8 Mart 2015 Pazar

“HORSES”: BİR BAŞYAPIT, YIKILMAZ BİR ANIT!


By on 16:17:00

8.3.2015

“Jesus died for somebody’s sins but not mine.”

Bu mısra yazılalı 45 yıl oldu ama tüm dünya tarafından duyulduğundan bu yana 40 yıl geçti. Punk rock’ın tanrıça statüsündeki ozanı Patti Smith’in 1970’te yazdığı ve “pozitif anarşi” diye adlandırdığı “Oath” adlı şiirinin açılışını o mısra yapıyordu. Aradaki beş yılda, bu çarpıcı ifadeyi, sadece Smith’in New York’taki şiir kulüplerinde gerçekleştirdiği canlı performanslara gidenler duydu. O yıllarda, henüz iki yıl önce ilk çocuğunu evlatlık verip geldiği New York’ta bir kitapçıda çalışıyordu. 10 Şubat 1971’de St. Marks Church’te düzenlenen Poetry Project serilerinden birine ilk kez katılmış ve “Oath”u da orada okumuştu. Bir kiliseyi elektro gitar tınıları ve içindeki gençlik öfkesiyle tutuşturan ilk sanatçı ve ilk kadın olmuştu. Dinleyiciler arasında Allen Ginsberg, Sam Shepard, Jim Carroll da vardı; o performans kilise gibi New York’un yeraltı sanat çevrelerini de sarsmıştı.

Ne zaman ki rock müziğin en esinlendirici albümlerinden “Horses” 1975 yılında yayınlandı; o zaman akıllardan çıkmayacak bu mısra da tarihe mal oldu. Patti Smith, Van Morrison’ın yazdığı ve 1960’larda grubu Them ile kaydettiği garaj rock klasiği haline gelen “Gloria”yı kendi sözleriyle yorumlamış, deyim yerindeyse radikal bir şekilde yeniden yaratmıştı. Kendi yanlışlarından kendisinin sorumlu tutulmasını isterken aslında özgürlük arzusunu haykırıyordu.



Patti Smith gibi Yehova Şahidi bir ailede yetişen, dini eğitim alan bir sanatçıya, “Benim günahım bana, İsa benim günahlarım yüzünden ölmedi,” dedirten karşı çıkışın perde arkasında, bugüne kadar görkemli bir onurla taşıdığı asi ruh yatıyor. Ne dış görünüşü ne ruhu ne de düşünceleri sıradan Patti’nin; maskülen görüntüsünün ardındaki naif kadın yüreğini, isyankar bir akılla buluşturabilen ender bir ozan, kalıpları kıran bir sanatçı o.

1975’ten bugüne kadar her biri ayrı bir değere sahip 11 stüdyo albümü yayınladı ama “Horses”, hem kendi hayatında hem de müzik tarihi içinde eşsiz bir sarsıntı yarattı. Çünkü vahşi vokaliyle dinleyicileri bir şaman ayinini hatırlatırcasına heyecanın doruğuna çıkarıyor, sorgulayıp sınırları zorlayan şiirleriyle akılları allak bullak ediyor, şarkı sözlerindeki çoklu anlamlarla fark yaratıyor ve sonuçta dinleyiciyi başka bir gerçekliğe sürüklüyordu.

Patti Smith’in ruhunun sıradışılığını “Horses”a yansıtış şekli, pek çok kişi gibi beni de derinden etkiledi. O güne kadar pek kimsenin dokunmadığı tartışmalı konuları ele alışı tek kelimeyle fantastikti. “Gloria”da başdöndürü seks; “Redondo Beach”teki intihar (Smith, bu şarkının kızkardeşi Linda’nın bir kavgalarından sonra ortadan yok olması hakkında olduğunu söyledi; yaygın olarak yorumlandığı gibi bir lezbiyen ilişkiden söz etmiyor şarkı); Peter Reich’in “The Book of Dreams” adlı anı kitabından esinlenen “Birdland”de çocuğun, babasının ölmediğini, aslında bir başka bir evrene ait olduğunu fark edişi; “Free Money”de parasızlıktan kıvranan ve umudu piyango biletine bağlayan genç insanların çaresizliği; “Kimberly”de dışardaki yıkıcı dünyada korumaya çalıştığı kızkardeşi; Tom Verlaine ile yazdıkları “Break It Up”ta anlatıcı ile çocuğun meleğe dönüşüp, cehennemvari dünyadan ayrılışları; “Land”de soyunma odasındaki tecavüz, duygusal yıkım ve cinayet; “Elegie”de Jimi Hendrix’in intiharı... Marjinallerin ve toplumdan dışlanmışların hikayeleriydi bunlar. Gerçek dünyadaki öfke, heyecan, şehvet, umutsuzluk ve suç, hayal aleminin uçuk evreni ile tarifi zor bir yetkinlikle birleşiyordu.



Üstelik bir kadının yazdığı ama albümün kartonetinde belirtildiği gibi, cinsiyetlerin ötesine geçen şarkılardı bunlar. Bir röportajında, “Bunu sıklıkla erkek bakış açısından dile getirilen şarkılar söyleyen Joan Baez’den öğrendim. Yaptığım çalışmalar, cinsel tercihimi yansıtmıyor; tamamen özgür bir sanatçı olduğum gerçeğini ortaya koyuyor. Bir sanatçı olarak istediğim pozisyonu alır, istediğimi dile getiririm,” demişti Patti Smith. İşte tam da bu nedenle, cinsiyeti tam olarak anlaşılamayan, kadınla erkek arasında üçüncü bir cinsiyet ya da cinsiyetsiz bir insan gibi duran kapak fotoğrafı ikonlaştı.

20 yaşındaki Patti, New York’a geldiği ilk gün, ruh olarak aynı kendisine benzeyen 21 yaşındaki Robert Mapplethorpe ile tanışmıştı. Kimi zaman sokaklarda geceleyip, parasızlığın zorluğunu birlikte yaşadığı Mapplethorpe, “Horses”ın kapağındaki fotoğrafı çekerken tek bir şart koşmuş: “Beyaz gömlek giyeceksen kirli olmayacak.” Gömleği giyip, en sevdiği kurdelasını da boynuna geçirmiş ve ceketini Bruce Springsteen gibi sırtına atmış Smith. Birkaç gün sonra çektiklerini Patti Smith’e gösterirken, “Büyüleyici olan bu,” diyerek o meşhur fotoğrafı işaret etmiş Mapplethorpe. Smith, “Just Kids” adlı kitabında, “O fotoğrafa şimdi baktığımda, asla kendimi görmüyorum. Bizi görüyorum,” diyor. Bu açıdan da, yine iki farklı insanı, iki farklı bedeni aynı görüntüde bütünleştirmesi nedeniyle çok özel bir fotoğraf bu.

“Horses”taki şarkıların sözleri, ancak çok usta bir şairin yaratabileceği kadar edebi ama müzik de aynı derecede usta müzisyenlerin ruh katabileceği kadar güçlü ve farklı; Patti Smith’in vokal aralığı çok geniş değil, belki alışılagelmiş “güzel ses” tanımının dışında ama kendine özgü müthiş bir etkisi var.

Şiir performanslarına ilk katılıp ona gitarıyla eşlik eden Lenny Kaye idi. Aralarına katılan üçüncü kişi, piyanoda Richard Sohl’du; dördüncü katılan gitarist Ivan Kahl ve son olarak da davulcu Jay Dee Daugherty oldu. 1975’te New York’tan yayın yapan radyo WBAI için gerçekleştirdikleri bir canlı performanstan sonra prodüktör Clive Davis, grupla Arista Records için yedi albümlük bir sözleşme imzaladı. Artık yeni bir yol açılmıştı Patti Smith’in önünde. Kendisinin söylediğine göre, ilk aşamada prodüktör olarak Atlantic Records’a bağlı olan Tom Dowd’ı düşünmüş ama mümkün olmamış. John Cale ile nasıl tanıştıklarını The Independent’a anlatırken, “Ahmet Ertegün, bana gerçekten karşıydı,” dedi Smith. John Cale’in anlattıklarına bakılırsa, “Hendrix’in Electric Lady Stüdyoları’nda yapılan kayıtlar, hiç de kolay olmamış; “yerinden oynatılamayacak bir obje ile durdurulamayan bir gücün buluşması gibiydi,” diye anlatıyor çalışmalarını... Patti Smith’e göre ise, John Cale’in gösterdiği sabır sonucunda stüdyoda sanki sözcük dağarcığı ile boğuşan iki çılgın şair gibiydiler...



Böylesine bir işbirliğinin sonucunda doğmuş “Horses”. John Cale’in dehası, Patti Smith gibi sözcüklere ve yorumuna tüm kişiliğini yansıtan bir sanatçının enerjisini müziğe büyük bir yetkinlikle aktarmasında yatıyor. Kimi zaman grup doğaçlama yaptığında ya da beklenmedik garip notalara bastıklarında onlara müdahale etmemiş, yollarını açmış. Hem ağlamışlar hem de eğlenmişler kayıt sırasında. Bütün bu değişken ruh halleri, muhteşem bir doğallıkla ve doğaçlamaların da ortaya koyduğu gibi katartik bir deneyimle karşılığını bulmuş albümde.

Patti Smith’in Kaye, Sohl, Kral, Verlaine ve Allen Lanier ile birlikte yazdığı sekiz şarkıdan oluşan “Horses”, 60’ların rock ‘n’ roll’unu punk rock, garage rock, art punk ruhuyla donatıp yeni bir boyuta taşıdı. Kuşkusuz kendisini en çok etkilediğini söylediği Jim Morrison, Jimi Hendrix, ve Bob Dylan’ın; Beat Kuşağı’nın, yazar William Burroughs ile Fransız şairler Arthur Rimbaud ve Charles Baudelaire’in hepsinin ruhundan birer parça var o albümde. Ancak bu isimlerin etkisiyle biçimlense de asıl önemli olan, albümün yaratıldığı zemindi. O da, 10 Şubat 1971’de St. Marks Kilisesi’nde “Oath”u okuyan sıradışı genç kadının içindeki acı, öfke ve isyanla birlikte özgürlüğe duyduğu tutkuydu. Punk rock’ın büyükannesi, rock müzikte çok az sayıda sanatçının dokunabildiği duyguları ilk albümüyle uyandırdı, etkisini 40 yıldır hiç kaybetmedi. “Horses” Patti Smith’in başyapıtı, müzik tarihinin yıkılmaz bir anıtıdır!



(Bu yazı, ilk olarak Red Bull Türkiye'nin sitesinde yayınlanmıştır. http://www.redbull.com/tr/tr/music/stories/1331705791190/zulal-kalkandelen-yazdi-patti-smith-horses)

Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate