11 Kasım 2012 Pazar

Ceramic Dog Sarsıntısı


By on 01:15:00


© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet / 11 Kasım 2012

Açıldığı günden bu yana müziğe deneysel yaklaşımlarıyla bilinen isimleri İstanbul’a getiren Borusan Müzik Evi, cuma gecesi yine heyecanla beklediğimiz bir grupla buluşturdu bizi. Amerikalı gitarist ve besteci Marc Ribot’nun Ches Smith (davul) ve Shahzad Ismaily (bas, klavye, perküsyon) ile kurduğu Marc Ribot’s Ceramic Dog, Avrupa turnesini İstanbul’dan başlattı.

Tom WaitsJohn ZornElvis CostelloMedeski, Martin & WoodMarianne FaithfullElton JohnMyCoy Tyner ve Robert Plant‘in de aralarında olduğu birçok müzisyenle kayıtlar yapmış, saygın bir yetenek Marc Ribot. Daha çok ünlü sanatçılarla yaptığı çalışmalarla tanınsa da, aynı zamanda etkileyici bir solo kariyeri var. Caz, soul, rock ve Küba müziğine ait standartları özgün bir bakış açısıyla buluşturan geniş paletiyle yıllardır çok sayıda albüm yayınladı.

Caz-füzyon grubu Ceramic Dog, Marc Ribot'nun 11 Eylül sonrasında önceki Latin punk /deneysel punk projelerinden farklı olarak ne yapabileceğini araştırdığı bir sırada aklına düşmüş. Yıllar sonra Ches Smith ve Shahzad Ismaily ile buluşunca, öyle bir dinamik yakalamışlar ki, başlamışlar sadece eğlence için çalmaya. Ribot’nun kendisinin “serbest/punk/funk/deneysel/saykedelik/post elektronika kolektifi” diye tanımladığı grubun performanslarının başarısı, kısa sürede kulaktan kulağa yayılınca, konserler, turneler ve albümler gündeme geldi. 2008’de “Party Intellectuals” adlı ilk albümlerini yayınladılar. Bir rock grubunun enerjisine sahip üçlüyü İstanbul’da canlı dinlemek, gerçekten çarpıcı bir deneyimdi.

Borusan Müzik Evi’nde konser için hem oturmalı hem de ayakta dinleyicinin olduğu karışık bir düzen kurulmuştu. Üç müzisyen hemen önümüzdeki sahnede yerlerini aldığında, ilk duyduğumuz parça, Marc Ribot’nun filmler için yaptığı müziklerden oluşan 2010 tarihli solo gitar albümü “Silent Movies”den “Fat Man Blues” oldu.

Gri takım elbisesi ve mavi kareli gömleğinin içinde, sandalyeye oturup başı önüne eğik gitarını çalarken bu dünyadan kopmuş gibiydi Ribot. Ches Smith ve Shahzad Ismaily’nin de ondan farkları yoktu; üç virtüöz, adeta enstrümanlarının içine girmiş, sesler dünyasında birbirleriyle söyleşiyorlardı. 

Birbirinden farklı çıkış noktaları olan üç derenin kaynaşma noktasında buluşup taşmasını anımsatan çok coşkulu anlar vardı. Ribot’nun hiç durmadan zil gibi çalan gitarına, Smith’in güçlü vuruşları ve Ismaily’nin çarpıcı bas riffleri karışınca, dereler gürül gürül akan görkemli bir nehre dönüştü.

Konserin en güzel anlarından birisi, Amerika’da birkaç sene önce yaşanan ekonomik yıkımın izlerini yansıtan “Postcards from N.Y.”da, müziğin hüznüne eklenen  ter damlaları oldu. Ribot, öylesine kendinden geçmiş bir halde çalıyordu ki, burnundan aşağı iki damla ter süzülürken performansın yoğunluğu görsel olarak da belgelendi. 

Gitarına usulca dokunarak herkesi etkilediği dakikalar da vardı; ama an geldi, “Girlfriend”de kız arkadaşının en iyi arkadaşıyla yatmak istediğini söylerken veya “Commit a Crime”da “Gördüğüm en kötü insansın” diye çatlak sesiyle haykırırken gitarına punk’ın isyanını katmayı da bildi. 

Konserin sonunda Jimi Hendrix’in 45 yıllık şarkısı “The Wind Cries Mary” ve ardından Dave Brubeck’in meşhur ettiği “Take 5” için yaptıkları müthiş yorumları da dinledikten sonra, ayakta alkışladık bu kolektifi. Egolarından arınmış özgür müzisyenlerin sınırları yıkıp başkaldırırken sergilediği uyum, tam anlamıyla sarstı salonu.

(Konserde çektiğim kısa bir video aşağıda. Fotoğraflar bana aittir.) _

Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate