17 Ağustos 2013 Cumartesi

The Veils ve Placebo İle Güzel Bir Akşam


By on 13:02:00

17.08.2013

Yanılmıyorsam Placebo dün akşam İstanbul'daki beşinci konserini verdi. 2000'de Hilton Convention Center gibi canlı performans için hiç uygun olmayan bir mekanda yapılan ilk konser etkinliği, Türkiye konser tarihi açısından da unutulmazlar arasında. Placebo'yu dinlemeye gelenlerin büyük kısmı, müziğin de etkisiyle kendini bir başkasının kolları arasına bırakarak kendinden geçmişti. Ses sistemi, havasızlık vb. gibi fiziki açıdan bugünkü standartların altındaydı konser ama o yıllarda bugünkü kadar sık büyük konser yapılmadığından herkeste yabancı grupları canlı dinlemeye karşı daha yoğun bir ilgi vardı. Konserlerin sayısı arttıkça, dinleyicilerin bu deneyime verdiği değer azalmaya başladı. Bunu uzun yıllardır konserleri gözlemleyen biri olarak yazıyorum. O ilk dönemlerdeki heyecan korunabilse, mesela dün akşam The Veils sahnedeyken birçok kişi yere oturup bağıra çağıra sohbet etmeyi tercih etmezdi.

Oysa The Veils, o tür bir muameleyi hak edecek bir grup değil. Aslında bana göre hiçbir müzisyen/grup o saygısızlığı hak etmez. Eğer müzik size hitap etmediyse ve arkadaşlarınızla hiç durmadan konuşmak istiyorsanız, mekan kapalı ve ufaksa terk edersiniz; Parkorman gibi açık hava ve geniş bir yerse, kendinize sahneye uzak bir yer bulursunuz. Hemen arkamda oturup çene çalan grubun dışında dünkü konserde can sıkıcı bir durum yoktu. The Veils, tam vaktinde sahnedeki yerini aldı. Daha önce iki kere kapalı mekanda dinlemiştim grubu. Müziklerinin daha çok kapalı atmosfere uygun olduğunu düşündüğüm için Parkorman'ın açık hava sahnesinde performanslarının nasıl olacağını merak ederek gittim konsere.

Geçen defa Babylon'a geldiklerinde yaptığım röportajda da fark ettiğim gibi, vokalist Finn Andrews ve bas gitarist Sophia Burns, oldukça çekingen yapılı insanlar. (http://zulalmuzik.blogspot.com/2010/03/finn-andrews-sahnedeyken-evimde-gibiyim_01.html ) Burns, konser boyunca saçlarıyla yüzünü saklayıp dinleyiciyle hemen hemen hiç temas kurmayarak bu yapının işaretlerini veriyor. Ancak Finn Andrews, sahnede kendini açıp, tamamen müziğin yarattığı evrene giriyor. Şarkı söylerken yüzünün aldığı mimikleri incelerseniz, yaşadığı duygusal etkilenmenin yoğunluğunu görebilirsiniz. Röportajda da şarkı söylemenin onu dönüştürdüğünü düşündüğümü söyleyip, izlenimimin doğru olup olmadığını sormuştum. "Dönüştürdüğü kesin. Orada gerçek ben orataya çıkıyor. Performansın nasıl yapılacağını önceden öğrenmediğiniz için, yenilikleri keşfettiğiniz bir süreç bu. İçinde başarısız anlar da var, gurur duyduklarınız da. Patti Smith'i izlediyseniz bilirsiniz; sadece kendisini değil, o anda orada olan herkesi dönüştüren, şamanistik bir performanstır o. Benim ulaşmak istediğim nokta da orası... Sahnede evimde gibi hissediyorum," demişti.

Kendisine Patti Smith'i örnek alan Finn Andrews ve grup arkadaşları, Parkorman'da başarılı bir performans sundu. "Jesus for the Jugular"ı çalsalar, Patti Smith'in yarattığı şamanistik etkiye daha çok yaklaşabilirlerdi ama çalmadılar. Bu yıl yayımlanan dördüncü albümleri "Time Says, We Go"dan "Train With No Name" ile açılışı yaptılar. Hem yeni albümde hem de öncekilerde yer alan şarkılardan oluşan karışık bir şarkı listesi vardı ama ağırlık yeni albümdeydi. İlk albümleri "The Runaway Found"dan 2, ikinci albüm "Nux Vomica"dan 3, üçüncü albüm "Sun Gangs"den 1 ve son albümden 6 şarkı çaldılar. Bazı insanlar sohbet etmeyi sürdürdüğü sırada, günümüzün en içten şarkı söyleyen erkek vokalistlerinden biri olan Finn Andrews, kuşlar üzerine yazdığı "Birds" ile dinleyenlerin yüreğine dokunuyordu. "İstanbul'da çok martı var," dedi gülerek şarkıyı anons ederken ama konser bolluğuna ve kuşlara çok alıştığı için onlara karşı duyarsızlaşanlardan bir karşılık alamadı. Kuşlar hakkında şarkı yazan o ruhun inceliğini hissedenler vardı yine de...

Konserin sonuna doğru The Veils'i turneye dahil ettiği için Placebo'ya teşekkür etti Andrews. O sırada düşünüyordum; Placebo, The Veils ile neden turneye çıkar? Müziklerini beğendikleri ve desteklemek istedikleri için elbette. Ancak şunu da söylemek gerekir: Finn Andrews, Brian Molko gibi daha ilk duyulduğu anda tanınacak kadar belirgin bir vokale sahip ve onun gibi sofistike şarkı sözleri yazıyor. Bu açıdan önemli ortak noktaları var. Placebo öncesi The Veils'i dinlemek bana çok iyi geldi. Gördüm ki, açık hava mekanın da hakkını verdiler. Dün akşam The Veils ve Placebo, iyi bir turne ekibi oluşturmuştu. Dinleyenler için birbirini tamamlayan, etkileyici performanslardı.

(The Veils setlist: Train With No Name - Calliope! - Turn from the Rain - Birds - Not Yet - Vicious Traditions - The Pearl - Sign of Your Love - Sit Down by the Fire - The Valley of New Orleans - Through the Deep, Dark, Wood - Nux Vomica)

The Veils'ten sonra Placebo da sahneye tam saatinde çıktı. Kalabalık, grup elemanlarını görmek için çığlıklar atarken ışıklar karardı ve müzik başladı ama Placebo üyeleri yoktu sahnede. Sigur Ros'un "Svefn-G- Englar" adlı şarkısı ile Placebo'dan "Pure Morning"i bir araya getiren yeni bir miks ya da mash-up dinledik. Ben, o miksi ilk kez duydum ama çok beğendim.

Sonra önce Stefan Olsdal ile Steve Forrest ve arkasından Brian Molko sahnede görününce epey bir tezahürat duyuldu. Beşinci kez de gelseler İstanbul özlemiş Placebo'yu. Onlar da konser boyunca bunun farkındalardı eminim; dinleyicinin şarkılarına hep birlikte eşlik etmesi, hemen herkesin ilgisini sahneye yöneltmesi çok pozitif bir enerji yaydı.

Ben, 2003'teki Placebo konserini kaçırdım ama diğerlerinin hepsinde grubu dinleme olanağı buldum. Yurtdışında izlediğim konserlerini de katarsak, grubun canlı performansını altı kere gördüm. Altısında da konserden mutlu ayrıldım. Dün akşam da "iyi konser nasıl olur?" sorusuna bir kez daha yanıt aldık. Evet, müzisyenlere büyük iş düşüyor; her iyi müzik yapan sahnede iyi performans gösteremeyebiliyor. Ama sadece müzisyenlerin iyi olması yetmiyor; müzikseverlere de iş düşüyor; öncelikle müziği dinlemeleri gerekiyor, dinlemeyip yüksek sesle konuşmayı tercih ettikleri anda, hep birlikte yaşanabilecek güzel bir deneyimi bozmuş oluyorlar.

Placebo, hem yeni şarkılarını hem de çok sevilen eski parçalarını çaldığında, aldığı tepki her gruba nasip olmayacak kadar çarpıcıydı. "Speacial K", "Every You Every Me", "Meds" gibi şarkılar, bu ülkede alternatif rock dinleyicilerinin marşları haline gelen şarkılar arasında. Onları çalmayı da ihmal etmemeleri akıllıcaydı. "I Know"u yine duyamadık ama canları sağ olsun. Brian Molko, 2000'de röportaj yaptığım döneme göre doğal olarak yaşlandı, artık fiziksel olarak da görülüyor bu ama sesinde hiçbir yıpranma yok. İlginçtir, Stefan Olsdal'da yaşlanmanın fiziksel izleri henüz yok; sahnede de en hareketli olup dinleyiciyi coşturan o. Placebo, vokalist ile diğer üyeler arasındaki dengeyi iyi kuran gruplardan. Molko ile Olsdal'ın sahnedeki pozisyonları bunun güzel bir örneği.

Bu arada Gezi direnişinden beri adet olduğu üzere "Her Yer Taksim Her Yer Direniş!" sloganı yine atıldı Parkorman'da. Çok açık ki, bu tür konserleri takip eden kitle, aynı zamanda Gezi'de direnişe katılanlar ve destekleyenlerdi. O nedenle sloganın konserlerde duyulması hiç şaşırtıcı değil; bunu engelleyebileceğini düşünen varsa çok yanılır.

Placebo setlist: B3 - For What It's Worth - Bionic - Too Many Friends - Loud Like Love - Twenty Years - Every You Every Me - Black-Eyed - Song to Say Goodbye- Blind - Bright Lights - Meds - Slave to the Wage - Special K - The Bitter End // Teenage Angst - Running Up That Hill - Post Blue - Infra-Red

(Fotoğraflar bana aittir.)

-

Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate