18 Aralık 2014 Perşembe

"I'M YOUR ARKADAŞ!"


By on 16:40:00

18.12.2014

Dün akşam aylardır gün sayarak beklediğim Morrissey konserindeydim. Moz ile hayranları arasında 7 Aralık'ta yapılması planlanan ama 17 Aralık'a ertelenen buluşma, daha öncekiler gibi yoğun duyguların yaşandığı eşsiz bir deneyimdi. Konserleri hem kendisi hem de dinleyicileri için bir terapi olarak niteleyen, hayatın onun için şarkı yazıp söylemekten başka bir anlamı olmadığını söyleyen bir sanatçının sahnedeki varlığının başka türlü deneyimlenmesi düşünülemez zaten. Ancak kanımca, dün akşam Volkswagen Arena'da İstanbul'da daha önce verdiği iki konsere göre farklı bir his söz konusuydu.

Setlist'te ağırlıklı olarak bu yıl yayınlanan albümü "World Peace Is None of Your Business"te yer alan şarkılar vardı; iki şarkı hariç (Oboe Concerto, Mountjoy) tüm albümü canlı dinledik. Hep dediğim gibi Morrissey hüznün şairi; son albümü de hayatın acıları, ölüm, kaybedilen dostlar, yalnızlık ve politikanın çirkin yüzüne değinen temalarıyla, dinleyenin kalbindeki sızıları artırıyor. Ama dünkü konsere dair fark hissetmemin nedeni, sadece şarkılar değildi. Neredeyse izlediğim bütün konserlerinde hep sahnenin en önündeydim; bu kez Morrissey bana biraz kırılgan göründü; yanlış anlaşılmasın sahnedeki duruşu, sesi hala çok güçlü ama bakışlarına yansıyan bir kırılganlık sezdim. İlginçtir; dinleyicileri ile arasında kurduğu, benim "dantel gibi zarif ama gemi halatı kadar sağlam" diye tanımladığım bağ, o kırılganlıkla daha da sağlamlaşmıştı.

(Bu arada yeri gelmişken bir parantez açıp hemen her konserde gündeme gelen setlist memnuniyetsizliğine genel olarak değinmek isterim. Her şeyden önce konserde çalınacak şarkıları belirlemek, müzisyenlerin en kutsal haklarından biridir. Müzik, duygularla icra edilen bir sanat dalı. Müzisyenler, her zaman bizlerin gönlünden geçen şarkıları çalmak istemeyebilir. "Neden şu şarkı yok, neden eski şarkılar az" vb. gerekçelerle yakınmak yerine, müzisyenin tercihlerine saygı duymak gerekir. Bizler konsere giden birer müşteri değilsek, müzisyen de mekana gelenleri sadece eğlendirmek için sahneye çıkan birisi değildir. Müzik dinlerken elbette eğlenilebilir; ama kastettiğim bu değil. Mesela Morrissey, bazı şarkıları yazarken yaşadığı duygulara artık yakınlık duymadığından onları canlı söylemiyor; şarkılarına adeta sevgili muamelesi yapan bir müzisyen o. Bazı müzisyenler konserlerde, "Şimdi ne çalalım?" diye sorar, o zaman istediğiniz bir şarkının adını söylemeniz doğal ama öyle bir soru gelmediği sürece konserlerde şarkı adı bağırmak, Antony Hegarty'nin dediği gibi, manavdan "patlıcan, domates" istemeye benziyor. En iyisi Marianne Faithfull'un dediğine kulak vermek: "Bunca yıllık sanatçıyım. İnanın ne söyleyeceğimi bilirim.")

Konser başlamadan önce perdeye yansıtılan görüntülerle birlikte, The New York Dolls, Ramones, Brian Eno, Sandie Shaw, Chrissie Hynde, Penetration, Charles Aznavour, Joni Mitchell, The Beatles'ın da aralarında olduğu punk ve rock müziğin unutulmaz seslerinden Morrissey'in yaptığı bir seçkiyi dinledik. İngiltere'den ve dünyanın farklı yerlerinden polis zulmünü ve ona direnen kitleleri, katledilen boğaları gösteren imajların da yer aldığı videolardan sonra saat 21.30'da ekibiyle birlikte sahnedeydi Morrissey. The Smiths döneminin en sevilen şarkılarından "The Queen Is Dead" ve ardından "Suedehead" ile çok coşkulu bir açılış yaptı. Adına şarkı yazdığı kentte "Istanbul"u söylemek onun için de özel olmalı ki, "It is my good fortunate to be in Istanbul," diyerek gördüğü sevgi ve kentten aldığı ilham için teşekkür etti. İstanbul sokaklarında umutsuzca oğlunu arayan babanın hikayesini anlatan şarkı, ilk duyduğum günden beri beni derinden etkiliyor ama Morrissey'in "İstanbul, bana oğlumu geri ver!" anlamına gelen sözleri salondaki insanlarla birlikte söylemesi, benim için konserin en olağanüstü dakikaları arasındaydı.



"Istanbul" ile sarsıldıktan sonra, "Kiss Me A Lot" ve "I'm Throwing My Arms Around Paris" ile aşka, sevgiye özlemi haykırdık birlikte. Yanımda konsere birlikte gittiğim üniversiteye henüz başlamış arkadaşlarımla, 55 yaşındaki Morrissey'in ve belki de o salonda bulunan çoğu insanın aynı özlem içinde olması, bu dünyanın acı gerçeği diye düşündüm. Herkesin aradığı ama gerçeğini pek az insanın bulabildiği o özlem insan sıcağıydı... Morrissey'in gözlerindeki ifade ve beden dili, hayvan haklarıyla ilgili şarkıları söylediğinde belirgin şekilde kararlılık kazanıp sertleşiyor.  Flamenko gitar tınıları eşliğindeki "The Bullfighter Dies"ı söylediğinde bir kez daha tanık oldum buna. Jesse Tobias, gitarıyla bir taburenin üzerine oturup öne çıktığında kendisi bir adım geriye çekilip alkış tutarken yüzündeki ifadeyi görmek lazım; bir insan yaptığı işe, yazdığı şarkıya duyguğu inancın resmiydi o. Arkada olanlar belki anlamamıştır ama gömleğine yapıştırdığı "Animals Do Not Smoke" logosu konser boyunca düştüğünde ısrarla alıp yeniden yapıştırdı. Hayvan testlerine karşı çıkan bir slogandı o.

Konser boyunca dinlediğimiz toplam dört The Smiths şarkısından birisi beklendiği gibi "How Soon Is Now?" oldu. Johnny Marr da bu yıl turnesinde aynı şarkıyı çaldı, hatta Noel Gallagher sahnede ona eşlik etti; Marr'ınki sound olarak mükemmeldi ama vokalde Morrissey'in şarkıya yaptığı yadsınamaz katkıyı yok ediyordu. Morrissey'in "How Soon Is Now?" versiyonu, doğal olarak orijinaline çok daha yakın geliyor kulağa.



Dün geceyi benim için tarihe kazıyan an, "Earth Is the Loneliest Planet of All" ile geldi. Çünkü yeryüzünün en yalnız gezegen olduğunu anlatan şarkıyı sunarken, "I'm your arkadaş" dedi Morrissey. Daha önce birkaç kere de yazdım; Moz, yaklaşık 30 yıldır hep keşke arkadaşım olsa diye içimden geçirdiğim bir müzisyen. "I'm your arkadaş" cümlesini, en zor anlarımda bile sesiyle hep yanımda olan o müzik yoldaşımdan duyduğumda hissettiklerimi tam olarak anlatabileceğimi sanmıyorum. Sadece o cümleyi kurmuş olması, müzik aracılığıyla dinleyicisiyle kurduğu bağın ne anlama geldiğinin çok iyi farkında olduğunu gösteriyor. Daha da ötesi, öyle bir bağ ancak her iki tarafın da ihtiyaçları doğrultusunda kurulabileeceğinden, kendini konumlandırdığı yeri de özetliyor...

Morrissey konseri olur da politika olmaz mı? Politikacılara, hükümetlere en sert eleştirileri yapmaktan hiç çekinmedi yıllardır. "World Peace Is None of Your Business"i söylerken bir kez daha hatırlattı; hükümetler ancak zenginin daha zenginleşirken, fakirin daha da yoksullaşması için var. (Bu konudaki görüşlerini yaptığım röportajda ayrıntılı anlatmıştı.) Bu albümde beni en çok etkileyen şarkılardan biri olan "I'm Not a Man"i "Farz edin bugün sizin yaşgününüz, aylardan mayıs, günlerden 22 ve siz erkek değilsiniz," diyerek sundu. 22 Mayıs'ta doğan Steven Patrick Morrissey'in, toplumdaki cinsiyet algılarını sorguladığı müthiş şarkısı, konserin bir diğer doruk noktası oldu. (Toplumdaki cinsiyet algıları üzerine Morrissey ile yaptığım diğer röportaj burada.)



Hayatımı değiştiren The Smiths şarkısı "Meat Is Murder", beklendiği gibi bir yandan hayvan hakları savunucularının heyecanı ile karşılanırken, diğer yandan salonun büyük kesiminde sessizlik içinde dinlendi. Çünkü sahnedeki ekrana yansıtılan hayvan zulmü görüntüleri, et ve süt ürünleri fabrikalarında yaşanan trajedi, içinizde isyan duygularını başlatabilecek kadar sarsıcıydı. Konser başlamadan önce dinleyicilerden birisi, şarkının provokatif olduğunu söylediğinde, Moz'un yapmak istediğinin zaten o olduğunu; çünkü böyle bir konunun o şekilde sunulmayı gerektirdiğini söyledim. "Meat Is Murder"ı anons ederken, Meksika'da sirklerde hayvanların kullanılmasının yasaklandığını, Norveç ordusunda çevresel nedenlerle askerlere etsiz yemek çıkarılmaya başlandığını söyleyerek, "Yavaş da olsa bir şeyler değişiyor," dedi Moz. Haklıydı. Konserden önce ve sonra sosyal medyadaki mesajlara baktım. Morrissey, her mekanda olduğu gibi Volkswagen Arena'da da et ürünleri satışı yapılmamasını istediği için, konsere sırf inat olsun diye Adana kebabı ya da dürüm ile geleceğini söyleyenler yine vardı. Konserden sonra sokaklar yine köftecilerle dolmuştu ama aynı zamanda sayıları çok olmasa da "Morrissey haklı. Et yemeyi keseceğim," diyenler de vardı.

Bisten önce son şarkı olarak, zemini titreten perküsyon sesleriyle "Speedway"i söylerken, "Her zaman kendi garip yöntemimle size karşı dürüst oldum," dedi. Onu farklı kılan da, o sözünü esirgemeyen dürüstlüğü. Yanlış hatırlamıyorsam, ilk sahne işgalini o şarkı sırasında hemen arkamızda duran bir kadın dinleyici yaptı. Üstelik sahne ile bizim bulunduğumuz alan arasında 1.5 metre kadar uzaklık ve yükseklik farkı vardı. Buna karşın güvenlik görevlilerinin bulunduğu alana inen dinleyiciyi gören Moz, elini uzatıp onu sahneye çekti.



Ekip bis için geri geldiğinde, "Asleep"i karanlıkta sadece arkasından yansıtılan bir ışıkla söyledi Morrissey. Ölüme atıf yapan şarkıyı bu turnesinde sürekli biste söylemesinin rastlantı olduğunu düşünmüyorum. Çünkü yazdığı, yaptığı her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünen, çağrışımlara yaşamının her anında yer veren bir müzisyen. Bu şarkıyı söylerken neler hissettiğini sorduğumda, "55 yaşında birkaç arkadaşım ve iyi bir banka hesabım var diye onu yazmaya yönelten nedenleri unutmam," diye yanıtlamıştı. "25 yaşında intiharı düşünen bir müzisyenin, 55 yaşında hastalıktan ölmesi trajik olur," diyor. Londra'da bu şarkıyı sunarken, "Beni hatırlayın, kaderimi unutun" demesi de rastlantı değildi. Hastalığı tam olarak ne durumda bilmiyorum, spekülasyon yapmak da doğru değil; sadece "Asleep"i dünkü konsept içinde söylemesinin sıradan bir durum olduğunu düşünmüyorum.

Yaklaşık iki saat süren konserin kapanışını, beklendiği gibi "Everyday Is Like Sunday" ile yaptı Morrissey. Hemen herkesin eşlik ettiği şarkı sırasında sahne işgalleri yeniden başladı ve bu kez arka arkaya bir sürü insan sahneye ulaşma çabasına girdi. Korumalar ve dinleyiciler arasında yaşanan mücadele sırasında Morrissey'in elini tutabildiğini yukarı çekmesi görülmeye değer bir manzaraydı. Kimisinin verdiği mektubu cebine koydu, kimisinin uzattığı plağı alıp sahnede özenle bir yere yerleştirdi.



En sonunda meşhur gömlek fırlatma sahnesi yaşandığında işler karıştı. Klaus Nomi'nin sesi salonu doldururken az ötemde bir yere düşen gömleği sahiplenme mücadelesi epey sert geçti. Sonunda baktılar olacak gibi değil, Morrissey'in ekibinden birisi elinde makasla gelip gömleği parçalara ayırarak etraftaki hayranlara birer parça verdi. Bu arada bir arkadaşımız sadece arada kaldığı için fena ezildi, yağmurluğu parçalandı. Çekebildiğim kadarıyla o anları kaydetmeye çalıştım. Açıkçası konserin bitişi sahnenin hemen önünde bulunanlar için kaotik oldu. Ben konsere üniversiteye henüz başlayan genç arkadaşlarımla gittiğim için onların arasında epey heyecanlı bir konser yaşadım. Ben bu kez sahne önünden daha ileriye gitmedim ama gidenler hakkında birisi yine çıkıp, "Liderle geceleyecek çukurdaki kadınlar" şeklinde cinsiyetçi ve çirkin bir benzetme yapmaz umarım. Çünkü orada yaşanan, sadece müzik sayesinde kurulabilecek kadar güçlü, sıradışı ama çok saf bir bağ...



Mekandan çıkıp metroya geldiğimizde saate baktım. Yaklaşık 6.5 saat ayakta, aç ve susuz kaldığımı o anda fark ettim. Konserle geçen iki saat, 20 dakika gibiydi; gerisinde de sanki zamanda seyahat edip 18 yaşıma dönmüştüm. Morrissey'e kitabını imzalatamasam da o "I'm your arkadaş" demişti. Dansçılara ya da dudak uçuklatan devasa sahnelere değil, sadece şarkılarına güvenen bir efsaneyi bir kez daha ağırlamıştık. Bundan daha güzel bir 6.5 saat olur mu...

Setlist: The Queen Is Dead - Suedehead - Istanbul - Kiss Me A Lot - I'm Throwing My Arms Around Paris - How Soon Is Now? - Kick the Bride Down the Aisle - Earth Is the Loneliest Planet - World Peace Is None of Your Business - Neal Cassady Drops Dead - Scandinavia - Smiler with Knife - Yes, I Am Blind -I'm Not a Man - Meat Is Murder - Speedway // Asleep - Everyday Is Like Sunday (Sanırım dün konserde bir ara rüya alemine dalmışım. Çünkü hafızam bana "Hand In Glove"u konserde duyduğumu söylüyordu. Dün bir dost, "Hepimiz rüyada gibiydik. Belki öyle hissetmişsinizdir," dedi. Doğru olmalı.  Belki de gerçekten çok dinlemek istediğim için gerçek gibi geldi, bilmiyorum. Psikolojik bir durum olmalı. Daha önce hiç yaşamamıştım... Her neyse düzelttim ve çıkardım onu.)

(Fotoğraflar ve videolar bana aittir.)

Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate