun ardından kör bir kâhin olarak göründüğünde herkesin yorumu farklı oldu. Dinleyicisine sunduğu simgelerle adeta bir puzzle oyununu tamamlatmak ve gizlenirken karmaşa yaratmak, pandomim de çalışmış bir sanatçı olarak, en usta olduğu alanlardan biriydi. 50 yılı aşkın bir süredir dünyanın her yerinden farklı yaşlarda insan, albümlerinde yarattığı fantastik evrenin içinde dolaşıp gizlediği kodları çözmeye çalıştı. Bowie, rock ‘n’ roll’u edebiyat ve sanatla bütünleştirip, ses ile görseli olağanüstü bir etkileşimle sunarken sadece fiziksel olarak hafızamıza kazınmakla kalmadı; aynı anda hem kendisinin hem de hayranlarının içindeki hayaletleri uyandırdı.

Ondan böyle geçmiş zamanda bahsetmek zoruma gidiyor ve hep gidecek. En iyisi sözü Wire’ın bas gitaristi Graham Lewis’in Bowie’nin ardından yazdığı şiirsel veda ile sonlandırmak...

Provokatif sanatçı
Sürprizin temsilcisi,
Şarkı yazarı aktör
Gizlenme ustası,
Burnumuzun dibinde
Gözlerimizin önünde,
Bay Jones kayıp gitti,
Selam verdi, el salladı ve sonra da öldü...
Bravo David Bowie!

Teşekkürler...
____________________

(Bu yazı, ilk olarak Vogue dergisinin Şubat 2016 sayısında yayınlandı.)

Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate