10 Temmuz 2012 Salı

Örnek Bir Festival: Roskilde


By on 18:11:00

Geçen haftayı Avea Müzik Bloggerları Fikir Takımı’ndan bir grup olarak Avrupa’nın en büyük festivallerinden birisi olan Roskilde'de geçirdik. Danimarka’nın Roskilde kentinde bu yıl 42’ncisi düzenlenen festival, 1971 yılında iki lise öğrencisi ve bir organizatör tarafından sadece 10 bin kişinin katılımıyla gerçekleştirildi. Aradan geçen zamanda etkinlik çok gelişti; bu yıl katılımcı sayısının 150 bini aştığı belirtiliyor.

Festivalin arkasında 1972’den bu yana müzik, kültür ve insani yardım alanında çalışmalar yapan ve kar amacı gütmeyen Roskilde Foundation adlı vakıf var. Festivalin en önemli özelliği, toplanan gelirin her yıl insani amaçlı sosyal yardım için kullanılması. Bu yıl bu doğrultudaki “Statement” adını taşıyan kampanyanın teması “Yoksulluk” olarak belirlenmişti. Her yerde “Görüşünü açıkla, değişime yol aç”; “Başkalarının değil kendi görüşünü söyle” yazan afişler vardı.

Geçen yıl evsizlere barınak sağlamak amacı güdülürken, bu yıl sığınma hakkı isteyenlere, Afgan ve Iraklı göçmenlere el uzattı festival. Bu konuda bir duyarlılık geliştirmek için festival alanında “Poor City” (Yoksul Kent) denilen bölgede çeşitli etkinlikler yapıldı. Amaç, barınağı, yemeği paylaşmak, aynı alanda ortak bir hayatı sürdürmek için farkındalığı geliştirmekti. Duyduğuma göre festival sırasında bu alanda, tanımadığınız bir insanla ortak dil geliştirmek için aynı yastığa baş koyup sohbet etmeyi denemek şeklinde bir uygulama da vardı. Gidip denemedim ama fikri sevdim.

Poor City’nin önünden geçerken devasa bir çöp alanına döndüğünü, gürültüden ve kötü kokudan içinde uyunmaz hale geldiğini gözlemlesem de arkasındaki düşünceyi takdir ediyorum. Oradan ne zaman geçsem, etrafa bakmadan bulduğu yere tuvaletini yapan insanlar gördüm. Paylaşım güzel fakat keşke bunu da paylaşmasalar diye düşünmeden edemedim.

Festival alanı, kapalı mekanlar, kamp ve park sahalarıyla toplam 1.576.000 metrekarelik bir yeri, yani 215 futbol sahasına eşit büyüklükte bir alanı kapsıyor. Festivali düzenlemek için sadece 30 tam zamanlı eleman çalışıyor ama yıl boyunca 800 gönüllüden yardım alıyorlar. Bu sayı festival sırasında 30.000 gönüllüye ulaşıyor.

Roskilde, her şeyden önce insanoğlunun isterse el ele verip neler yapabileceğini ortaya koyması bakımından son derece çarpıcı. Benim festivalde gördüğüm tek logo, ana sponsor Tuborg’a aitti. O da her yere adını kazıyıp katılımcıların gözünün içine sokmamıştı.

Basın mensubu olarak akredite olduğumuz festivalde çalışma koşulları açısından profesyonel bir ortamla karşılaştık. Ana sahnenin arkasında 3000 medya görevlisinin anında haber geçebilmesi için gerekli şartlar hazırlanmıştı. Türkiye’deki festivaller o kadar büyük olmasa da, aynı özeni beklediğimizi belirtmek isterim.

Roskilde Festivali, hazırlık olarak geçen dört ısınma günüyle birlikte toplam sekiz güne yayılıyor. 7 sahnede farklı müzik türlerini kapsayan 180 civarında konser arasında seçim yapmak zor olsa da, diğer festivallere göre performans çakışmaları en aza indirgenmeye çalışılmış; sahneler de birbirine çok uzak olmadığından birinden diğerine geçmek fazla sorun olmuyor.

FESTİVALİN EN COŞKULU KONSERİ SPRINGSTEEN'DEN, EN BÜYÜLEYİCİSİ NILS FRAHM'DAN

Bu yıl festivalin en büyük isimleri Bruce Springsteen, The Cure, Jack White, Björk, The Roots, Bon Iver ve Mew’di.

Springteen, sürpriz yaparak The Roots ile birlikte şarkı söyledi ve enerjisiyle festivali yakasından tutup tam anlamıyla silkeledi. Konserlerinde bedenini, ruhunu, yüreğini, her şeyini ortaka koyan mükemmel bir müzisyen Bruce Springsteen. Bu yıl Patron’la yolum 3. yolum kesişti; Teksas’ta SXSW’da müzik üzerine yaptığı muhteşem konuşmayı dinledikten sonra kendi memleketi New Jersey’de konserine gittim. Orada 30 yıl önce açılışını kendisinin yaptığı Izod Center’da hemşerilerine seslenirken çok duygulandı; şarkı aralarında anılarını anlatıp yorumlarda bulundu, sonra neşelenip crowdsurfing bile yaptı. Danimarka’da o kadar duygusal anlar yaşanmadı ama yine çok formundaydı. Bir an yerinde durmadı, üzerindeki gömlek, pantolon terden sırılsıklam olup renk değiştirdi. Bu dünyada canlı performansıyla istisnasız herkesi ayağa kaldırabilecek birkaç müzisyen varsa, onlardan birisi Springsteen.

Björk’ü bu turne kapsamında Reykjavik’te kapalı bir salonda dinlediğimde çok etkilenmiştim. Ancak son albümü ne konsept ne de ruh olarak açık hava mekana uygundu. Konserden önce bu endişemi arkadaşlarımla paylaşmıştım ve endişem yerinde çıktı; coşku yoktu konserde. “Biophilia” bir iPad albümü olduğundan her şarkının özel bir iPad versiyonu var. Roskilde Orange Sahnesi'nde kenarda iki büyük, sahnede bir büyük ve 2 küçük video ekran vardı. Ama sahne kenarındakiler Björk’e odaklandığından iPad videolarını sadece en önde olanlar izleyebildi. Müzik-video ilişkilendirilmesinin sınırlı tutulmasından yanayım ama Björk’ün albümünün çıkışı iPad; o yüzden sunumda hata vardı. O konser, bir festival için uygun değildi.

Jack White, festivalin en çok ilgi gören isimlerinden biriydi. Belli ki son albümü “Blunderbuss” ile çok sayıda insanın kalbini kazandı. Ben bir Jack White hayranı değilim ama sadece kadın müzisyenlerden oluşan ekibiyle sahnenin tozunu attığına tanık oldum.

The Cure, yıllar geçse de eskimeyen şarkıları ve Robert Smith’in üç saatlik hayranlık uyandıran performansıyla unutulmayacak bir konsere imza attı. Benim gibi o grubun müziklerine ayrı bir duygusal bağla bağlı olanlar için tarifsiz bir mutluluktu. Sevdiğimiz bütün şarkılarını çaldı; konser bittiğinde çok mutluydum.

Bon Iver, aldığı ödüllerden sonra tüm dünyada büyük bir çıkış yaptı. Beğenilip sevilmesi mutlu edici elbette ama şu da var ki, Roskilde’de izdihamdan müziğini dinlemek olanaksız hale gelmişti; keşke bu kadar büyümeseydi dedirtti bana. Bir süre önce Bon Iver’in arena turuna çıkacağı haberi geldiğinde tepki göstermiş, yanlış bulduğumu söylemiştim. Haklı olduğumu gördüm. Bon Iver, son derece kırılgan ve nahif bir ses tonuyla şarkı söylerken duyulan çığlıklar müziğin karakterine tersti. Çok sevdiğim bir grubu dinlerken hiç zevk alamadım...

Gossip de bu yıl birden fazla izleme şansını bulduğum gruplar arasında. Beth Ditto, canlı performansına gözü kapalı kefil olabileceğim ender isimlerden birisi. Sadece güçlü sesiyle değil, sahnedeki karizması, esprileri ve rahatlığıyla kalabalığı anında avucunun içine alıyor ve ilgiyi bir an dağıtmıyor. Son albümün dinamizmini de sahneye çok başarıyla yansıtıyor ekip. Akşamüstü sahne almasına karşın, çok yoğun bir talep vardı Gossip’e. Bundan sonra her yerde aynı ilgiyi göreceğinden hiç kuşkum yok.



Dört gün içinde 30’dan fazla performans izledim ama bana en çok dokunanı, ambient / modern klasik müziğin genç dehası Nils Frahm oldu. Bir müzisyenin enstrümanına hakim olması çok saygı uyandırıyor ama Nils Frahm’ınki ondan öte bir durum. Sanki piyanonun, klavyenin içinde yaşıyor gibi. O genç yaşta öylesine tutkulu ve dokunaklı bir müzik yapıyor olması da ayrı bir merak konusu. Dinledikçe mutluluktan gözlerimden yaşlar akmasına neden oldu o genç adam. Bulduğunuz yerde konserini kaçırmayın. Konserin bir yerinde aynı plak şirketi Erased Tapes’den müzik yayınlayan Peter Broderick ve Danimarkalı grup Efterklang üyeleri de Frahm’a katılınca tarihi bir ana tanık olduk. Videosunu çektiğim için anlatmıyorum; olanları oradan izleyebilirsiniz. (Diğer videolar için link: http://zulalmuzik.blogspot.com/2012/07/nils-frahm-roskilde-festival-2012.html )



Benzer şekilde etkilenerek dinlediğim diğer müzisyen Peter Broderick’ti. Sahnede tek başına bir büyücü gibi adeta; keman, klavye, gitar arasında koşup duruyor. Yumuşacık sesiyle melankolik tınılar çıkarıyor ama şarkı aralarında komik anekdoklar anlatıyor. Yarattığı sesleri sample’layıp loop’a alıyor ve bir oyun gibi oynuyor seslerle. Onun konseri de festivalin en güzel sürprizlerinden birine sahne oldu. Bir baktık ki kızkardeşi Heather Broderick ve Nils Frahm bir anda sahneye fırladı. (Onun da videosunu şu linkten izleyebilirsiniz: http://zulalmuzik.blogspot.com/2012/07/peter-broderick-roskilde-festival-2012.html)

Hem Peter Broderick, hem de Nils Frahm, festivaldeki favori sahnem Gloria’da çaldılar. 900 metrekarelik kapalı bir çadırın içindeydi bu sahne. Dev festival alanında en çok hoşuma giden yer, Poetry Hall’du. Yerleri bildiğiniz deniz kumuyla kaplamışlar. Bir yanda kahve, çay ya da içki alabileceğiniz bir bar var, aralara kütüphaneyi andıran raflı yerleştirmeler konmuş. Kimisi oda görünümünde olan bu yerleştirmelerin içine girip kitap okuyabiliyorsunuz. Kitaplar Danimarka Kraliyet Kütüphanesi tarafından festivale bağışlanan müzik kitapları ve dilerseniz istediğinizi alıp gidebiliyorsunuz. Orada kitap okuyup yerde kumdan şato yapanları izlemek bambaşka bir deneyimdi. Bu yaratıcı konsept çok cezbetti beni.

30’dan fazla konseri tek tek bu yazıda anlatırsam çok fazla uzun bir yazı olur. Bazılarının videolarını paylaşacağım; önemli bir bölümünün hakkında da hafta boyunca Twitter ve Instagram üzerinden görüşlerimi video, tweet ve fotoğraf aracılığıyla aktardım. (Twitter ve Instagram'daki kullanıcı adım "zulalk", YouTube kullanıcı adım zulal2011. İlgilenenler o platformlardan da bakabilir.)

Bütün sahnelerde ses sistemleri mükemmeldi, bütün performanslar (yarım saat geciken Mew dışında) zamanında başladı. 2000’deki Pearl Jam konserinde dokuz kişinin izdihamdan ölmesi nedeniyle festivalde izleyici güvenliğinin çok titizlikle ele alındığını gördüm. Her konserden önce gösterilen videolarda crowdsurfing ve omuza çıkıp izlemenin yasak olduğu hatırlatıldı, “kendinize ve diğer arkadaşlarınıza dikkat edin” denildi. Susuzluktan bayılan olmaması için her konserde sahne önünden kalabalığa bedava su dağıtıldı. Kocaman kovaların içine muslukla doldurulan su, festival için özel tasarlanan çevreye daha az zararlı bardaklarla iletildi insanlara. Uyuşturucuya karşı mesajlar, pankartlar asılmıştı ama festival sırasında 20 yaşında bir gencin uyuşturucudan öldüğü haberi geldi.

Roskilde, katılımcılara olabildiğince geniş özgürlük tanıyan, kimsenin kimseyi kınayıp sınırlamadığı, bir süreliğine gerçek dünyadaki sorunları unutup kendinize müzik ve sanatla çevrili bir dünya kurabildiğiniz çok güzel bir festival. Sonuçta her müzik sevdalısına, tabii olanağı varsa, Roskilde deneyimini yaşamasını öneririm. Glastonbury kadar yoğun ve yorucu değil; üstelik büyük bir festivale yakışan tatmini hem müzik hem ortam açısından sağlıyor.

Festivalin en büyük sahnesi Orange’ın olduğu alanda dev puntolarla yazılmış bir söz var: “The Best of Times for the Rest of Time” demiş Amerikalı sanatçı Steve Powers. O söz, festivalin ruhunu tek cümlede anlatıyor. Müzik, eğlence ve sanatla dolu geçen günlerden sonra sosyal yardım için hiç azımsanmayacak bir para toplanıyor. Bu yıl sadece bilet satışından 47.000 Euro toplandı; festival sırasında yapılan bağışlar da eklenince bu miktar çok daha fazla olacak. Eğlenirken de toplumsal açıdan bir işe yaramak ve bunu gerçekten hedef haline getirmek mümkün. Roskilde Festivali’ni düzenleyenler bunu kanıtladığı için alkışı hak ediyor.

EN ÇOK BEĞENDİĞİM PERFORMANSLAR

-Nils Frahm
-Peter Broderick
-Gossip
-The Cure
-Bruce Springsteen
-Oneohtrix Point Never
-Kimmo Pohjonen / Samuli Kosminen and Proton String Quartet (video: http://zulalmuzik.blogspot.com/2012/07/kimmo-pojhonen-samuli-kosminen-proton.html)
-Janelle Monae
-Perfume Genius (video : http://zulalmuzik.blogspot.com/2012/07/perfume-genius-roskilde-festival.html)
-Paul Kalkbrenner
-Tune-Yards

ROSKILDE ÖNERİLERİM

Konaklama: Festivalde farklı kamp alanları var. Eğer kamp yapacaksanız, önerim biraz fazla para ödeyip Get-A-Tent denilen alanda kalmanız. Çünkü orada hem sizi hazır kurulu çadırlar karşılıyor, hem de sahnelere nispeten daha uzak (10 dakika yürüme mesafesi), dolayısıyla gürültüsü az bir alan. Ayrıca o bölgede kullanabileceğiniz sifonlu, daha uygar ve modern tuvaletler var. Bu nedenle de kötü koku sorunu yok. En önemlisi de sıcak duş bedava. Gerçi diğer musluklardan akan çivi gibi soğuk suyla kıyaslayıp “hot shower” demişler; aslında epeyce ılık bir su ama sonuçta duş! Eğer yanınızda götürmediyseniz, girişte şampuan, havlu gibi malzemeleri de satıyorlar. Glastonbury’deki gibi kadınlar ve erkekler için ayrı bir alanda ortak bir yerde topluca duş alıyor insanlar. Biraz hamam görüntüsü var ama yine de çölde vaha gibiydi benim için. (Get-A-Tent bileti alırsanız, festivalden ayrılırken kaldığınız çadırı da alıp götürebiliyorsunuz.)

Yiyecek: Hemen her zevke göre yiyecek satan standlar var. Fiyatlar Roskilde ve Kopenhag ile kıyaslanırsa pahalı değil. Festivale giderken yanınızda bir miktar Danimarka Kronu bulundurmanızda fayda var. Kredi kartı da geçiyor ama bazı yerler nakit kron kabul ediyor. Festival alanında banka işlemleri için bir şube bulunuyor. Denemedim ama oradan da faydalanılabilir. Yine de giderken yanınıza kron alın. Roskilde’nin ilginç bir özelliği, kamp alanına istediğiniz kadar içki ve yiyeceğin sokulabilmesi. Önce tekerlekli el arabalarıyla koli koli bira taşıyanları görünce şaşırdık ama sonra durumu anladık. 4 gün ısınma 4 gün festival olarak planlanan etkinlik, 8 güne yayılınca yeme içme kurallarını gevşek tutmuş organizatörler. Bir pet su şişesinin bile alana sokulmadığı bizim festivallere göre Roskilde’de yaşam çok daha kolay. Glastonbury’de veganlar için ayrı yemek vardı ama Roskilde’de bu ayrıca düşünülmemiş. Ben, vejetaryen yemekleri kendime uygun hale getirmeye çalıştım ve çok da zorlanmadım.

İhtiyaçlar: Festival alanında kamp malzemeleri satan dükkan var. Bir ihtiyacınız olursa oradan almanız da olanaklı. Yani paranız varsa evden olduğunuz gibi çıkıp gider ve orada bütün gereksinimlerinizi karşılarsınız. O bakımdan endişeye gerek yok. Roskilde kent merkezi de yürüyerek 15-20 dakika mesafede. Oradan da alışveriş yapmak mümkün.

Roskilde’de hava saatlik değişimler gösteriyor. Sabah yağmurlu ve soğukken, gün içinde birden ısınabiliyor veya tersi de olabiliyor. O nedenle yanınızda mutlaka şort-tişört- yazlık spor ayakkabı götürürken, ayrıca yağmurluk-mont-yağmur çizmesi ve kalın kazak bulundurun. Hem yazlık hem kışlık bir festival Roskilde.

(Bütün fotoğraflar ve videolar bana aittir.)

-









-

Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate