25 Kasım 2012 Pazar

Vitrindeki Albümler 140: Crystal Castles - III (Fiction)


By on 11:18:00


© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet / 25 Kasım 2012

Öncelikle kendilerini memnun etmek için müzik yapanlara özel bir sempatim var. Popüler müzik piyasasında albüm kaydederken, satış rakamlarını, listeleri ve radyoda çalınabilir şarkı yapmayı gözetip, birilerini memnun etmeye çalışanlar çoktur. Müziklerini çoğunluğun beğenilerine göre manipüle etmeyenleri, sisteme karşı durdukları ve istediklerini yaptıkları için her zaman takdir ediyorum. Bunların arasında deneysel elektronik müzik ikilisi Crystal Castles da var. 2006’da yayınladıkları ilk single “Alice Practice”den bu yana üç stüdyo albümü kaydettiler, dünyanın en ünlü festivallerinde sahneye çıktılar, kaotik canlı performanslarıyla tanındılar ve hala istedikleri müziği yapıyorlar.

Synthesizer’ın yönlerdirdiği karanlık, agresif ve soğuk bir soundları var. Vokalist Alice Glass’ın sesi, synth ve elekronik davullardan çıkan gürültünün gerisinde kimi zaman derinden gelen boğuk bir uluma kimi zaman da çığlık şeklinde duyuluyor ve çoğunlukla ne dediği anlaşılmıyor. Önceki albümlerde de var olan soundu, bu kez tamamen bilgisayar kullanımını ortadan kaldırarak, 1950’lerden kalan ekipmanla geliştirmişler. Kayıt aşamasındaki bir diğer yenilik de, mutlaka her şarkının stüdyoda çalınan ilk kaydını albüme almaları olmuş, kendilerine bu konuda katı bir sınırlama getirmişler; çünkü ilk kaydın her zaman en yalın ve hakiki sound olduğuna inanıyorlar. 

Ethan Kath’ın enstrümanlar ve prodüksiyon konusundaki deneysel yaklaşımı, Alice Glass’ın düşüncelerini vokalde aktarış tarzı ile bire bir uyum içinde. Sentetik vuruşların vahşi vokal ile buluşması bazen mesela “Insulin”de olduğu gibi kulakları rahatsız edecek ölçüde güçlü titreşimler yaratsa da, bu Crystal Castles’ın yöntemi. Aynı yöntem, sahne performanslarında hatta Alice Glass’ın kalabalığın içinden insanlara mikrofonuyla vurup ortalığı yıktığı görüntülerle de uyumlu. 

Albüm kaydını Varşova’da yapmalarının nedeni, kentte konuşulan dili bilmediklerinden tamamen izole olmayı sağlaması. Ama bu izolasyon, dünyanın sorunlarından uzaklaşmak için değil, aksine o sorunların içlerinde kopardığı fırtınayı hiçbir etki altında kalmadan olduğu gibi aktarmak için. Nitekim albümün tümüne hakim olan tema, baskı altında kalma; bir toplumda farklı ya da zayıf olana uygulanan baskı, egemen güçlerin zayıfı ezmesi. Albümün kapağında yer alan İspanyol sanatçı Samuel Aranda’nın çektiği fotoğraf, zaten tema hakkında daha ilk görüşte bir fikir veriyor. Arap Baharı sırasında Yemen’de biber gazı yiyerek yaralanan oğluna sarılmış bir anneyi gösteren o fotoğraf, 2012 Dünya Basın Fotoğrafı Ödülü’nün de sahibi olmuştu.

Bu albümde, yaşanan savaşları gözlemleyip, kendisini dünyaya adalet getirmek isteyen bir kurtarıcı gibi hayal etmiş Alice Glass. Vokalinin en anlaşılabilir olduğu “Kerotene” adlı şarkıda, “Seni gördüğüm her şeyden koruyacağım / Yaralarına tuz basacağım” diyor. İtilip kakılan, bastırılan, hor görülen ve ezilenlerin sesi olmayı amaçladığı açık. 

Transgender, din, saflık, çocuk istismarı gibi Amerika’nın gündemini 21. yüzyılda yoğun olarak işgal edilen konular var şarkılarda. Glass’ın sesindeki öfkenin kaynağı da bu bir türlü çözülemeyen sorunlar. Grubun synthpop camiası içinde pek görülmedik şekilde vahşi bir sound ortaya koymasının nedeni de o. Her ne kadar melodik synthpop’tan uzaklaşmasalar da, yaptıkları müzik bu haliyle punk’a daha çok yaklaştığı için bence synthpunk diye tanımlamak daha doğru. 

Toplam 40 dakikayı bulmayan 12 şarkı, Crystal Castles’ın büyük yenilikler getirmese de bütünlüklü, sağlam bir albüm yapabildiğini, dans ettirirken düşündürebildiğini bir kez daha ortaya koyuyor. Üstelik bunu sadece kendilerini memnun ederek yapıyorlar. Bize de bravo demek düşüyor. 

_

Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate