15 Ekim 2014 Çarşamba

BERLİN YERALTI KÜLTÜRÜNDEN KURALLARI YIKAN BİR GRUP: CAMERA


By on 23:59:00

15.10.2014


Berlin'in yeraltı kültüründe yeşerip SXSW'da tüm dünyaya "biz de varız!" diyen krautrock grubu Camera'nın varlığını ancak 1.5 yıldır biliyorum. Müzikleriyle ilk tanışmam, 2013 yılında SXSW'ya gitmeden önce hazırladığım radyo programı için festivale katılacak gruplar hakkında araştırma yaptığım sırada oldu. 2012'de Bureau B etiketiyle çıkan "Radiate!" albümlerinden "E-Go" adlı şarkıyı duyduğum anda Camera'ya takılıp kaldım. SXSW'da mutlaka canlı dinlemek istediğim gruplar listesinde en başa yazmıştım adlarını. Bir geceyarısı ufak bir bardaki performanslarına tanık olduğum günden beri de onları yeniden canlı dinleyeceğim günü hayal ettim. O kadar etkilenmiştim ki konserdeki enerjiden, "Bir plak şirketinin yetkilisi olsam, şu anda onlarla anlaşma yapmaya çalışırım," demiştim. (Bu performansa dair izlenimlerim şu yazıda bulunabilir: SXSW 2013 İzlenimleri)
Ben Camera'yı belki yeni keşfetmiştim ama aslında Timm Brockmann (klavye), Michael Drummer (perküsyon) ve Franz Bargmann'dan (gitar) kurulu üçlü, Berlin'deki metro istasyonlarında, sokak partilerinde, hatta kamuya açık tuvaletlerde hiçbir duyuru yapmadan verdiği konserlerle, Berlin Film Festivali'ndeki partileri aniden basarak gerçekleştirdiği performanslarla kulaktan kulağa ünlenmiş. Haklarında araştırma yaparken bu nedenle kendilerine "Krautrock Gerillaları" dendiğini öğrendim. Öğrendiğim bir şey daha vardı ki, ilgimi daha da çok artırdı. Camera, krautrock efsaneleri Michael Rother (Neu!, Harmonia, Cluster) ve Dieter Moebius (Cluster, Harmonia) ile birlikte performans gerçekleştirmiş ve onların da desteğini almıştı. Bu ikili elbette bir ışık görmese, boşuna bir gruba destek vermez. (Söz konusu konseri aşağıdaki videoda izleyebilirsiniz.)



Camera'nın bu yıl yine Almanya'da faaliyet gösteren bağımsız plak şirketi Bureau B'den çıkan "Remember I Was Carbon Dioxide" adlı albümünden sonra grubu nasıl, nerede canlı dinleyebileceğimi düşünürken, Londra seyahatime bir konserleri denk geldi! Üstelik tam da istediğim gibi, bir barın arkasındaki ufak bir mekanda yani The Shacklewell Arms'ta çalacaklardı. Bunu öğrendikten sonra, plak şirketi ile yazışmaya başladım, gelip giden e-postalar sonucunda Londra'ya iner inmez röportaj yapacak şekilde bir randevu ayarladım. The Shacklewell Arms'a girdiğimde hemen barda grup elemanlarını gördüm, yanlarına gidip kendimi tanıttım. Soundcheck sonrası yemek yemek üzerelerdi; röportajı yemek sırasında yapalım önerisinde bulundular ama bir vegan için yemek masasını paylaşmak iyi bir fikir değildi. Yemekleri bitene kadar bekleyeceğimi söyleyip, bir bira alarak köşeme çekildim. Yemek bitince Timm Brockmann yanıma gelip hazır olduklarını söyledi. Onların masasına geçtim ama pek de hazır değillerdi; çünkü yanlarında oturan dördüncü bir müzisyen, bize fırsat vermeyecek şekilde hiç durmadan konuşuyordu. Timm birkaç kere uyardıysa da pek başarılı olamadı. O hiç susmayan kişinin deneysel, avangart müzik yapan Napo/Zenlo olduğunu öğrendim; bana Camera'ya sahnede eşlik edeceğini söylediğinde nedense pek inanmamıştım açıkçası. Kendisiyle de ayrıca röportaj yapmam için ısrar etti, albümünü gösterdi. Haberleşmek üzere iletişim bilgilerini aldım ve müziğini araştıracağımı söyledim.

Bu koşullar altında, bir bardaki gürültülü müzik ortamında, bugüne kadar yaptığım en garip ama benim açımdan aynı derecede ilginç röportajlardan birisi oldu. Michael ve Franz ayrıldıktan sonra gruba bu yıl mart ayında katılan gitarist Kevin'in İngilizcesi fazla yeterli olmadığından, daha çok Timm yanıtladı sorularımı. Michael eminim röportaj Almanca olsa çok şey anlatacaktı. Zaman zaman röportajı unutup kendi aralarında espriler yapmaya daldılar, sonra yine bana döndüler; müzikleri gibi kural dışı ve çok rahattı tavırları. Öyle olduğu için de oldukça keyifliydi.



Röportajdan sonra deneysel saykedelik müzik yapan grupların çaldığı Two Headed Dog Festival kapsamındaki performanslarını izledim. Röportaj sırasında bana gruba eşlik edeceğini söyleyen Napo/Zenlo da klarnetiyle sahnedeydi gerçekten ve mükemmel çalıyordu. Çalmadığı zamanlarda da arkada kendinden geçercesine dans ediyor, perküsyon ritimlerine yumruklarıyla eşlik ediyordu. Camera'dan önceki ilk grup Elephantantrum çalmaya başladığında mekanda sadece yedi kişiydik, yavaş yavaş artan dinleyici sayısı ikinci grup Baba Naga sahneye çıktığında artmaya başlamıştı. Camera sahnede göründüğünde ise, salonun kapasitesi tamamen dolmuştu.

Hem ilk albümleri "Radiate!"ten hem de yeni albümden şarkıların yanı sıra, zaman zaman doğaçlamalara da yer veren bir set sundu Camera ama konser kısaydı; sadece 55 dakika sürdü ve tüm ısrara karşın bis yapmadılar. SXSW'da ekibe Alman saykedelik/proto rock grubu Kadavar'ın da katılmasıyla olağanüstü bir performans ortaya çıkmıştı. The Shacklewell Arms'ta da çok sağlam, dinamik ve insanı olduğu yere adeta zımbalayıp afallatan bir coşkuyla çaldı grup. Konser sırasında motorik seslerin, gitar drone'larının, synth'lerin tekrarlara dayanan hipnotik buluşması insanın kanını müthiş alevlendiriyor. Michael'ın ufak bir davul kiti ile neler yaptığını görmek için mutlaka konser deneyimini yaşamak lazım. Napo/Zenlo'nun klarnet sesleri, Camera'nın müziğine daha deneysel, avangart bir nitelik kattı o akşam. Bu nedenle belki de müzik bir açıdan bazıları için daha zor dinlenebilir bir hale geldi denilebilir. Ama sonuçta müziklerinin temelinde Neu!, Can, Tangerine Dream, Cluster, Harmonia, La Düsseldorf gibi krautrock esintileri ve saykedilik rock var. Bu türlere yakın olan herkesi cezbedecek güçlü bir müzik yapıyorlar.

Camera'nın müzik yaşamına devam etmesini ve hak ettiği takdiri, ilgiyi görmesini çok istiyorum. Elimden geldiğince müziklerini duyurmak için çabalamaya devam edeceğim. Bu röportajı da o amaçla yaptım.



SXSW'da sizi canlı dinledikten sonra gecenin ilerleyen saatinde otel odasına dönüp internette sizi araştırdım. Camera ismini seçmeniz internette bulunmanızı çok güçleştirmiş, sizinle ilgili hiçbir şey çıkmıyor ilk anda. Bu ismi tercih etmenizin özel bir nedeni var mı?

Michael: Berlin'de solcu bir tiyatronun oyunuydu bu. Başlangıçta "We Are Camera" diyorlardı. Bu çok hoşumuza gidiyordu. Ona atıf yapmak istedik.

Timm: İlk önceleri adımız "We Are Camera" idi. Daha sonra plak şirketi ile anlaşınca adımızı kısaltıp Camera yaptık ama kaynağı, Michael'ın dediği gibi o tiyatro oyunu.

Grubun ilk kuruluşunun Timm'in Michael'ı Berlin'de sokakta perküsyon çalarken görmesiyle olduğunu biliyorum. Sonra da 3. üye Franz katılmış aranıza ama şimdi ayrıldı diyorsunuz. Ne oldu?

Timm: Aslında tam ayrılık değil belki de. Biraz dinlenmek istedi. Daha sonra yine katılabilir.

Kevin siz nasıl katıldınız gruba?

Kevin: Klasik Facebook ilanıyla. Gitarist arıyorlardı, ben de başvurdum.

Michael: Bize ilk kez yazdığında tembellikten yanıt vermemiştik, sonra bir daha yazdı. Birlikte çaldık, uyumlu olduğumuzu görünce devam ettik.

İlk gençliğinizde dinleyip esin aldığınız müzikler nelerdi?

Timm: İlk başlarda neredeyse tümüyle klasik rock müzik dinliyordum. 10-11 yaşlarındayken Guns'n Roses'ı çok dinlerdim. 1990'larda tekno ve hip-hop ağırlık kazandı.

Michael: Her şeyden az çok dinliyorduk. Hepsinin karışımı oldu sonuçta.



Müziğinizi "saykedelik enstrümantal müzik" diye anlattığınızı okumuştum. Genel olarak krautrock grubu diye anılıyorsunuz. Sizin bu tür ve klasik krautrock grupları hakkındaki görüşünüz ne?

Michael: Zenlo, daha dün bize "Echtzeitmuzik"e karşı epey ilgi duyduğunu anlatıyordu. Biliyor musunuz bu terimin anlamını?

Hayır, bilmiyorum.

Timm: 1990'ların ortalarında Almanya'da gelişti bu kavram. Emprovize, Free Jazz, Deneysel Müzik ile Berlin'deki gençlerin yaptığı müzik arasında bir ayrım yapmak için ortaya atıldı. Berlin'de bu isim altında düzenlenen konserler var. İngilizce anlamı "Real Time Music", yani gerçek zamanlı, içinde bulunulan ana özgü, kendi karakteri olan müzik.

Michael: Müziğimizi açıklamak için Echtzeitmuzik doğru terim olabilir. Çünkü biz tür sınırlamalarına bağlı olmadan aynı zamanda tekno, hip-hop, elektronik vb. müzikler de yapmak istiyoruz.

Timm: Krautrock ile ilişkilendirilmemizin bir nedeni de, Michael Rother ve Dieter Moebius ile çalmış olmamız. Michael Rother bizim için elbette çok büyük bir esin kaynağı. Can'in vokalisti Damo Suzuki ile de çalıştık.

Ben de bunu soracaktım. Onlarla çalmak nasıl bir duyguydu?

Timm: Mükemmeldi. Çok eğlenceliydi. Farklı kuşaklar bir araya gelmiş oldu. Jam session ruhuyla çaldık. Ama biz onlarla çalmak için fırsat kolluyor değildik. Her şey kendiliğinde oldu, herkes kendine düşeni yaptı sahnede.

Sahnedeki jam session tarzı performansları çok sevdiğiniz belli. İlk albümünüz "Radiate!" de bir stüdyo emprovizasyonu sonucunda kaydedilmiş. İkinci için de durum aynı mıydı?

Timm: Evet, bu tür doğaçlamaları çok seviyoruz ama ikincide durum farklıydı. Şarkı yazmak için daha fazla vaktimiz vardı. Bazen doğaçlamalara yer versek de, tümüyle o yöntemi kullanmadık. Şarkılar üzerinde düşünmek için farklı yaklaşımlara başvurduk. Kullandığımız ekipman temelde aynı olsa da, birinci ile ikinci arasındaki temel fark, sahip olduğumuz zamandı. İkinci albümü kaydederken ben sakin bir dönemimdeyken, Michael için durum farklıydı.

Michael: Evet, ben eski kız arkadaşımdan kaynaklanan stresle boğuşuyordum.

Stüdyoda işler nasıl gelişiyor? Şarkı yazma süreci açısından demokratik bir grup mu Camera?

Michael: Hayır değil. Son düzeltmeleri Timm yapar ve son sözü de o söyler genellikle.

Timm: Ben mixing, editing gibi safhalarda, elektronik seslerde daha fazla uğraşıyorum. Şarkıları canlı kaydediyoruz, sonra cut-up tekniğiyle loop'lar kullanarak ayırıyoruz ve sonra da birleştiriyoruz. Ben bunlarla epey uğraşıyorum. Ondan öyle görünüyor. Bazen bu konuda tartışma çıkıyor tabii.

Michael: Tartışma sonucunda demokratik bir karar alındığında o yine gelip bir yeri değiştirirse bu iyi bir şey değil. Sonuçta demokratik karar almak pek kolay olmuyor. 



Yeni albümün adı nereden geliyor?

Timm: William S. Burroughs'nun "Nova Express" adlı romanında geçiyordu bu ifade. İkimiz de romanı okuduğumuz için aklımıza yattı. Önce haftalarca konuştuk üzerinde ve sonra birden "Tamam bu!" dedik. Soyut olması hoşumuza gitti, soyut ama aslında her birimizin ufacık bir element şekline dönüşebileceğimizi de anımsatıyor.

Berlin yeraltı müzik sahnesinin üzerinizde nasıl bir etkisi var? Başka bir kentte olsaydınız aynı müziği yapıyor olur muydunuz?

Timm: Hayır, sanmıyorum. Başlangıç noktasına bakınca, başka bir kentte bu müziği yapmazdık. Bizim için doğru zamanda doğru yerdeydik. İlk başlarda müziğimiz çok gürültülüydü, Hamburg ya da Köln sokaklarında çalamazdık onu. Berlin gerçekten doğru yerdi. Berlin'de doğmadık, Almanya'nın farklı yerlerindeniz ama orada buluştuk. Bize verdiği enerji ile yola devam ettik.

Sıradışı yerlerde beklenmedik konserler vermekle ünlüsünüz. Bunu yapmanıza neden olan temel dürtü ne?

Michael: Her yerde müzik yapmak mümkündür. Biz bu olasılıkları seviyoruz.

Timm: Bir kilisede çalmakla sokakta çalmak arasında enerji açısından çok büyük fark var. İnsanların enerjisi size geçiyor sokakta ve müthiş keyif alıyorsunuz. Müzik aletlerinizi istediğiniz yere taşıyıp her yeri sahneye çevirebilirsiniz. Bu heyecan verici ve aynı zamanda underground bir yaklaşım! Müziği garip konseptlerin içine taşımayı seviyoruz.

Bazı gruplar çaldıkları zaman her şeyi kontrol altında tutmak istiyor. Siz bu tavrınızla sanki tersi bir yaklaşım sergiliyorsunuz. Beklenmeyen konserler verdiğinizde pek fazla kontrol olanağınız kalmıyordur...

Michael: Evet ama sound her zaman iyi olmak zorunda. Buna dikkat ediyoruz. Sokakta çaldığımızda bile her yeri uygun bulmuyoruz. Mesela Alexander Palace'a gittiğimizde iyi bir sound yok orada, o nedenle başka yerleri tercih ediyoruz. Akustik, seslerin yankılanışı gibi faktörler önemli.

Ama bazen partileri basıp çaldığınızı biliyorum. Orada bir seçme yapmak zor olmalı. Berlin Film Festivali'nde bir partiye aniden gidip çaldığınızı duymuştum.

Timm: O tamamen bir meydan okuma. Alışılagelmiş yapıları, kuralları yıkmakla ilgili. Berlin'de festivalde birkaç kere yaptık bunu. Düşünsenize, bir partidesiniz ve birileri aniden çeri girip gürültülü bir müzik çalmaya başlıyor! Bir tür oyun gibi bizim için, aklımıza geliyor ve birden yapıyoruz.



Bir yerde "enstrümanlarımız silahımızdır" dediğinizi okumuştum. Neye karşı silah?

Michael: Köktenciliğe karşı. Hem müzikte hem de hayatın genelinde. Yarım saat önce müzikle ilgili bir konuda Timm ile tartıştık. Aynı zamanda kendime karşı, benim kendimin yansıtabileceği tutuculuğa karşı da bir silah bu.

Şu anda bağımsız müzik sahnesinde kendine özel bir yeri olan Bureau B plak şirketine bağlısınız. Bazı yeni gruplar bu durumu büyük şirketlerle anlaşmak için bir basamak olarak görüyor. Sizin bakış açınız ne?

Timm: Bureau B, gerçekten sanatçıyı düşünen, öncelikleri onların tercihlerine bırakan bir kurum. Üzerimizde baskı kurmuyor, bizi anlamaya çalışıyorlar. Büyük plak şirketlerinin önceliği hep başka insanların sizin müziğiniz hakkında ne düşüneceği yani pazarlama oluyor ve bu da baskı yaratıyor. Oysa önemli olan müzisyenin istediğini yapması yani özgürlük. Sonuçta bağımsız şirketler de iş yapıyor ama yaklaşımları sanatçıya daha yakın. Şu anda mutluyuz Bureau B'de.

Zaman ayırdığınız için teşekkür ederim.

Timm: Biz de teşekkür ederiz. Konsere kalacak mısınız?

Elbette! Kaçırır mıyım hiç?!


(Fotoğraflar ve bu sayfadaki Londra konser videosu bana aittir.)

Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate