5 Şubat 2016 Cuma

BUZ GİBİ RÜZGÂRLA BOĞAZİÇİ'NE TAŞINAN KUZEY IŞIKLARI


By on 17:17:00

5.2.2015

27 Şubat gecesi Salon’da Fabrika Records gecesine gelenler, insan sıcağının müziğe karanlık melodiler ve soğuk vokallerle yansıyan ifadesinin büyüsüne bir kez daha tanık olacak. Aynı gece arka arkaya İsviçre, İngiltere ve Almanya kökenli post punk/minimal wave ikilisi Lebanon Hanover, Yunan yeraltı müzik sahnesinden gotik-punk ikilisi Selofan ve Türkiye’de neredeyse hiç var olmayan gotik sahnesinde post punk/darkwave soundu ile öne çıkan She Past Away’i dinleyeceğiz. Her üçü de, kendisini “günümüz eğlence endüstrisi normlarının dokunamadığı egzantrik yeni sanatçıların evi” diye tanımlayan Yunan bağımsız plak şirketi Fabrika Records bünyesinde yer alıyor.

1980’lerden bu yana içime işleyen bu sound tüm gece sadece kulakları mest etmekle kalmayacak; ruhumuzun derinlerindeki o en hassas yere dokunacak. Heyecanla bu geceyi beklerken, ilk kez canlı dinleyeceğim Lebanon Hanover’ı daha yakından tanımak istedim.

ART NOUVEAU, BRİTANYA KIYILARI, ORMANLAR VE BERLİN KENT YAŞAMI

Yıllardır müziklerini dinlediğim grup üyeleri, kendilerini iki sıcak kalbin yabancılaşmış dünyaya soğuk bir yanıtı diye anlatıyor. İngiliz yazar William Wordsworth’a hayranlık duyan, Art Nouveau akımından etkilenen, Britanya kıyılarında ve geceleri ormanlarında gezinen ama aynı zamanda Berlin’deki kentsel yaşamdan da esinlenen sofistike bir ikili.

İsviçreli Larissa Iceglass (vokal, gitar, synth) ve İngiliz William Maybelline’den (vokal, bas, synth) oluşan grup, 2010 yılında kurulduğu günden bu yana, Fabrika Records ve Dead Scarlet etiketiyle yayınladıkları evde kayıtlarından sonra, ilk kez geçen yıl profesyonel bir stüdyo kaydı olan “Besides the Abyss” albümünü çıkardı. "Sadness Is Rebellion", "Why Not Just Be Solo", "I Am A Reject", "Tomb For Two" gibi ilginç şarkı ve albüm isimleriyle de dikkat çeken Lebanon Hanover, eğer boş vakitlerini kitap okuyarak ve kelimelerin aklınızda imaj haline gelmesini hayal ederek geçiren biriyseniz, benim gibi size de hitap edebilir. 
 


Grubun yarısı İngiltere’den yarısı İsviçre’den. Röportajlarınızda İngiltere ile Almanya arasında gidip geldiğinizi ve henüz kendinize bir ev edinemediğinizi söylüyorsunuz. Nerede yaşıyorsunuz şu anda?

WM: Sürekli seyahat ettiğim ve birçok yerin bir parçası gibi hissettiğimden bazen kendime yeryüzü benim evim diyorum ve bu anlamlı geliyor. Nerede yaşadığım sorulduğunda genellikle aklım karışıyor. Çünkü her yerde belli bir süre kalıyorum sadece. Yine de Sunderland ya da Bochum diyebilirim; seyahat etmediğimde büyük oranda Bochum.

LI: Ben de henüz belli bir yeri ev olarak görmüyorum . Almanya’nın güneyinde yaşıyorum ama istediğim için değil, gerçek aşk nedeniyle. Hâlâ başka bir yerde yaşamak konusunda güçlü bir istek duyuyorum fakat tam olarak neresi olduğunu bilmediğimden olduğum yerde kalıyorum.

Zaman ve mekanla ilişkiniz nasıl? Geçmiş, şimdiki an ya da gelecekle mi daha çok ilgilisiniz?

WM: Geçmişte ve şimdiki zamanda olan olaylardan etkileniyorum. İngiltere’de ve aynızamanda Almanya’da birçok duygusal şarkı yazdığımı fark ettim. Demek ki benim favori yerlerim onlar.

LAST.FM'DE BAŞLAYIP GERÇEK DÜNYAYA TAŞINAN İLİŞKİ

Lebanon Hanover kurulmadan önce müzik yapıyor muydunuz? Nasıl tanıştınız?

LI: Her ikimiz de bir araya gelmeden önce solo olarak müzik çalışmaları yapıyorduk. Tanışma hikayemiz tam bu çağa uygun. Önce last.fm’den tanışıyorduk, bir gün buluşmaya karar verdik.

Büyüdünüz ortam nasıldı?

WM: Ben hızla inşa edilmiş bir prefabrik binada büyüdüm, tümüyle kare şeklinde bir yapıydı. Kızkardeşlerim ve erkek kardeşimle bir arada yetiştik. İçinde bulunduğumuz toplumda pek kimse şanslı değildi; topluluk halinde daha iyi bir grup oluşturduk. Babam bölgede pop müzik çalan bir DJ’di; erkek kardeşim de müzik yapardı, bu nedenle hayatım boyunca müzikle çevrili bir ortamda büyüdüm.

LI: Ben İsviçre’de eğitimli sınıfın içinde yetiştim. Bütün çocukluğum boyunca karikatür çizeri olmak istedim. 20 yaşımda Berlin’e taşındım; çünkü aklımdaki müzisyen ve sanatçı olma düşüncesine uymuyordum.



"EN İYİ ORTAM KARANLIK VE BOL YAĞMURLU GÜNDÜR"

Bu kadar sık yer değiştirince iklimin müziğiniz üzerinde etkisi oldu mu?

LI: Kesinlikle oldu. Belki klişe gibi geliyor kulağa ama en iyi ortam karanlık ve bol yağmurlu bir gündür. Bundan eminim; çünkü bir süre Valencia’da yaşadığımızda, müziğe odaklanabilmek için güneşlikleri kullanmak zorunda kaldık. Havadaki melankoliye ihtiyaç var.

WM: Sıcakta müzik yapmak bana da zor geliyor. Beni soğuk bir odaya koyun, bütün gün müzik yaparım.

Müziğiniz hakkındaki yazılarda goth, shoegaze, cold wave, minimal wave gibi çeşitli tanımlamalar yapılıyor. Bu nitelemelere karşı tavrınız ne?

LI: Shoegaze sounduna sahip olduğumuzu sanmıyorum ama ama diğerlerini kabul ediyorum. Açıkçası tamamen yeni bir sound yaratmaya hiç çalışmadım; çünkü 80’lerin başından bu yana başka hiçbir şey beni o belirgin sound’dan daha çok etkilemedi. Yeni bir şey yaratmak için kendinizi zorlamaktansa en sevdiğinizi kopyalamanın devrimci bir yanı olduğunu düşündüm. Cold wave, minimal wave yönündeki herhangi bir tanımlamaya itirazım olmaz.

Müzikteki yaklaşımınızı belirleyen temel bir çizgi var mı?

WM: Bazen belli şarkılarda bir bas rifi, melodi ya da ses ile başlıyor. Şarkı sözleri ise, karşıma çıkan güzel bir kelime ile başlayacak kadar basit olabilir. Bana güzel gelen ne ise o...



MODERN ÇAĞIN GERÇEK ROMANTİKLERİ

Kendinize modern çağın gerçek romantikleri diyorsunuz. Bu “marazi” romantizm tutkusu nereden geliyor?

WM: Benim bakış açıma göre, ikimiz de doğal olarak maraziyiz. Özellikle kendim için söyleyebilirim; Poe ve Rimbaud ile ilgilenmek bu yanımızı geliştirdi. Üstelik bu benim romantizmi dramatize etmek için kullandığım dürüst bir yol ve bundan çok hoşlanıyorum. Abartmayı seviyorum; çünkü böylece kendimi anlatmam kolaylaşıyor.

LI: Ben “marazi romantizm” ifadesi ile kendimi tam olarak ilişkilendirebileceğimden emin değilim. Günlerimi mezarlıkta geçiriyor değilim ama yıkımın özel bir çekiciliğinin olduğunu hissediyorum. Kendime romantik demem. Sadece bu çağda sevgi ve doğa tutkusuyla dolu kocaman bir yürekle dolanıp duruyorum.

Müzik yaparken en çok hangi duygular sizi hareketlendiriyor? Bunları nasıl aktarıyorsunuz şarkılara?

LI: Çok tipik bir yanıt olacak ama... Gönül maceraları, hayal kırıklıkları, aşk acısı, hüzün, umutsuzluk, agresyon, rahatsızlık ve takıntı beni etkiliyor. Kendimi bunları yansıtmak için eğittim; bunları hissedince sonrasında derhal hislerimi yazmak istiyorum. Beni bu dünyada korkutup rahatsız eden çok şey var: Örümcekler, korku filmleri, ölüm, acı, yalnızlık gibi... Seslerin ve dokuların yarattığı kaynaşma da duygularımı aktarıyor; sonuçta hepsi bir araya gelerek beni anlatıyor.

Bir röportajınızda “Duygular, prodüksiyondan daha önemli. Bu nedenle 40’lı, 50’li, 60’li ve 70’li yılların müziklerini seviyorum. Çok sıcak geliyor,” dediğinizi okudum. Ama ilginçtir ki, sözlere dikkat edilmediği takdirde sizin sound’u soğuk bulanlar
olabilir. Bu tezat kasıtlı mıydı?


LI: Orada söylemek istediğim, 21. yüzyılda grupların mükemmel prodüksiyon gerçekleştirmek için çok fazla uğraşması. Dijital ve temiz bir sound amaçlanıyor. Oysa ben hep yalın ve çıtırtılı eski kayıtları sevdim; bana iyi bir his veriyor o kayıtlar. Sadece prodüksiyon konusundaki tercih ile ilgili bir konu. Ben 1982’deki gibi duyulsun istiyorum.

İÇTENLİKTEN KORKULAN DÜNYADA UMUTSUZ BİR HAYALPEREST

21.yüzyıldaki insan ilişkileri konusunda oldukça kötümser görünüyorsunuz. Bence haklısınız; çünkü bu ikiyüzlü dünyada gerçek sevgi ve dostluğu bulmak çok zor. Sizce tek çözüm, yalnız yaşamayı öğrenmek mi?

LI: İnsanların içtenlikten korktuğu, teknolojinin ilişkilerde çok seçenekliliği devreye soktuğu, ben beni ayakta tutacak güçlü bir romantizm peşinde koşarken çokaşklılığın (polyamory) her zamankinden daha çok moda olduğu bu çok modern dünyada her zaman umutsuz bir hayalperest oldum. Bence bireyler değil, sistem berbat. Sistemi gerçekten değiştiremeyiz ama birilerini sevebiliriz. Yeterince güçlü olmadığımdan asla tek başıma hayatta kalamam.

WM: Bir süre için yalnız başına yaşamayı öğrenmekte sorun yok ama bu arada birini tanımak için dostça davranmak ve bu yolda ilerlemek olumlu olur. Birbirine yaklaşırken daha pagan bir tavır takınmak, kaybedilen ruhları eşelemek önemli. Eski çağlarda birbirimize karşı daha iyi hislerimiz vardı; bu konuda hislerimizi kurutan teknoloji ve ona bağlılığımız suçlanabilir. Bu arada, yanımıza herhangi bir alet almadan ormanda daha çok yürüyüş yapabiliriz.



Açık ki edebiyat sizin için önemli bir kaynak. Larissa Iceglass, siz bir röportajınızda favori kitabınızın Oscar Wilde’ın “The Soul of Man Under Socialism” adlı eseri olduğunu söylemiştiniz. Sizi o kitapta en çok ne etkiledi?

O kitabı röportaj yapıldığı sırada yeni okumuş olmalıyım. Toplumdaki kapitalist olmayan bireye dair mükemmel tespitlerle doluydu; kitaptaki fikirler beni gerçekten etkilemişti. Genel olarak güçlü düşünceleri olan ve bunu sağlam bir şekilde savunan insanların deneme türü yazılarını severim.

Oscar Wilde’ın sevdiğim bir sözü var. Onun hakkında ne düşündüklerini insanlara sormayı seviyorum, sizlere de soracağım. “İki türlü trajedi vardır; birisi istediğini elde edememek, diğeri ise onu elde etmek.” Sizce hangisi daha kötü?

WM: Hiçbiri. Ben zaten trajediyle mumyalanmış bir haldeyim. Bu beni nötr bir hale getiriyor, daha kötüsü yok.

LI: Bütün olumsuzluğa karşın sanırım iyimserim ve ikinciyi seçeceğim.

"SİYAH NİHİLİZMDİR, REDDEDİŞTİR"


Grubun görsel yanı da oldukça belirgin ve güçlü. Androjen görünüşü ve tümüyle siyah giyinmenizi seviniyorum. Bu sadece görsel bir özellik mi yoksa hüznü de temsil etsin diye özellikle mi tercih ediyorsunuz?

WM: Aslında siyah benim hayatımda zorunlu. Bir keresinde koyu mavi kot pantolon giymeye çalıştım; sadece bir hafta sürdü ama kendimi hiç iyi hissetmedim. O nedenle siyah daima öncelikli; her şeyi siyah renkle ilişkilendirdiğimiz için estetik, hüzün vs. ondan sonra geliyor.

LI: Siyah nihilizmdir, reddediştir, belli bir duruşun rengidir.

Larissa, yine bir yerde en sevdiğiniz müzik videosunun Morrissey’in “Everday Is Like Sunday” adlı şarkısının videosu olduğunu okudum. Neden?

LI: Çünkü o bildiğim öyküsü olan tek video. Bence müthiş eğlenceli, Morrissey’in videoya getirdiği yaklaşıma bayılıyorum. Müzik videolarındaki hikaye anlatıcılığını gerçekten özlüyorum. Çok ender bulunan bir şey.

Son olarak... Bu ay İstanbul’da Selofan ve She Past Away ile birlikte Salon’daki Fabrika Records gecesinde konser vereceksiniz. Facebook sayfanızda bir poster paylaşıp “Muazzam bir ıstırap gecesi” dediniz. O geceki performansınızın dinleyicilerde uyandırmasını istediğiniz duyguyu anlatmak için bir metafor kullansaydınız ne derdiniz?

LI: Üç grubun birlikte yaratacağı duygu için buz gibi bir rüzgarla Boğaziçi’ne taşınan Kuzey Işıkları derdim.


https://lebanonhanover.bandcamp.com
https://soundcloud.com/lebanon-hanover

Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate