21 Aralık 2011 Çarşamba

“The Smiths’in birleşme olasılığı her zaman var”


By on 09:13:00

© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet / 21 Aralık 2011

Bu yıl The Smiths'in alternatif rock tarihinin klasikleri arasında yer alan “The Queen Is Dead” albümünün 25. yıldönümü kutlanıyor. Grubun davulcusu Mike Joyce, son aylarda dünyanın çeşitli kentlerinde yapılan kutlama etkinliklerine şahsen katılıyor. Geçen cumartesi günü de albümün 25. yılı için Indigo'da düzenlenen özel gecede DJ performansı sunmak üzere İstanbul'a geldi.

1982'de kurulup 1987'de dağılmış olsa da, farklı kuşaklardan çok sayıda müzikseverin kalbindeki özel yerini bugün de koruyan bir grup The Smiths. Kısa kariyeri boyunca toplam dört stüdyo albümü yayınlayarak yarattığı etkinin büyüklüğünü düşünürsek, gerçekten "efsane" sıfatı onlara çok yakışıyor.

"The Queen Is Dead"in önemini burada birkaç cümle ile de olsa belirtmeden geçmek istemiyorum.

The Smiths’in kariyerinde ayrı bir yeri olan bu albüm, 1986’da yayımlandığında, aynı Sex Pistols’ın “God Save the Queen” adlı şarkısı gibi, monarşi karşıtı mesajlarıyla toplumu sarsıp uyandırma işlevi gördü. Albüme adını veren şarkı, Muhafazakar Parti lideri Margaret Thatcher’ın liberal ekonomiye ağırlık veren politikalarının altında ezilen Britanya halkının ve kendini dışlanmış hisseden bir kuşağın adeta marşı haline geldi.

Böyle bir albümde çalmış bir müzisyen İstanbul'a gelir de, röportaj yapılmadan bırakılır mı hiç? Haftalarca süren telefon ve mail trafiği sonucunda Mike Joyce röportajı için onay aldım. Röportaj için Joyce ile cumartesi akşama doğru buluşacaktım ancak Indigo'ya gittiğimde, uçuşla ilgili bazı beklenmeyen gelişmeler nedeniyle İstanbul'a varışının gecikeceğini öğrendim. Ve sonuçta Joyce'u fırtınalı bir gecede Beyoğlu'nda 6 saat kadar bekledim. Bu arada Vlasdislav Delay'in Borusan'daki performansını bile izledim. Ama beklediğime elbette değdi. 18:00'da yapmayı planladığımız söyleşi, ancak 24:00 civarında Joyce'un kaldığı Londra Oteli'nin lobisinde gerçekleşebildi.


Röportaj öncesinde kendisiyle ilk olarak Tomtom Mahallesi'nde yemek yediği restoranda tanıştım ve hayatımı değiştiren en önemli albümü, "Meat Is Murder"ı imzalattım.

(Bir gün o albümün üzerinde The Smiths'in dört üyesinin de imzasının olmasını çok istiyorum.) Çok güleryüzü ve alçakgönüllü bir müzisyen Mike Joyce. Onunla konuşmak çok keyifliydi.



Dünyanın çeşitli kentlerinde DJ'lik yapıyorsunuz. Sizin için nasıl bir deneyim?

Fantastik bir deneyim. Farklı kültürlerden insanları tanımak, eski The Smiths hayranlarıyla buluşmak, yeni hayranlarla karşılaşmak çok güzel. Bazen bir gruba ait olduğunu hissetmek iyi geliyor insana. Eskiden konserlere gittiğimde, benimle aynı grubu sevenlerle tanışınca da bu duyguyu hissederdim. Şimdi de kulüplerde aynı tür müziği seven insanlarla buluşuyorum. Benim için harika bir ortam.

Kariyeriniz boyunca yaşadığınız en şaşırtıcı gelişme ne oldu?

İki radyoda birden program yapıyor olmam benim için sürpriz bir gelişme oldu. Birisi İngiltere’de BBC 6 Music’te, diğeri de New York’ta East Village Radio’da. Daha önceleri radyo programı yapacağımı düşünmemiştim. Çünkü bir grupta davul çalıyordum. Hem bir grupta aktif şekilde yer alıp hem de radyoda programlar yapamazdım; ikisi birden yürümezdi. Şu anda radyoya odaklandım. İlginç ve şaşırtıcı bir durum benim açımdan.

Müzik kariyerinizi değerlendirdiğinizde, hedeflediklerinizi yerine getirmiş olmanın verdiği tatmini hissediyor musunuz?

Evet, büyük ölçüde böyle bir tatmin hissediyorum. Her zaman başarılı bir grupta yer almak istedim ve bunu çok erken yaşta başardım. The Smiths’e katılmadan önce de başka gruplarda çaldım. Onlar daha çok The Smiths öncesinde çıraklık dönemi gibi oldu benim için. The Smiths sonrasında da birçok iyi grupta çaldım. Birlikte çalıştığım bütün müzisyenleri düşününce, daha iyi bir kadro hayal edemezdim diyorum. Müzik kariyerimde çok şanslıydım.

Müzik yaşantınızda tek bir anı doruk noktası olarak nitelendirmek isteseniz, hangisi olurdu?

Bunu söylemek çok zor. O kadar fazla ki... Yıllar geçtikçe o tür anların sayısı da artıyor ama ilk single çalışmamız “Hand in Glove”u kaydetmek, sonra yayımlandığında o plağı elime almak müthişti. The Smiths’in ilk altın plağı da muhteşem bir deneyimdi.

Bunlar olurken tam olarak kaç yaşındaydınız?

The Smiths’e katıldığımda 19 yaşındaydım. Çok gençtim.



"THE QUEEN IS DEAD HİÇ ESKİMEDİ"

”The Queen Is Dead” albümü yayımlandığında ise 23 yaşındaydınız. Bugün o albümü dinlediğinizde neler hissediyorsunuz?

Onu dinlediğimde birçok anım canlanıyor. Bana göre The Smiths olarak kaydettiğimiz her albüm ayrı bir başarıydı. Çünkü hepsi birbirinden farklı müzik tarzlarını barındırıyor. Bence kariyerimiz boyunca giderek birbirinden daha iyi olan albümler kaydettik; ki bu her grubun hedeflediği bir şey. 25 yıl önce yaptığımız müzik günümüzde de geçerli. Bugün yeni bir grup kurulsa ve “The Queen Is Dead”i yeni kaydetmiş olsa, yine çok iyi karşılanırdı. Modası geçmedi, eskimedi.

The Smiths’in hâlâ farklı kuşaktan insanların kalbinde yer almasını, hiç unutulmamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şarkı yazarlığı o kadar iyi ki, zamanı aşan bir kalitesi var. 60’lar, 70’ler, 80’ler dönemine ya da günümüze bakarsak, davul, bas, gitar ve vokalden oluşan geleneksel şarkı yazarlığı aynıdır. Çok basit görünür ama değildir aslında. Doğrusu, Johnny Marr’ın şarkı yazarlığı Morrissey’in olağanüstü şarkı sözleriyle birleşince, Andy ve benim için işler epeyce kolaylaştı.

Morrissey ve Marr’la en son ne zaman konuştunuz?

Çok uzun yıllar önce. Ne yazık ki işler öyle gelişti...

Onlarla geçirecek 10 dakikanız olsa, ne konuşurdunuz?

Sert, saldırgan bir şey söylemezdim. Sizinle şu anda konuştuğum gibi konuşurdum. Hayatımızda olan bitenden söz etmek isterdim. Son görüştüğümüzden bu yana çok zaman geçti. Köprülerin altından çok sular aktı. 10 dakikada her şeyi konuşmak zor olurdu. En iyisi, herkesin kişisel yaşantısına odaklanıp neler yaptığını sorardım.

25 yıldır yaptığınız çalışmalara bakınca, sizi müzik yapmaya iten temel neden olarak neyi görüyorsunuz?

Asıl neden eğlendirmek ve yaptığım işten zevk almak sanırım. The Smiths’ten sonra da muhteşem şarkı yazarlarıyla çalıştım. Aralarında Julian Cope, Buzzcocks, Public Image Ltd., Sinead O’Connor gibi muhteşem isimler vardı. Bir davulcu için iyi bir şarkı yazarıyla çalışmak olabilecek en güzel şey. Eğer şarkı yazarlığı iyi değilse, benim davulumun bir işe yarayacağını sanmıyorum. Ama hayatımın bu noktasında kendimi kanıtlamak için özel bir çaba içinde olmam gerektiğini düşünmüyorum. Şu ana kadar kariyerim çok güzel gelişti. Bundan sonraki zamanı da sevdiğim işleri yaparak geçireceğim.

Bir önceki soruyu yanıtlarken Buzzcocks ile çalıştığınızdan söz ettiniz. Şubat ayında İstanbul’da grubu canlı dinleyeceğiz. Onlarla konuşma fırsatım olursa ne sorayım?

Mayıs ayında Manchester’da orijinal vokalist Howard Devoto ile çalacaklar. O konserde beni biste çalmak için sahneye davet ederler mi? Evet, bunu sormalısınız.

"MEAT IS MURDER'I KAYDETTİKTEN SONRA VEJETARYEN OLDUM"

The Smiths’le ilgili sizi mutlu eden bütün öğeleri barındıran tek bir albüm seçmeniz istense, hangisini seçersiniz?

Benim favori The Smiths albümüm “Strangeways, Here We Come”.

Neden?

O kaydettiğimiz son albüm. Az önce de belirttiğim gibi, yaptığımız her albüm bir öncekinden daha iyiydi. Bu albümle İngiltere’nin her yerinde, Avrupa’da ve Amerika’da tura çıkıp büyük başarı elde ettik. Rahatlatıcı bir çalışmaydı. Çünkü bir şeyleri başarmamız için üzerimizde kurulan bir baskı yoktu. Kendimizi herkese kanıtlamıştık. Bu nedenle en keyif verici olanıydı.



“Meat Is Murder”, benim veganlığı tercih etmemde çok etkili olan bir albüm. Çok etkili ve net bir mesajı var. Kayıttan önce bu konuda grup içinde konuştunuz mu?

Evet, konuştuk. Şarkıyı kaydettikten sonra yemekte bir araya gelmiştik...

Kayıttan sonra mı konuştunuz?

Evet, kayıttan sonra konuştuk. O sırada vejetaryen değildim. Ama Morrissey’in hayvanlara yapılanlar konusundaki sözleri öyle güçlüydü ki, o şarkıyı kaydettikten sonra vejetaryen oldum. O albümü yapmamış olsaydık, hâlâ et yiyor olabilirdim. 1985 yılından bu yana vejetaryenim, üç çocuğumu da vejetaryen yetiştirdim. O şarkının gücü bu. Çünkü hayvanlara yapılan zulüm için hiçbir gerekçe yok.

Morrissey'in Norveç katliamı sırasında hayvanlara uygulanan zulümle ilgili sözleri konusunda yorumunuz ne?

Tam olarak ne söylediğini okumadım ama bazı yerlerden duydum.

Twitter’da Morrissey’e destek veren tweetlerinizi görmüştüm.

Evet, net olarak kullandığı sözcükleri bilmiyorum ama sanırım zor bir zamanda çok direkt konuştu.

Bazen insanların dikkatini çekmek için sarsıcı olmak gerekiyor. Bence Morrissey haklıydı, yanlış bir şey söylemedi.

Hemfikirim. Ben o şekilde davranmayacak olsam bile düşüncem onunla aynı paralelde. Ama insanlar benim tavsiyelerimi dinlemeyebilir. Morrissey, bu tür görüşleri dile getirmek için daha avantajlı bir konumda olabilir. Gerçekte söylediği temel şey, hayat hayattır ve masum hayvanlar her gün katlediliyor.

Fakat insanlar o sözleri yanlış değerlendirdi...

Evet, gerçekten yanlış anlaşıldı. O nedenle ona destek verdim. Morrissey, Norveç’te olanı savunmuyordu; sadece bu tür bir katliamın masum hayvanlara her gün uygulandığını söylüyordu. Bu anlamda onunla aynı görüşteyim.

"CAMERON, DÜŞMAN TARAFTAYDI"



Marr ve Morrissey, İngiltere Başbakanı David Cameron The Smiths'i sevdiğini söyleyince, sert şekilde yanıt verip, grubun müziğinden hoşlanmaması için uyarmışlardı. İnternette İngiliz Parlamentosu'nda çıkan tartışmayı da izledim. Komikti. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Haklılar bence. Komikti gerçekten. Cameron, bizim ait olduğumuz gruptan değil. Müziğimiz, hiçbir zaman onun temsil ettiği değerlere yönelik olmadı. Elbette müzik, dinlemek isteyen herkes için. Fakat bizim söylediğimiz sözler, yaptığımız müzik, onun gibiler için değil. Bir grup, bir çete vardı ve o düşman taraftı. Bana göre yaptığı, hoş gözükmek adına The Smiths’i kullanmak...

The Smiths'in aktif olduğu döneme ve The Smiths sonrasına ilişkin herhangi bir pişmanlığınız var mı? (Bu soruyu, Mike Joyce'un The Smiths dağıldıktan sonra telif hakkı için Marr ve Morrissey aleyhine açtığı davayı düşünerek sordum. Morrissey, o davayla ilgili olarak, 'The Smiths'i Marr dağıttı, Joyce yok etti' demişti. Joyce, soruyu neyi kastederek sorduğumu anladı.)

Hayır, yaptığım her şeyden mutluyum.

Her şeyi aynı şekilde mi yapardınız?

Kesinlikle. Her şeyi, hiçbir değişiklik olmadan aynen yapardım.

The Smiths dağıldıktan sonra birçok ünlü isimle çalıştınız. Onlarla işbirliği yapmak, The Smiths üyeleriyle çalışmaktan farklı mıydı?

Farklıydı. Bazen onun kadar da heyecan vericiydi. Buzzcocks’la çalışmak harika bir duyguydu. Çünkü benim davul çalma nedenim o grup. Buzzcocks konserine gittiğimde sahnede gördüklerim aklımı başımdan aldı ve bir gruba girmeye o zaman karar verdim. The Smiths’in yeri elbette ayrı. Birlikte olmaktan mutluluk duyduğum insanlarla çok büyük kalabalıklara konser vermek her zaman çok keyifli. Ama ilkler hep daha özel. The Smiths, bu açıdan hepimiz için bir ilkti. Her birimiz kariyerimizde birçok ilki o grupta yaşadık.

Marr, bir röportajında Morrissey'in The Smiths'i dünyadan intikam alma yöntemi olarak gördüğünü, onun için bu grupta yer almanın, binaların camlarını yerle bir etmek olduğunu söylediğini anlatmıştı. Siz de 80'lerde Morrissey kadar öfkeli miydiniz?

Hayır, ben kızgın değildim. Ben sadece davul çalmayı seviyorum. Morrissey’in belagati çok özel. The Smiths’i bu yönünü ortaya koyacak bir vasıta olarak kullanıyordu. Bence bunun hiçbir sakıncası yoktu. Şarkıcıların yaptığı da budur zaten. Ayrıca işini çok iyi yapıyordu. Birçok grubun hiç değinmediği konuları şarkılarda işleyip, kamuoyunun dikkatini çekti. Grupların konuşmaktan kaçındığı konuları gündeme getirmeyi kendi görevi olarak gördü Morrissey. O dönemlerde popüler müzik bu tür meseleleri gündeme getirmek için en iyi araçtı. Morrissey bu yolu çok etkili bir şekilde kullandı.



The Smiths’in verdiği en iyi konser sizce hangisiydi?

Manchester’ın hemen dışında Salford bölgesi var. Oradaki konser unutulmazdı.

Gittim oraya.

O zaman bilirsiniz. Temmuz 1986’da Manchester Central binasında Punk’ın 10 Yılı kutlamaları için etkinlik düzenlenmişti. İlk gün Buzzcocks, New Order gibi gruplar çalmıştı. Ertesi gün de biz küçük bir konser verdik. Oradaki atmosferi anlatmak çok zor. Grupla dinleyiciler arasındaki ilişki normal bir konserdeki gibi değildi; sanki dinsel bir ayin gibiydi. İnsanlar ağlıyordu, aşırı derecede duygusal bir atmosfer vardı.

Geçenlerde bir yerde Morrissey'in "The Smiths'ten daha iyi bir grup çıkacak mı? sorusuna, "Hayır" diye yanıt verdiğini okudum. Katılır mısınız bu görüşe?

Hayır, bence söylediği yanlış. Bugün yeni çıkan grupların The Smiths’ten daha iyi olduğunu düşünenler de var. Müziği bu şekilde tanımlamak zor. Birinci, ikinci diye belirli yerler yok. Birisinin hoşlandığından diğeri nefret edebilir. Müzik dünyasındaki bazı insanlar da The Smiths’i beğenmeyebiliyor.

Bu soruyu sormak zorundayım: The Smiths'in yeniden bir araya gelmesi için umut var mı?

Her zaman böyle bir olasılık var. Çünkü hepimiz hala yaşıyoruz. Şu bir gerçek ki ancak hepimiz sağ olursak bir gün aynı yerde buluşabiliriz...

Ben, The Smiths’i canlı dinlemeyi çok istiyorum.

Bunu çok sayıda insan istiyor. Biliyorum...

Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate