2 Aralık 2012 Pazar

"SOSYAL ADALET MÜCADELESİ SÜREKLİ"


By on 01:28:00


© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet / 2 Aralık 2012 

1980’den bu yana müzik yapan, folk/post-punk akımının önde gelen gruplarından New Model Army, gelecek hafta iki konser vermek üzere Türkiye’ye geliyor. İngiliz grup, 6 Aralık’ta İstanbul ve 7 Aralık’ta Ankara Jolly Joker’larda bir kez daha hayranlarıyla buluşacak. Grubun kurucusu, vokalist Justin Sullivan, Türkiye’yi de yakından tanıyan, bilgili, yetenekli ve dürüst bir müzisyen. Kendisine telefonla ulaşıp hem müzik hem de politika hakkında konuşma olanağı buldum. 

Nasılsınız? Gelecek hafta konserler vermek üzere yeniden Türkiye’ye geliyorsunuz. 

Merhaba (Türkçe söyledi bunu). Hatırlayabildiğim tek Türkçe kelime bu; daha fazlasını öğrenmeye çalışıyorum. Evet, yine geliyoruz. Konser vermeyi seviyoruz elbette ama pek seyahat etmiyoruz. Türkiye, sevdiğimiz bir ülke.

Bir keresinde tek başınıza Kars’ta Ani Harabeleri’ni görmeye gittiğinizi duymuştum. Nasıl bir deneyimdi? 

Büyüleyici bir yer. Tarihi tam hatırlayamıyorum ama 2008 olabilir. Yaz aylarında bir festivale katıldık. Türkiye’de geçirebileceğim bir hafta vardı. Bir süre sahilde arkadaşlarla zaman geçirdim ama sonra başka yerler görmek istedim. Bütün kıyı kasabaları insanla doluydu, o tarihte çok kalabalıktı ve hava inanılmaz sıcaktı. Yanımdaki rehber kitapta “Kuzeydoğu’daki dağlar yazın serindir, İngilizce konuşan yoktur” yazıyordu. Bunun benim için mükemmel olacağını düşündüm ve Erzurum’a gittim. Dağların etrafında üç gün geçirdim, sonra Ani Harabeleri’ne gittim. Bugüne kadar kalan yapılar, büyük uygarlıklarda neler yaşandığını ortaya koyması bakımından önemli. Ani de bu açıdan muhteşem bir örnek. 

Bölgedeyken kimlerle karşılaştınız?

Bütün bir günü orada geçirdim ama sadece Türkiye’den iki aile gördüm. Yabancı yoktu. Bir gün mutlaka turistler tarafından keşfedilecektir ama o sırada pek bilinen bir yer gibi değildi. 

Bu defa Türkiye içinde gitmeyi düşündüğünüz yerler var mı?

Ne yazık ki hayır. İstanbul’dan sonra Ankara’da konser vereceğiz ve tekrar İstanbul’a döneceğiz. Birçok arkadaşım var orada, onları göreceğim.

32 yıldır müzik dünyasının içindesiniz, hala çok enerjik konserler veriyorsunuz. Bunca yıl sonra sizi bu kadar tutkulu kılan ne? 

Sevgi... Müzik yapmayı, konser vermeyi çok seviyoruz. Bu işe başlamamızın nedeni buydu. Her zaman konserleri çok seven, ciddiye alan bir grup olduk ve bizim gibi düşünen insanlarla çalıştık. Kimse hiçbir zaman “Bu da herhangi bir konser işte...” demedi. Herkes daha iyi olması için yapabileceği ne varsa yaptı. İyi konser vermeye bayılıyoruz. Bizimle ilgili bir diğer nokta da şu: Asla hit şarkılara takılıp kalmadık. Bazı gruplar vardır hep hit şarkıları çalar. Biz bunu reddettik. Çok sevilen şarkılarımız da var ama bir konserde onları çalmak istemiyorsak çalmayız. Biz daima içimizden gelen neyse onu çaldık.

Kariyerinizin ilk yıllarına dair bugün özlediğiniz bir şey var mı?

Kariyerimin ilk dönemlerini pek hatırlamıyorum aslında. Yaşınız ilerledikçe olanlara alışıyorsunuz. Ben değişiklikten hoşlanan bir insanım. Olduğum yerde sürekli kalmayı hiç istemedim. Zaman ilerledikçe her şey değişiyor, sonsuz bir değişim içindeyiz. Yeni insanlarla tanışıyoruz, yeni perspektifler ediniyoruz. Bunu seviyorum.


"KONSERLER GÜÇLÜ HİSSETMENİZİ SAĞLAR"

Siz aynı zamanda sosyal ve politik değişimin müzik dünyasındaki en kararlı savunucularından birisiniz. Hep tartışılan bir konudur ama sizin görüşünüzü öğrenmek istedim. Müzikle bu anlamda değişim sağlanabilir mi? 

Müziğe ilk başladığımız dönemde açık bir şekilde politik bir tavrımız vardı. Müziğin bence bu anlamda bir rolü var. Çünkü aynı yönde hisleri olan insanları birleştiren bir unsur. Toplumsal, politik bir fikri olan şarkıyı çaldığınızda bunu hissediyorsunuz. Evde yalnız başınıza oturup televizyon seyrettiğinizde, gördükleriniz karşısında dünyanın aklını kaçırdığını düşünen tek insan olduğunuzu sanırsınız. Ama bir konsere gittiğinizde, sözünü ettiğim gibi bir şarkı çaldığında, herkes o şarkıya eşlik ederken yalnız olmadığınızı, o sırada etrafınızdaki herkesin sizinle aynı görüşleri paylaştığını duyumsarsınız. Bu sizin daha güçlü hissetmenizi sağlar. Müziğin yaptığı en iyi şey budur. 

New Model Army, post-punk’ın en görkemli döneminde ortaya çıkıp tanınan gruplardan birisi. O dönemle kıyaslayınca, post-punk’ın 2000’lerde yeniden canlandığı dönemde eksik hissettiğiniz bir yön var mı?

Her şey değiştiği gibi müzik de değişiyor. Ben müziği türler içinde tanımlamıyorum ama her geçen gün bu tanımlamalar da artıyor. Çünkü müziği satan insanlar onu tür içine koymayı seviyor. Eğer metal grubu olarak tanımlanırsanız, metal müzikten hoşlanan bir kitle konserinize gelecektir ve bu o konserin organizatörlerinin işini kolaylaşacaktır. New Model Army, asla bunların aracı olmadı. Birkaç yıl önce bir yaz arka arkaya metal festivalinde, folk festivalinde, gotik festivalinde ve hippie festivalinde aynı şarkıları çaldık. 

Dinleyicilerden nasıl tepki aldınız?

“Bu metal değil”, “Bu folk değil” diyenler oldu ama hiç umurumuzda değildi. Biz müzik yapıyoruz. Tür kısıtlamalarına hayır diyoruz.



"ERDOĞAN İYİ ADAM DEMEDİM"

Politik ve toplumsal sorunları kendine dert edinen bir müzik yapıyorsunuz. Kariyeriniz boyunca İngiliz işçi sınıfının en sağlam savunucularından oldunuz. Toplumdaki parazitleri eleştirdiğiniz için bir karşı tepkiyle karşılaştınız mı?

Bazen oldu. Eğer bu dünyayı yönetenleri gerçekten rahatsız edecek şeyler söylerseniz, karşılığında onların size karşı harekete geçeceği kesindir. O nedenle bir yerde çalarken protestoyla karşılaşırsanız şaşırmamanız lazım. İnsanlardan garip tepkiler almayı da bekliyor olmanız lazım. Sosyal değişimle ilgili ilginç olan şu: Gücü olmayan insanlar onu elde etmek için mutlaka bir şeyler yapar. Fakat çoğu zaman, yaşanan durumların % 99’unda, güce sahip insanların onu elinde tutmak için gösterdiği kadar çaba göstermiyorlar. Şu anda dünyayı yönetenler bu gücü bırakmamak için aklınıza gelen her şeyi yapar. Bu yüzden 2008’deki ekonomik krizden sonra kapitalizmin bir şekilde yürümesinin nedenlerinin açıkça ortaya çıktığını düşündüm. Fakat o tarihten bu yana değişen bir şey de yok. 

“Another Imperial Day” adlı şarkınızda, küreselleşmenin sunduğu sahte cenneti eleştiriyorsunuz. Sizce bu akımı etkisizleştirmek olanaklı mı? Çünkü biliyorsunuz, dünyanın hemen her yerinde insanların politikaya güveni kalmadı. Başka bir şey olmalı.

Politikaya ben de güven duymuyorum ama insanlara güvenimi kaybetmedim. Özgürlük temel hedef olmalı. Türkiye bu konuda ilginç bir örnek. Birkaç yıl önce İstanbul Avrupa kültür başkentiydi. O projede çalışan bazı insanları tanıyorum. Avrupa’ya gitmek için vize alamıyorlardı. Bu gerçekten çok tuhaf. Eğer İngiliz, Amerikalı ya da Batılı bir ülkedenseniz, “Türkiye’yi, Güney Amerika’yı ziyaret etmek istersem ederim” anlayışıyla yetişiyorsunuz. Ama mesela Türkiye, Yemen ya da Kongo vatandaşıysanız, istediğiniz zaman istediğiniz bir Batılı ülkeye giremiyorsunuz. Dünyada çok sayıda insanın seyahat özgürlüğü yok. Sadece şanslı Batılılara ait bir özgürlük bu. 

Türkiye’nin şu andaki Başbakanını ilginç bulduğunuzu okumuştum. Son yıllarda ölüm cezasını geri getirmek isteyen bir diktatöre dönüştü kendisi. İzleyebildiniz mi gelişmeleri?

Bence ilginç bir adam. Ama dikkatinizi çekerim; iyi bir adam demedim. Machiavelli nasıl ilginçse o da o açıdan ilginç. Politika doğası gereği kirli bir alan. Erdoğan’ın ordunun gücünü kırmak için dinci bir partiyi kullandığını biliyorum. Geçen defa Türkiye’ye geldiğimizde referandum dönemiydi. Çoğunluğu kendini dindar olarak tanımlamayan, solcu hayranlarımızla konuştuğumuzda durum karışıktı. Bazısı “evet” diyor, bazısı “hayır” diyordu. Bir kısmı, dinci tarafın çok fazla güç kazanması tehlikesine dikkat çekiyor, bir kısmı da öyle olsa bile ordunun gücünün azalması için buna değer diyordu. Türkiye aslında genç bir ülke. 1918’de dünyanın diğer egemen güçleri tarafından tamamen paylaşılmış, darmadağın olmuştu. Bu nedenle modern Türkiye’nin kuruluşunda milliyetçi bir paranoya gelişti. Bunun nereden kaynaklandığını anlamak için tarihinize bakmak yeterli. Ayrıca çok özel bir coğrafi konumu var ülkenin. Hem Asya’da hem Avrupa’dasınız. Çok farklı güç alanlarının bir arada olduğu bir yapı. Suriye ile sınırdaşsınız, savaş çıkarsa işin içindesiniz. Çok karışık bir durum. Ama yine de bana göre Türkiye, 20 yıl öncesine göre daha az paranoyak görünüyor. 

Şarkılarınızda sıklıkla emperyalizm, göçmenlik, eğitim ve sosyal adaletten söz ediyorsunuz. Batı’nın başını çektiği bu ekonomik ve militer terörizm çılgınlığında dünyanın geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Sosyal adalet mücadalesi sürekli bir mücadele. Ben ütopyalara inanmıyorum. 

Kendinizi hala sosyalist olarak tanımlıyor musunuz?

Bazı açılardan evet... Hala öyleyim tabii. Yaşınız ilerledikçe herkesin her şeye sahip olmak istediğini görüyorsunuz. Her şey değişiyor ve bu değişim dünyaya yayılıyor. Sosyal adalet mücadelesi, zorbalığa, baskıya, tiranlığa karşı yapılacak mücadele, günlük hayatımızda hep var olacak, daima sürecek. Tamamen adaletli bir dünya kurulabileceğini sanmıyorum. Zorbalığın kazanacağını da sanmıyorum.  Bu nedenle devam edecek tek şey mücadele. 



"AMERİKA İÇİN ÇALIŞIP DURUYORUZ"

“51st State” adlı şarkınız Britanya’nın Amerika ile yakın ilişkisine karşı bir eleştiri. Şarkı sözlerinizi siz yazmadınız ama sonuçta sizin şarkınız. Amerika’nın yeni Roma İmparatorluğu olduğunu düşünürsek, Britanya’nın 21. yüzyılda bu ülkeyle aşırı derecede yakın ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Nefret ediyorum. Amerika için çalışıp duruyoruz. Amerika’nın iyi yanları da var ama biz hep kötü yanlarını alıyoruz. O şarkı ilginç. Nerede söylesek oradaki halk onu sahipleniyor. Türkiye’de söylüyoruz, “Bu sizin değil, bizim Türkiye’nin ulusal marşı olmalı” diyorlar; Kanada’da söylüyoruz, “Hayır, bu tam Kanada’nın ulusal marşı olacak şarkı” deniyor. Ama biliyorsunuz bir süre sonra herkesin marşı Çin’le ilgili olacak.

Britanya'da geçen yıl olan isyanlar hakkında ne düşünüyorsunuz? Zenginlerle yoksullar arasındaki gelir uçurumu giderek artıyor. Çokkültürlülük politikası da işe yaramadı.

Benim yetiştiğim dönemde savaş sonrasının getirdiği bir iyimserlik anlayışı vardı; her şeyin daha iyi olacağına, o uçurumun azalacağına inanırdık. 80’lerde Thatcher ile birlikte bu tersine döndü, zengin daha zengin olmaya başladı. Dünyayı yöneten insanlar ellerindeki gücü korumak adına o kesime yatırım yaptılar. Sadece sokaktaki aç insan azalırsa bununla yetinileceği düşünülüyordu. Şu anda Batı’da insanlar giderek fakirleşiyor ama çoğu bir devrim çağrısı yapacak kadar fakir de değil.  

Gerçek bir devrime ihtiyaç var.

Öyle ama bunun olması için tamamlanması gereken aşamalar var. Geçen sene Londra’da olanlar 2005’te Paris’te yaşananlara çok benziyordu. Bu konuştuklarımızı umursamayan koskoca bir jenerasyon var. Şu anda hemen çok paraya sahip olmak istiyorlar. Bu tür yetişen genç insanlar ülkenin geleceği için iyi değil. Ama “neden isyan ettiklerini anlıyor musunuz?” derseniz, evet kesinlikle anlıyorum.

JOOLZ DENBY, BOB DYLAN, EMINEM, MORRISSEY

Biraz da şiirden konuşalım. Öykü ve şiire olan ilginizin sloganlardan daha çok olduğunu biliyorum. En sevdiğiniz şair kim?

Joolz Denby. Uzun zamandır yaratıcılığını bizimle paylaşan birisi. Her zaman onun çalışmalarına saygı duydum.

Onun çalışmalarında sizi çeken neydi?

Şiirlerindeki kirlilik; yani dili beklenmedik bir şekilde kullanma yöntemi. Bana göre bu, bir tür şiirin tanımı da aslında. Bu açıdan Eminem de iyi bir şair, kelimeleri çok akıllıca kullanıyor. 

Ben de bunu soracaktım. Şarkı sözü yazarı olan ama şair diye nitelediğiniz birisi var mı diyecektim, Eminem’i söylediniz. Başka var mı?

Bob Dylan. Herhalde çoğunluk onu söyler. Morrissey. Evet, Eminem’le aynı yönde kullanmıyor dili ama onun da çok iyi sözleri var.

Bugün müzik sektörüne yeni girecek olsanız, hangi yöntemleri izlerdiniz? Son 30 yılda çok şey değişti. Bugün büyük isimler haline gelenler çoğunlukla arkalarına sektörün tanınmış figürlerini alıyorlar ve internet de çok etkili. Siz her zaman bu anlamda farklı bir grup oldunuz ama sizce bugün eski yöntemlerle başarılı olunabilir mi?

Ben iş dünyasından hiç anlamıyorum. Korkarım bu soruya verebileceğim tam bir yanıt yok. New Model Army, sadece iyi olduğunu düşündüğü şeyi yapacak kadar şanslıydı. Ne yaptıysak büyük reklam kampanyaları olmadan ortaya koyduk ve insanlar onu buldu. Daha akıllıca pazarlama yöntemleri izlesek, daha fazla albüm satar mıydık? Evet, satardık. Ama bu pek umurumuzda olmadı. Bunun için müzik yapmadık. Buzdolabında yiyecek olduğu sürece, bu bizim için yeterli. 

Müzik hayatınızı değerlendirince, istediklerinizin çoğunu yaptığınızı düşünüyor musunuz?

Hayır... 200’ü aşkın şarkı yaptık ama belki %10’u tam olarak benim istediğim gibiydi. Muhteşem konserler vermek isterdim.

Bence verdiniz.

Doğru, bazı konserlerimiz muhteşemdi ama hepsi değil. Hayalinizde bir şey geliştirip onu aynen gerçekliğe dönüştürmek, birbiri ardına büyüleyici şarkılar yazmak oldukça zor bir iş. Yaptığımız şarkıları düşününce bazen mükemmel iş çıkardığımızı görüyorum, fakat bazılarında onu hissedemiyorum. 

Yeni bir albüm planı var mı?

Evet, % 80’i bitti ve epey farklı. Son iki albümde sound bir odaya kapanmış rock grubu gibiydi. Saf bir hali vardı. Canlı çalmayı da çok sevdik. Bu yeni albüm biraz daha kavramsal. Farklı seslerin peşinden gittik, Sadece gitar ya da davul yok, yeni seslerle farklı atmosferler yarattık.  Karakteri şiddetle güzellik arasındaki bir yerde. Orada sıkışıp kalmayı seviyoruz. Gelişimini izlemeyi sevdiğimiz duygusal bir atmosfer bu. Aynı zamanda romantik tarafımız da var. Sonuçta yine New Model Army olacak ama tam olarak anlatmak da zor. 

Zamanınızı ayırdığınız için teşekkür ederim. Konseri heyecanla bekliyorum.

Görüşmek üzere...

http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=382582&kn=27&ka=4&kb=27
-

Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate