14 Kasım 2014 Cuma

DAVID HARRINGTON: "TANBURİ CEMİL BEY, JIMI HENDRIX GİBİ DAHİ BİR SANATÇIYDI"


By on 10:51:00

14.11.2014
 
Çağdaş müziğin öncü topluluğu Kronos Quartet, 10 yıl sonra yeniden Türkiye'de konser vermeye hazırlanıyor. 1973 yılında kurulduğundan beri kendisi için yazılan ya da düzenlenen 400'den fazla eseri yorumlayan grup, deneysel bakış açısı ve kar amacı gütmeyen Kronos Quartet Performing Arts Association sayesinde kurduğu yaratıcı organizasyon modeli ile tüm dünyada büyük başarı kazandı. Hiç durmadan çalışıp üreten grup, her sezon yaklaşık 12 yeni eser sipariş ediyor, yılda 75'ten fazla konser veriyor, 22 hafta boyunca kendi ülkeleri içinde 15 eyaleti ve Amerika dışında 15 ülkeyi kapsayan turneye çıkıyorlar. Yeni eserlerin yanı sıra, yeni yeteneklerin keşfi ve eğitimi gibi önemli etkinlikleri de söz konusu dernek aracılığıyla gerçekleştiriyorlar.

1973'te kemancı David Harrington (1. Keman) tarafından kurulan dörtlüde, bugün John Sherba (2. Keman), Hank Dutt (viyola) ve Sunny Yang (viyolonsel) yer alıyor. Son derece geniş bir repertuvara sahip olan grup, bugüne kadar bir yaylı çalgılar dörtlüsü için birçok sıradışı kayıt yaptı; Jimi Hendrix'ten "Purple Haze"i yorumladı, Allen Ginsberg "Howl"u okurken müzik yaptı, David Bowie "Space Oddity"i söylerken sahnede Philip Glass ile birlikte ona eşlik etti, Steve Reich'ın 11 Eylül olaylarının etkisiyle yazdığı WTC 9/11 eserini kaydetti. Geçen yıl Paris'te bu eseri gruptan canlı dinledikten sonra uzun süre etkisinden çıkamamıştım. "Requiem for a Dream" filminin Clint Mansell imzalı unutulmaz müziklerini icra eden de Kronos Quartet'ti. Kronos, bu yıl rock grubu The National'dan tanıdığımız Bryce Dessner'ın yazdığı "Aheym"i yorumladı ve muhteşem bir kayıt çıktı ortaya. 41 yılda toplam 43 stüdyo albümü, 5 film müziği kaydettiler ve başka müzisyenlerin kayıtlarına katkıda bulundular. Sonuçta müziğin çok farklı türlerinden besteciler için adeta bir çekim alanı oldu Kronos Quartet. Gelecek yıl da yaratıcı müziğin en önemli etkinliklerinden Big Ears Festival'da "konuk sanatçı" olarak odak noktasını oluşturup onurlandırılacak.

Dörtlüyü 18 Kasım'da CRR Konser Salonu'nda dinlemeden önce David Harrington'a bazı sorular yöneltme şansım oldu. Onca yoğun seyahat programı arasında yanıtlama inceliğini gösterdi. Verdiği yanıtlar yaratıcılığın sırlarına dair de ipuçları içeriyor kanımca...



Bir süredir turnedesiniz ve 10 yıl aradan sonra Türkiye'ye geliyorsunuz. Heyecanla bekliyoruz! Nasıl geçiyor turne?

Bu turnenin bir parçası olmak harika bir duygu. Sırbistan'dan başladık ve "Beyond Zero" adlı eseri çalarak 1. Dünya Savaşı'nın başlangıcına dikkat çektik. Yaklaşık 20 yıldır bizimle işbirliği yapan Novi Sad'lı besteci Aleksandra Vrebalov, müthiş güçlü bir eser yazdı. Eski dönem kayıtlarıyla yaptığı filmlerle tanınan Amerikalı yönetmen Bill Morrison da onun müziğine çarpıcı bir film yaptı. "Beyond Zero", Vrebalov'un Sırbistan'daki Kovilj Manastırı'ndaki rahipler arasında yaptığı bir kayıtla sona eriyor. Belgrad ve Novi Sad'daki konserlerimizde rahipler bize eşlik ederek şarkı söyledi. Bu eski Bizans müzik geleneğine ait sesin ve ruhun adeta sihirli bir şekilde sahneye yansıması, olağanüstü bir deneyim.

Sırbistan'dan Hollanda'da 's-Hertogenbosh'a gittik. Burası 500 yıl önce Hieronymus Bosch'un (Rönesans'ın kuzeydeki temsilcilerinden Hollandalı ressam- Z.K.) memleketi olan bir kent. Kasım Müzik Festivali, çok canlı ve güzel bir etkinlik, festivalin kapanışını biz yaptık. Rus besteci Sofia Gubaidulina'nın Kronos için 1993'te yazdığı String Quartet #4 adlı eseri, 1994'te Carnegie Hall'daki ilk konserimizde çalmıştık. O tarihte Sofia ile prova yapabilmiştik ama o mükemmel eserini konserde çalışımızı hiç dinleyememişti. Sofia Gubaidulina'nın sıcak, içten bir tavrı var; bunca yıl sonra onun dinleyiciler arasında olması harikaydı. O konserde Hollanda'dan iki konuk sanatçımız vardı: soprano Nora Fischer ve arpist Lavinia Meiijer. Çok coşkuluydu ve Mary Kouyoumdjan'ın son dönemde yazdığı büyük eseri "Bombs of Beirut" ile sona erdi. Dinleyiciler çok duygulandı.

Oradan Lizbon'a geçip Wagner'in "Tristan ve Isolde Uvertürü"nden Cafe Tacuba'dan "12/12"ye ve Steve Reich'tan "Different Trains"e kadar çeşitli parçalar çaldık. Portekizli şarkıcı Ameila Muge bize iki şarkısıyla eşlik etti. Kapanışta orijinalinde muhteşem Ermeni şarkıcı Zabelle Panossian'ın seslendirdiği "Groung" adlı şarkıyı çaldık. Bu şarkı, 1916'da Panossian'ın Amerika'ya gelmesinin hemen ardından kaydedilmişti.

Bu akşam Kafka ve Rilke'nin kenti Prag'dayız. Bu turnede her durağımız giderek daha da derinlik kazanıyor sanki. İstanbul'a tekrar gelip oradaki dinleyicilerimiz için çalmayı sabırsızlıkla bekliyoruz.



Bu yıl Kronos Quartet'in 41. yılı. Bunca yıldır hem erken dönem müziklerini hem de Kronos Quartet için yazılan özel besteleri dünyanın her yerinde farklı dinleyicilere icra ediyorsunuz. Sizin açınızdan nasıl bir süreçti bu? Sizin için nasıl bir serüven oldu?

40 yıldan sonra artık Kronos'un kendi yolunu, hızını yakaladığını hissediyorum. Dünyanın her yerinden besteciler bizim için heyecan verici eserler yazıyor. Her gün parçası olmaktan ve paylaşmaktan dolayı kendimizi talihli hissettiğimiz yeni deneyimler ortaya çıkıyor. İnsanlık açısından bu kadar çok şeyin mümkün olduğu ve aynı zamanda tehlike içine girdiği böyle bir an müzikte daha önce var olmadı. Konserlerimizde bu güçlü yaratıcılık ve risk anlarını coşkuyla karşılamak istiyoruz. Kendimize ve dinleyicilerimize bu rahatsız edici sorunların bazılarını çözebilmek için enerji vermeyi umuyoruz. İşbirliği yöntemlerine işaret etmek ve yaşam hakkında yeni şeyleri müzik yoluyla öğrenmenin heyecanını göstermeyi umuyoruz.

Müziğiniz klasik virtüözlük ile popüler duyarlılığı buluşturuyor, bir anlamda klasik ile pop arasındaki çizgiyi belirsizleştiriyor. Bu noktaya nasıl ulaştınız?

Bana göre müzikte kategoriler yok. Kulaklarım kapıda bekleyen bekçi ya da türler arasına çekilen tel örgüler değil. Müzik çok çeşitli şekillerde ortaya çıkıyor, gerçekten bunun nasıl olduğunu tam olarak anlamıyorum ya da üzerinde fazla bir konrolüm yok. Müziğin kendine özgü bir zaman kavramı var. Müzikte tüm hayatımı değiştiren anlar söz konusu. O anları çocuğum ya da torunum gibi sevgiyle el üstünde tutup koruyorum. Müzik deneyimi yoluyla bu tür hayat değiştiren anları yaşamayı sürdürmeyi umuyorum ve Kronos aracılığıyla diğer insanlara da bunu yaşatabilmeyi diliyorum.



Yıllardır birikte çalışabildiğiniz müzisyenlerin bulunması Kronos için büyük şans olmalı. 
Prodüksiyon sırasında yaşanan diyaloğun temeli ne, nasıl bir dinamik söz konusu?

Müzisyen olmanın tek anlamı, hayatınızın belli bir anında, müzikle mümkün olan en fazla oranda ilişki içinde bulunmaya karar vermiş olmanızdır. Yanınızdan yürüyüp giden fırıncı ya da muhasebecinin de müzikle yoğun ilişkisi olabilir ama bunlar dönüşüm yaratan deneyimler olmayabilir. Biz Kronos'ta çaldığımız müziğin asıl sahibi değiliz, onu bir süreliğine paylaşabiliyoruz. Bizim sorumluluğumuz, bulabileceğimiz en harika, en güzel ve en sarsıcı müziği bulmak. Gezegendeki en yaratıcı beyinlerin gücünü kullanarak hayatın bazı gizemlerini anlatmaya ve o müzisyenlerin bize en iyi müzikal düşüncelerini vermelerini sağlamaya çalışıyorum.

Kronos Quartet bugüne kadar Philip Glass, Terry Riley, Astor Piazzola, Steve Reich, Tom Waits, Paul McCartney ve Björk'ün de aralarında bulunduğu çok farklı müzik yapan yetenekli isimlerle çalıştı. Çalışacağınız müzisyenleri ya da yorumlayacağınız eserleri seçerken temel kriteriniz ne?

Kronos'un yaptığı çalışmalar, bir sonraki aşama için sonsuz bir araştırma gibi. Bir sonraki aşama için doğru olan hangisi? Bu insan portresini nasıl biraz daha tamamlanmış hale getiririz? Daima bana ertesi gün cazip gelecek müziği ararım. Yarının müziğinin ne olduğu konusunda bugün emin değilim.

Birçok besteci ile uzun süreli ilişkiler kurabildiğimiz için şanslıyız. Eğer bir kere çalıştığınızda yeterince iyiyse, onu sürdürmek de iyi sonuçlar verir diye düşünürüm hep. Pratik yapmak önünüze yeni rotalar çıkarır. Her besteci ile ne kadar çok çalışırsak, o kadar çok hikaye anlatılabilir. Steve Reich, Kronos Quartet'e en kişisel eserlerini emanet eden açık bir örnek. Bu güvene değer veriyoruz ve bütün bestecilerimizi yeni anlatım olanaklarına kavuşturmayı umuyoruz.



Terry Riley ile nasıl tanıştınız? Onunla çalışmanız müzikal anlamda hangi keşiflere yol açtı?

Terry Riley, 1980'den bu yana Kronos için beste yapıyor. Çalışmalarımızı onsuz hayal edemiyorum. Şu ana kadar bize yalnızca 27 çok çeşitli bir renklilik vermekle kalmadı; birlikte gerçekleştirdiğimiz provalarda yaptığı yorumlar ve müziğinin gücüyle, Kronos'un dağarcığına yeni bakış açıları ve sesler eklememize olanak sağladı. Müzik ve insanlık için olağanüstü bir güç Terry Riley.

İstanbul konserinizde nasıl bir program olacak? Merak ediyorum, birkaç ipucu vermek olanaklı mı?

Kentinize son geldiğimizden bu yana neler yaptığımızı gösterecek bir program var aklımızda. İstanbul konserimizde en sevdiğimiz bazı bestecilerin eserlerini çalacağız. Montreal'den Nicole Lizee bizim için eğlenceli, ses bakımından yaratıcı ve çok hoş müzikler besteledi. İran'dan Sabha Aminika, konserlerimize çok eski bir İran geleneği olan halı dokumacılığının seslerini taşıdı. Aleksandra Vrebalov, ülkesindeki kafa karıştırıcı çatışmaları müzikle anlattı. Terry Riley'in en büyüleyici eserlerinden birisini, "Salome Dances for Peace"ten "The Gift"i çalacağız. Dörtlüler için yazılmış eşsiz bir eserdir bu. Bu konuda başka hiçbir şey ona yaklaşamaz bile. Dinleyici aniden Hindistan'a gider, birden kendini Moğolistan'da bulur, olağanüstü bir şey.

Fark etmiş olabilirsiniz; Suriyeli şarkıcı-besteci Omar Souleyman ve Ramallah Underground'un müziklerini çalıyoruz. Ermenistan'dan bir parça olabilir. Yahudi müziği, Hıristiyan müziği, İslami müzik... Bu dünyada hepimizin paylaştığı birkaç değerli anın işe yarayabileceğini göstermek  istiyoruz.

Tanburi Cemil Bey'den "Eviç Taksim", bu yıl yayınladığınız "A Thousand Thoughts" adlı albümde yer alıyor. Sizi o esere çeken neydi?

Tanburi Cemil Bey, Bartok, birkaç isim saymak gerekirse, Jimi Hendrix ve Astor Piazzola gibi dahi bir sanatçıydı. Dünyaya Osmanlı müziğini kazandırdı, bu müziğin en etkileyici eserlerini verdi. "Bey" kelimesinin İstanbul'un arka sokaklarından geldiğini duyabilirsiniz. İstanbul'a gelip Tanburi Cemil Bey'den bir eser çalmamayı hayal bile edemeyiz.

Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate