8 Mart 2015 Pazar

Dictaphone ile masalsı bir evrende...


By on 15:25:00

8.3.2015
 
Geçen cuma akşamı bir grup insan, Berlinli elektronik-caz grubu Dictaphone'un konseri için Salon'daydık. Ülkemizde fazla tanınmasa da aslında grup, 1990'ların sonundan beri müzik yapıyor. İlk başta, Swod, Odd Orchestra ve Cummi Flu projelerinden tanıdığımız Belçikalı multi-enstrümantalist Oliver Doerell ile klarnet/saksofon ustası Klaus Bru bir araya gelerek Dictaphone'u kurmuştu. Bru'nun ayrılmasından sonra onun yerini Berlin'den Roger Döring aldı. 2009'da Alex Stolze'un kemanıyla ekibe katılmasıyla, bugünkü Dictaphone meydana geldi. Bugüne kadar 'm.= addiction' (2002), 'Vertigo II' (2006), 'Poems from a Rooftop' (2012) olmak üzere üç albüm ve 2004'te 'Nacht' adlı kısaçaları yayınladılar.

Grubun, plak şirketi tarafından 'processed electronic slow-motion jazz' olarak tanımlanan müziğini Salon'da ilk kez canlı dinledim. Dictaphone'un albümlerinde duyduğum sinemasal, melankolik ve karanlık sounda karşı ruhumda ve kulaklarımda her zaman bir eğilim var ama grubun müziğini sadece bu özellikleriyle anlatmak haksızlık olur. Aynı zamanda elektronik seslerle caz mantığını birleştirirken avangart, sıradışı ve oldukça maceracı bir yaklaşımla kurguluyorlar müziği. 'Kurgulamak' fiili, burada tam da yerine oturuyor; çünkü Oliver Doerell'in elektronik aletlerden çıkardığı sesleri müziğe adapte edişi mükemmel bir ses tasarımı. Parkta oynayan çocukların cıvıltıları saksofonun tınıları içinde erirken, zihninizde garip bir nostalji, hayatın içinden sahneler canlanıyor. Konuşma seslerinden alınan örnekler, borulu melodikanın ve bazen yayla klasik şekilde, bazen de mandolin gibi çalınan kemanın hüzünlü melodileriyle buluşurken, size özel bir film kare kare gözünüzün önüne geliyor. Bu nedenle son derece çarpıcı bir müzik sunuyor Dictaphone.



Konserden sonra eve dönerken 'slow-motion' diye nitelenen bu müziğin gücüne dair yeniden düşündüm. Kanımca geçenlerde Dale Cooper Quartet & The Dictaphones grubuyla yaptığım söyleşide altını çizdikleri 'sessizliği yakalamak' buydu. Müzikteki boşlukları dinleyici dolduruyor; belki bu anlamda en interaktif müzik türü de denilebilir. Elbette her müzik dinleyecinin ruhuna, mantığına, deneyimine bağlı olarak farklı anlamlar kazanır ama burada sözünü ettiğim dinleyicinin kendisine sunulanı farklı yorumlaması değil, sunulanın içindeki boşlukları doldurması...

Konserin atmosferinden söz etmek gerekirse, Salon'un giriş katında uygun bir tercihle oturmalı düzen uygulanmıştı. Fazla kalabalık değildi ama asma kat da açıktı. 21.30'da başlayıp 23:00'a kadar süren konser boyunca sessiz bir şekilde müziği dinledi herkes; konuşma gürültülerinin müziği öldürmediği ender konserlerden biriydi. Grup, ağırlığı 2012 albümü 'Poems from a Rooftop'a vermekle birlikte, daha önceki albümlerinden de örnekler çaldı. Video ekran aracılığıyla herhangi bir görsel kullanılmaması nedeniyle ayrıca memnun olduğumu da belirtmeliyim. Çünkü hazır sunulan görseller nedeniyle dikkatin duyulandan daha çok görülene kaydığı konserler yerine, tek başına müziğe odaklanarak görselleri kendi hayalimde yarattığım konserleri daha çok seviyorum. Belki de bu tür için en iyisi, Bohren und der Club of Gore'un yaptığı gibi tamamen karanlık bir ortamda müzisyenlerin başının üstüne gelecek şekilde minik ampüller yerleştirmek...

Konser sırasında dinleyiciye konuşarak seslenen sadece Roger Döring'di; bir tek başlangıçta 'Burada olmaktan dolayı çok mutluyuz,' dedi ve şarkıların isimlerini anons etmekle yetindi. Bisten sonra sahneye tekrar geldiklerinde de, Türk müziğini sevdiğini söyledi. Konser bittiğinde alkışlayanlara sessizce selam vererek sahneden ayrıldılar. Kendimi adeta 1.5 saatlik bir film-noir setindeymişim gibi nissettiğim konserde çaldıkları her şarkının kendine özgü bir karakteri vardı; kimisi dramatik, kimisi vurdumduymazdı ama aynı ellerin çaldığı aynı aletlerle yaratılsalar da durdukları yer aynı değildi. Elektronik müzikle cazın kesişme noktasının beni çok heyecanlandırdığını yazmıştım daha önce. Bunun temel nedeni, bu iki yaratıcı türün sınırlarının olmaması, müzisyenin önüne uçsuz bucaksız bir ses evreni sunması. Oliver Doerell'in dedigi gibi, Dictaphone, gücünü canlı çalınırken sesler arasında geliştirdiği iletişimden alıyor. Salon'da tanık olduğumuz performans da, bunun avantajlarını yansıtan masalsı bir evrendi.



Konserde çalınan şarkılar: The Conversation - E Song - A bout de souffle - Maelbeek - Krimi - Cherry - La piscine - The last song // Warszawa/Rattle - Pol/Bruxelles - 1979

(Fotoğraf ve videolar bana aittir.)

Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate