13 Kasım 2012 Salı

Vitrindeki Albümler 141: Brian Eno - Lux (Warp Records)


By on 14:03:00


© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet / 2 Aralık 2012 



Bu yılın en iyi ilk 10 albümünü sıralayıp, bir cümleyle o albümleri neden sevdiğimi anlatmamı istediklerinde, sıra Brian Eno’nun Warp Records’tan çıkan yeni albümüne gelince, “Minimalizmin yarattığı boşlukları benim doldurmamı sağlayarak hayal gücümü en çok harekete geçiren, dinginliğin tanımını yapan albüm, yine ambient’ın en güzel örneklerini veren avangart dahi Eno’dan geldi” diye yazdım. Eno’nun müziğinde beni en çok etkileyen özelliktir belirsizlik. Öyle bir belirsizlik ki, ancak dinleyenin aklıyla ruhunun ortaklaşa karar verdiği bir yolda netleşir. Bu nedenle onun enstrümantal solo albümlerini dinlerken ayrı bir heyecan duyarım; yine olayları ve başroldekileri bizzat belirleyeceğimi, böylece tamamen kişisel ve hayali bir film çekeceğimi ve bunu kimseyle paylaşmayacağımı bilirim.

Dinleyici açısından bu şekilde algılanan müziği yapan da, yani Eno da, o belirsizliğin, kontrolsüzlüğün peşine düştü uzun yıllar önce. Kendi ifadesiyle yaptığı, mimarlık ile bahçıvanlık arasında bir iş. Müziği üreteceği sistemleri kendisi buluyor ve kurguluyor ama bir noktadan sonra o müzik üzerinde kontrolü kalmıyor. Yani mimarlıkta olduğu gibi belirli bir arsaya, belli teknikleri kullanarak bir yapı tasarlıyor ama bahçıvanlıkta olduğu gibi tarlaya tohumları ekerken sonuçta ne olacağını bilmiyor. Ne kadar tohum attığı, ne ektiği belli olsa da, alacağı mahsulü tam olarak bilmiyor. Eno’yu heyecanlandıran his bu. Bu nedenle müziğini anlatırken de, Terry Riley’in ilk minimalist beste olarak değerlendirilen 1964 tarihli “In C” adlı eserine atıf yapıyor sık sık. (O eseri bilmeyen araştırırsa ne demek istediğim daha iyi anlaşılır.) 

Brian Eno’nun son iki yıldır Warp Records’tan çıkan albümlerinin aksine yeni yayımlanan “Lux”, solo bir albüm. Eno, kendisi bu albümü ambient diye nitelemiyor; özel olarak bir bina için kaydetmiş Lux’ı. İtalya’nın Torino kentinde 18. yüzyıldan kalma bir binanın iki büyük salonunu birbirine bağlayan The Great Gallery adlı bir geçit var. Bu mekanı yönetenler, 100 metre uzunluğunda 15 metre yüksekliğindeki bu geçitten geçenlerin biraz yavaşlatılması için Eno’dan oraya uygun bir müzik yapmasını istemişler. Çünkü insanların yarıştaymış gibi büyük bir hızla geçiğ gittiğini ve içinde bulundukları olağanüstü güzel ortamın farkına bile varmadıklarını görmüşler. 

Eno, Londra’daki stüdyosunda müziği yapmış ve Torino’daki binaya dım attığı anda o müziğin binaya uygun olmadığını anlamış. Sözü edilen binayı ben de Torino ziyaretimde görmüştüm. Müziğin kullanılmasını istedikleri yer, gün içinde oldukça aydınlık, içeri farklı açılardan ışığın süzüldüğü, içinizi ferahlatan bir yer. Ayrıca Eno’nun belirttiği gibi, Barok mimarinin en güzel örneklerinden birisi. Ama orası için yaptığı ilk kayıt, çok içe dönük, modern ve karanlık bir sound içerdiğinden, karakterlerin uyuşmadığını düşünmüş ve oturup binanın içinde çalışmaya başlamış, oraya uygun yeni müzikler yapmış. Albümün temelini bu ikinci kayıtlar oluşturuyor. Kısacası Lux, bir ses enstalasyonu olarak başlıyor ve sonradan albüm halini alıyor.

Yaklaşık 20’şer dakikalık 4 parçadan oluşan albüm, Eno’nun “Music for Thinking” projesinin bir devamı olarak, “Music for Airports”, “Music for Films”, “Apollo: Atmospheres and Soundtracks” adlı önceki çalışmalarının izinden gitmiş. Piyano tınıları o kadar usulca çıkıyor ki, daha ilk notadan düşünebileceğiz sakin atmosferin kapısını açıyor. Tınılar arasında bilinçli olarak bırakılan boşluklarda sanki her şey uzay boşluğunda süzülür gibi çok yavaş hareket ediyor. Keman sesi devreye girdiğinde yarattığı süzülme hissi, bana göre tam da Eno’nun hedeflediği nokta. Yaptığım iş her neyse onu bırakıp sandalyeme yaslanıp gözlerimi kapadığım an o ve ondan sonrasında Eno’nun kontrolü yok. Müziğin bana düşündürdüklerini kendime saklayacağım ama albümü dinlerken itiş kakışın olmadığı, çok huzurlu, güzel bir yere doğru sürüklendiğimi belirtebilirim.

Lux’ın da piyanonun üzerindeki beyaz tuşlarla formüle edilen matematiksel bir kurgusu var. O ayrıntılar Eno için minimalizmin temelini oluşturuyor. Kendi müzisyenliğini bahçıvanlık ile mimarlık arasında bir yere koyarken kastettiği bu. İlkeleri belirliyor ama gerisi kendiliğinden ortaya çıkıyor. Eno'nun sonucu önceden belirlenen, katı kuralları olan müziğe karşı duruşu ve sınırsız olasılıklar teorisi Lux ile devam ediyor. Şu anda Tokyo’nun en büyük havalimanı Haneda’da ve Keşif Müzesi’nde de çalan albüm, müziğin dahi yeteneklerinden Eno’nun son harikası.



_

Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate