19 Şubat 2012 Pazar

Vitrindeki Albümler 105: Tindersticks - The Something Rain (City Slang/Constellation)


By on 10:29:00

© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet / 19 Şubat 2012

Bazı gruplar vardır; daha isimlerini duyar duymaz aklınıza belli sözcükler ve imajlar gelir. Tindersticks de 1993’te çıkardığı ilk albümünden bu yana yaptığı müzikle hatları belirgin ve çok güçlü bir karakter yarattı. İngiltere’nin Nottingham kentinden çıksalar da, artık nereden geldikleri önemli değil; melankolik ruhların hayali başkentinde en kıdemli ev sahiplerinden biri Tindersticks.

Her yeni albüm yayımladıklarında bir yandan hüznün dibine vurup sarsılacağımızı bilerek heyecanlanıyoruz, diğer yandan da Stuart A. Staples'ın ruhumuza dokunan sesinde sıcaklık arıyoruz. İki yıl önce “Falling Down a Mountain” adlı albümde yaşadık bu hissi. Sonra İstanbul Film Festivali kapsamında yönetmen Claire Denis’nin filmlerine yaptıkları müzikleri, film görüntüleri eşliğinde çaldılar. Konserden önce Staples ile bir telefon röportajı yapma olanağı bulmuş ve o etkileyici bariton sesle yarım saat konuşmuştum. Röportajı okumak isteyenler şu linke bakabilir: http://zulalmuzik.blogspot.com/2011/04/claire-denis-ile-calsmak-bizi.html

Staples, röportajda yeni albüm üzerinde çalıştıklarını ve 2011 yazında tamamlamayı düşündüklerini söylemişti. O günden beri büyük merakla bekliyordum albümü. Sonunda Ocak 2012’de müjdemizi aldık ve “The Something Rain” adlı dokuzuncu Tindersticks albümü bu ay yayımlandı.

Kariyerinin en başında mükemmel albümler yapan grupların başına gelen Tindersticks’in de başına geldi. İkisi de grubun adını taşıyan 1993 ve 1995 albümleri ve özellikle 1997'de çıkan “Curtains”, o kadar iyi albümler ki, onları aşmak kolay değil. Tindersticks, daha sonraki yıllarda da belli bir çıtanın üzerinde işler yaptı ama kanımca “Curtains”, en yüksek eşik oldu.

“The Something Rain” ise, Tindersticks’in derin müziğini deneysel bir bakış açısıyla yine zengin bir enstrümantasyonla kaydettiği, son 10 yılda yaptığı en iyi çalışma. Şu kesin ki müzik, duyguları etkileme sanatıysa, Tinderticks de bu sanatın en yaratıcı icracılarından birisi.

Albümün açılışını “spoken word” tekniğiyle 9 dakika süren bir öykü anlatımı ile başlatmak, her grubun cesaret edebileceği bir şey değil. Bunu ancak Tindersticks gibi müziğine sınır koymayan, sofistike bir grup yapar. Tuşlu çalgılar ile çeşitli perküsyon aletlerinden sorumlu olan David Boulter’ın okuduğu “Chocolate” adlı öykü, bir erkeğin tanışıp hoşlanarak evine gittiği kişinin tam sevişme anında transseksüel olduğunu fark etmesini anlatıyor. Önce her şey yolunda gidiyor, duvarında David Bowie posteri asılı bir odada sıcak çikolatalar içiliyor ve sonra bu şok yaşanıyor. “She/he still look the same” diyor Boulter ve müziğin de yansıttığı gibi hüzünle sona eriyor öykü.

Albüm için böyle bir açılış riskli bulunabilir; ama şarkıları dikkatle dinlerseniz, aslında bir tematik bütünlük yaratmak açısından son derece hayati bir önemi var öykünün. “Chocolate”ın hemen ardından gelen “Show Me Everything”, geri vokaldeki kadın seslerinin “show me” sözünü tekrarlarıyla başlıyor ve Stuart A. Staples’ın yaklaşık 1.5 dakika sonra duyulan sesi, camlar üzerinden görüp dokunduğumuz karmaşaların algılanıp hissedilemediğini anlatıyor. Bana göre, bu ikinci şarkı doğrudan “Chocolate”a bir yanıt.

Frozen” ve ondan sonra gelen “Come Inside”ı da başlangıçtaki öyküyle ilişkilendirdim dinledikçe. Erkek, evine gittiği kadının transseksüel olduğunu fark ettiğinde, o an yerinden kıpırdayamadığını anlatıyordu öyküde. "Frozen"da o ana atıf yapılmış olduğunu düşünüyorum. Staples'ın sürekli tekrarladığı “If I could just hold you” ifadesi, hem pişmanlık, hem öfke, hem de hüzün yansıtıyor. Tonlamalara ufacık nüanslar katıp, aynı ifadeyle farklı hisler yaratmak, ancak Staples gibi çok usta bir vokalin yapabileceği bir iş. "Frozen"da, altyapıda devingen bir caz devam ederken, üzerine eklenen perküsyon ritmiyle birleşen müzik, duygusal anlamda beni alt üst etti. Belki de bu nedenle, ilk dinlediğim andan beri adeta bir tutku haline geldi.

"The Something Rain", duyduğum en güzel saksofon sololardan biriyle romantizmin doruklarında gezinen “Come Inside”la devam ederken aklım yine metaforlara gitti; davet edilen yeri öykü doğrultusunda yorumladım. Kim bilir, belki de Tindersticks bunu hedeflememişti. Eğer öyleyse, benim yorumumu aklımın muzırlığına verin...

Albümün kapanışını 2 dakika 42 saniyelik enstrümantal “Goodbye Joe” yapıyor. Bu parçanın özel bir anlamı olduğunu, açılışı yapan öyküyle bağlantısı bulunduğunu hissediyorum; albümü sindirerek, sözlerine kulak vererek dinleyince bu sonucu çıkarıyorum. Hüzünlü bitmiyor albüm; film ayrılıkla sona eriyor ama müziğin verdiği hisse göre yakılıp yıkılmıyor ortalık.

Elbette albümle ilgili olarak her dinleyicinin yorumu farklı olabilir. Ben şarkıları, tematik olarak bir bütünün parçaları şeklinde çok bütünlüklü bir şekilde yorumladım. Bana göre, sanki her şarkı bir filmin ayrı bir sahnesine eşlik ediyor. Çok güzel bir film bu; hayalinizde canlandırırken hüzünlenebilirsiniz ama dingin bir son bekliyor sizi.



tindersticks - Frozen

-

Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate