17 Şubat 2012 Cuma

"Cesur Olun!"


By on 23:41:00

© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet / 18 Şubat 2012

70’lerin ortalarında dünyanın yüzüne tokat gibi inen punk rock akımını etkileyen gruplardan Buzzcocks, sonunda Türkiye’ye ayak bastı. Çarşamba akşamı Babylon’un giriş katı pogo dansı yapılan bir alana döndü. O ortamı yaratan müziği yapanlarsa, 20’li yaşlarındaki gençler değildi. Grubun kurucusu Pete Shelley de, ondan sonraki en kıdemli üye Steve Diggle da 56 yaşında; ama görüldü ki yıllar enerjilerini bitirmemiş.

30 yıl önce Buzzcocks müzik sahnesinde fırtınalar estirirken gelseler elbette daha büyük olay olurdu; ama bu yıl az sayıdaki konserlerinin arasına İstanbul’un da eklenmesi başarıdır.

Grubun 1980 öncesi eski şarkılarını çaldığı bir saatlik konser, kısa ama coşkuluydu. Biste en bilinen şarkılarından “Ever Fallen In Love” ve “Orgasm Addict”i dinleyerek, tarihi geceyi punk rock’ın enjekte ettiği enerjiyle mutlu noktaladık.

Konser öncesinde vokalist/gitarist ve şarkı yazarı Pete Shelley ile punk akımı üzerine konuşma fırsatı buldum.

Bu yıl yine yoldasınız. Yazın Coachella festivalinin sahnesinde siz de varsınız. Bunca yıl sonra size turneye çıkartan en önemli neden ne?

Konser vermek, bu dünyadaki en heyecanlı işlerden birisi. Yeni yerlere gitmek, yeni insanlarla tanışmak çok güzel. İlk kez Türkiye’ye geldik. Dün Mexico City’de bir konserimizin olabileceğini öğrendik. Seyahat etmekten hoşlanıyorum. Şükürler olsun ki, çok sayıda insan Buzzcocks’ı tanıyor. Bu hepimiz için bir rüyanın gerçekleşmesi demek. Havaalanlarında beklemek, otel odalarında kalmak pek rahat değil, tura çıkmanın sıkıcı tarafları da var; ama müziğimizi çalmak, insanların bizi dinlemek için gelmesi gerçekten ilham veriyor. Aslında her gece partiye gitmek gibi!

Buzzcocks 1989’dan itibaren zaman zaman farklı isimleri de gruba alarak yoluna devam etti. Şu anda grup içinde hava nasıl?

Her şey gayet iyi gidiyor. Bu yıl sonuna doğru stüdyo gireceğimizi umuyorum.

Yeni albüm mü kaydediyorsunuz? Ne zaman yayınlanacak?

Evet, kaydedeceğiz. Umarım yaz sonrasında yayınlarız. Her zaman yapılacak yeni işler mevcut. Bunların hepsi bizim için çok mutluluk verici.

Punk akımı ilk başladığında, 36 yıl sonra hâlâ onun hakkında konuşulacağını düşünmüş müydünüz?

Hayır, biz bunun 36 dakika bile süreceğini düşünmemiştik.

Gerçekten mi?

Çok heyecan verici bir şey yaşadığınızda onun ne kadar süreceğini düşünmezsiniz. Aşık olmak gibiydi. Bir anda, bir el şıklatması kadar bir zamanda oluverir ya her şey, öyleydi o da.

“YAPACAK BİR ŞEY YOK" DEMEK YERİNE, “YAPMAK İSTEDİĞİMİ YAPARIM”



O zaman olup bitenler sizi de çok şaşırtmış olmalı.

Evet, öyle oldu. BBC bir ara İngiliz müziği üzerine belgesel hazırlıyordu. Benimle röportaj yapmak istediklerini söyleyen bir e-posta geldi. “Punk rock çok önemli!” şeklinde cümleler vardı. Punk rock, ortaya çıktığı dönemde bizim için gerçekten önemliydi ama başka insanların bu konuda ne düşündüğü umurumuzda değildi. Onu herkes için önemli bir konuma getirmek için asla çaba göstermedik. Orada dürüstlük vardı; yaptığınızı sadece kendiniz istediğiniz için ve kendiniz için yapmak. Yaptığınız işten başkaları hoşlanmayabilir ama bunun önemi yok. Önemli olansa şu; bu bakış açısı başka insanları da müzik yapmaya teşvik etti. Müzikleri bazen birbirinden farklı olsa da... Örneğin R.E.M.’in soundu Buzzcocks’tan farklıdır ama Buzzcocks’tan esinlendiler. Punk’ın özü buydu: “Yapacak bir şey yok demek” yerine, “yapmak istediğimi yaparım” diyorduk. İlk başlarda bir konser vermek istiyorsak, bunu organize edecek birisiyle anlaşmıyorduk; kendimiz salonu bulup kiralıyorduk. Yapılması gerekenleri bizzat kendimiz yapıyorduk.

Şimdi konser için organizatör bulmak gerekiyor.

Eğer insanlar bir şeyin gerçekleşmesi için organizatör olmayı istiyorlarsa bu da bir yoldur. Tanıştığım organizatörleri seviyorum. Onlar çok büyük firmalar değiller, bu işe gönül vermiş insanlar. Onların çabası da ilham verici. Aynı şeyi plak şirketleri için de düşünebiliriz. Bağımsız plak şirketlerini seviyorum. Onlar da punk ruhundan esinlendiler. Yayınlanmasını istedikleri albümler vardı ve biz yaparız diye çıktılar ortaya.

Punk akımının patladığı dönemi düşünürsek, İngiltere’deki punk sahnesinin etkisi ve başarısı karşısında hâlâ New York punk sahnesinden gelen bir tür kıskançlık da seziliyor. Sizce bu tür düşünenler haklı mı? Yani İngiltere’deki punk sahnesi New York’takinden bağımsız gelişebilir miydi?

Hiç düşünmemiştim bunu.... İngiltere’de müzik sahnesi her zaman ilginçti ama...

(Pete Shelley, bu soruyu yanıtlamak için uzunca düşündü; bir süre sonra soruyu açmak gereği duydum. Ama soruma tam yanıt alamadım. Belli ki gerçekten konuyu bu yönüyle hiç düşünmemiş Shelley. ) Bazı insanlar punk rock’ın Iggy Pop ya da The Ramones ile Amerika’da başladığını düşünüyor.

The Stooges, aynı dönemlerde adını duyurdu. The Stooges, The Velvet Underground’dan etkilendi ama bunun hangi ölçüde olduğunu bilemem. Belki de bunları bir bütünün ayrı yönlerini geliştiren unsurlar olarak düşünmek lazım. Sonra The Ramones vardı o dönemde. 20 dakika sürerdi konserleri. 2 dakikalık şarkılardan oluşan 20 dakikalık konserlerin ne kadar eğlenceli olabileceğini gösterdiler bize. 50 ve 60’lardaki gibi single’ların yaygın olduğu döneme geri gidilmesinde etkili oldular. Bence o dönemde The Ramones bu açılardan çok ilham vericiydi.

The Sex Pistols’ın Manchester’da verdiği ilk konseri düzenleyerek Manchester’daki punk rock akımını başlattınız. O konserde salondaki 30-40 kişinin arasında sonradan kurulacak Joy Division, The Smiths, The Fall grubunun üyeleri de vardı. O konser fikri nasıl doğdu?

Bu bazı olayları baştatmak açısından önemliydi. Onları şubat ayında Londra’daki konserde gördüğümüzde Manchester’a gelmeleri gerektiğini düşündük ama kimse konser düzenlemekle ilgilenmiyordu. “Biz kendimiz neden yapmıyoruz?” dedik ve işe giriştik.

Konserdeki atmosfer nasıldı?

Garipti aslında. The Sex Pistols adı çok duyulmasa da yeraltı kültüründe yaygınlaşıyordu. Daha önce onları gören herkes bir başkasına öneriyordu; bu nedenle bir merak doğmuştu. Bazı insanlar hiçbir beklentileri olmadan gelmişti. Çünkü o günlerde internet, YouTube yoktu. Ne göreceğinizi bilmeden meraktan giderdiniz konserlere. Çok az sayıda müzik dergisi vardı. Hiçbir şeyin fazla ciddiye alınmadığı bir ortam söz konusuydu. Bir tür "observance theatre" gibiydi. The Sex Pistols’ı izlediğinizde eğlenirdiniz, komikti ama onlar eğlenceli olmaya çalışmazdı. Sonuçta bir komedi şovu değildi. (Burada çeviriyle anlamı bozmamak için “observance theatre” ifadesini onun söylediği gibi bırakıyorum. Z.K.)


"HÂLÂ 21 GİBİ HİSSEDİYORUM!"



1976’da 21 yaşındaydınız. 21 yaşındaki Pete Shelley, bugün 56 yaşındaki Pete Shelley için ne derdi?

Bilmiyorum... Bu soruyu yanıtlamak için zaman tüneline girip geriye gitmek gerekli sanki. Bence olumlu düşünürdü. Çıktığım noktaya fazla uzak değilim. Annemin 80 yaşında ettiği bir laf vardı: “Hâlâ 18 yaşında hissediyorum” derdi. Ben de aynı şekilde hâlâ 21 gibi hissediyorum! Sanırım daha mutluyum. Çünkü yaşlandığınızda, durulacak en iyi yeri biliyorsunuz. Geçliğinizde eğilimli olduğunuz aşırılıkları yapmak istemiyorsunuz artık. Hâlâ sahnede olmaktan mutluyum.

Punk dönemini yaşamamış gençlere o akımın müzikte ve toplumda yarattığı etkiyi anlatmanız gerekse, nasıl özetlerdiniz?

Müzikte sürekli yenilikler oluyor. Punk ortaya çıktığı sırada disco da gelişiyordu. Punk gerçekten büyük ilham kaynağıydı. İnsanlara yapmak istediklerinden vazgeçmemelerini söylüyordu. Yeni bir şeydi ama aslında zamanla sınırlı olmayan bir bakış açısıydı.

Neden bu kadar kısa süreli bir müzik akımı böylesine etkili oldu?

Çünkü işin içine insanları kattı. Fikri olan insanları bunu ortaya koyup gerçekleştirmeye yöneltti. Böylece insanlar kuyrukta beklemek yerine karar verici konumuna geldi. Bu büyük bir güçtü ve insanlar güçlerinin farkına vardı. Herkes kendi fikrini hayata geçirmek için toplumda gözlemci ve uygulayıcı haline geldi. Sadece müzikte değil, sosyal alanda da çok boyutlu etkileri oldu.

Kendi yaşantınızda bugün de punk tavrını sürdürüyor musunuz?

Evet, sürdürüyorum. Hâlâ bilgilenip, kendi fikrimi açıklıyorum. Karar alım süreçlerinde katılımcıyım. Doğaçlama bir şekilde oluyor bu. Kendiliğinden bir anda gelişen kararlar alabiliyorum.

Her zaman her istediğinizi yapıyor musunuz? Yıllarla gelen bazı sınırlamalar olmadı mı?

Hayır, olmadı; her istediğimi yapıyorum. Sabah gidip akşam çıkmak zorunda olduğum günlük bir işim hiç olmadı.

"KENDİMİZ REKLAM HALİNE GELDİK"

Punk ilk ortaya çıktığında hiç ticari olmayan bir müzikti. Neden daha sonra reklamlarda bile kullanılır oldu?



Garip olan şu ki, biz en ticari olmayan müziği yaparken, kendimiz reklam haline geldik...

Siz de şarkılarınızın reklamlarda kullanılmasına izin verdiniz. Bundan hiç pişmanlık duydunuz mu?

Neden duyayım? Reklam yapanlar müziğimizi kullanmak üzere bize başvurdu. Biz şarkıların duyulmasını düşündük. İnanmadığım bir şeyi asla desteklemiş değilim. Hiçbir zaman bir reklamda rol almadım. Bunu onaylamazdım zaten. Mesela İngiltere’de Muhafazakar Parti müziğimi reklamında kullanmak istese, ona da hayır derim. Ama mesela John Lydon İngiltere’de bir tereyağı reklamında oynadı, Iggy Pop sigorta şirketinin reklamında oynadı.

Bu beni rahatsız eden bir şey.

Öyle mi? Peki o reklamda kimi görmeyi tercih edersiniz? Parayı hoşlanmadığınız birine vermelerini mi istersiniz?

Bu durumda öyle.

Ama sevmediğiniz kişiyi göreceksiniz ve ona para verecekler...

Evet, ama para umurumda değil. Sevdiğim müzisyeni şirket reklamında görmekten hoşlanmıyorum.

Ben her gece vakti uyumuyorum; desteklediğim bir şey varsa uyuyorum.

(Burada İngilizce’de “sleep” kelimesine yüklenebilecek yan anlam, hem Shelley’i hem de beni güldürdü. Benim ona değil de, onun bana sorular sormaya başlaması da ilginçti ama konuyu böyle kapadık. Z.K.)

Punk döneminde ilk bağımsız single’ı yayınladınız. Teknolojinin DIY anlayışı (do-it-yourself : kendin yap kültürü) ile ortaya çıkan müzik üretimleri üzerindeki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bazıları bunun sıradanlık getirdiğini söylüyor.

Bence bu fikriniz olup olmadığına bağlı. Daktilonun bulunuşundan bu yana insanlar bir metni yazıp dağıtıyorlar. O metnin iyi olup olmaması ya da okumak isteyenin bulunup bulunmaması değil önemli olan. Yazan kişi, romanımı yazdım diyecek, reddedilse de romanını yayınlatmak için yayıncılara götürecektir, hatta artık internette kendi kendine de yayınlaması olanaklı. Aynı şekilde insanların akıllı telefonları ya da dijital kameraları var. İnsanlar, geçmişte olduğu gibi bu konuda detayları öğrenmek zorunda kalmadan fotoğrafçı haline geliyor. Müziğe de böyle bakarsak, daha çok insanın müzik yapması iyi bir şey. Ben insanların kendilerini açıklamasını teşvik ediyorum. Bir alanda yaratıcı olmak iyidir. Kavgaları, saldırganlığı da azaltır, dünya daha iyi bir yer olabilir.

Paul McCartney, geçen hafta bütün albümlerini Spotify ve diğer stream servislerinden çekti. Siz stream hakkında ne düşünüyorsunuz, yeni radyo olduğu görüşüne katılıyor musunuz?

Öyle mi? Duymamıştım bunu. Stream’in yeni radyo olduğuna katılıyorum tabii. Üstelik ne dinlemek istediğinizi kendiniz seçiyorsunuz. Ben Spotify’i çok beğeniyorum. Eskiden kalkar plakçıya gider, albüm alır, eve gelip dinlerdiniz ve çoğunlukla da içinde bir ya da iki şarkıyı severdiniz. Ama şimdi şarkıyı dinleyip ona göre almak olanaklı. Ayrıca konserleri duyurmak için de iyi. Radyo zamanında biliyorsunuz karışık kasetler yapardık. Ben de çok yaptım. Sonuçta bir şekilde müziği yaymak ve dinletilmesi açısından faydalı bu stream servisleri.

1976 yılında başlayan punk döneminden bu yana müzik yapan ve sahnede de varlığını sürdüren bir müzisyen olarak, bugün bir mesajınız var mı?

Eski dönemdeki ben ile şimdiki ben arasındaki en belirgin farklardan birisi belki de, mesajlar aracılığıyla uzlaşma yaratma çabamın daha azalması olabilir. Ama şunu söyleyebilirim : Kendinize karşı dürüst olun. Eski yıllarda çoğumuz yasalara karşı çıkardık. Aslında o dönemde düşündüğümüzden daha çok özgürlüğe sahiptik ve bu şaşırtıcıydı. Hiçbir şey için yapamam, olanaksız demeyin; şarkı söylemek istiyorsanız çıkın söyleyin. Dinleyen yoksa da önemli değil. Duşta kendiniz için söylediğiniz gibi söyleyin; hem kendiniz mutlu olursunuz hem de mutlaka dinleyen çıkacaktır. Cesur olun!

Geçen aralık ayında Mike Joyce İstanbul’daydı. Buzzcocks tutkusunu bildiğim için, sizinle röportaj yaparsam ne sorayım dedim kendisine. “Mayıs ayında Manchester’da verecekleri konserde sadece biste davul çalmam olanaklı olabilir mi?” diye sorabilirsiniz demişti. Ben de soruyorum.

O konserde bis olur mu emin değilim. Bir tür kutlama partisi gibi çünkü. Üç grup olacak sahnede...

(Aşağıda konserde çektiğim video "Sick City" ve "Moving Away from the Pulse Beat" adlı şarkılarını çalıyor Buzzcocks.)



Setlist: Boredom / I Don’t Mind / Autonomy / Get On Our Own / Whatever Happened To? / Girl From the Chainstore / Sick City / Moving Away from the Pulse Beat / Nothing Left / Noise Annoys / Breakdown / Promises / Love You More / What Do I Get? / Harmony In My Head / Ever Fallen In Love / Orgasm Addict

(Fotoğraflar Gökhan Göktaş, video benim tarafımdan çekildi.)

-

Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate