29 Kasım 2011 Salı

Avea Müzik Bloggerları Tea & Talk Toplantıları 1


By on 09:57:00

Avea'nın müzik bloggerlarını bir araya getirip Fikir Takımı adını verdiği bir gruba dahil oldum bir süre önce. Gruba katılmamın ilk nedeni, gazeteci dostumuz Tolga Akyıldız'ın bu projenin danışmanlığını yapıyor olmasıydı. Tolga arayıp müzik bloggerlarının yer alacağı bu projeden söz edince, faydalı olabileceğini düşündüm. Biz müzik yazarları hep yazarız ama bir türlü bir araya gelip görüşlerimizi paylaşmayız. Orada bunun için bir platform yaratılabileceğine inandım. Açıkçası, Avea Müzik Bloggerları Fikir Takımı'na katılırken, böyle bir oluşumun ilerde belki de Müzik Yazarları Derneği'nin kurulmasına öncülük edebileceğini de düşündüm. Hâlâ da düşünüyor ve umuyorum.

Nitekim benim de konuşmacı olarak katıldığım ilk toplantıda bu konuyu da gündeme getirdim. Daha önce de bu yönde çabalar oldu ama bir türlü gerçekleşmedi. Neden müzik yazarlarının da sinema yazarları gibi ciddi bir derneği olmasın? Neden bizler de örgütlenmeyelim? Ben, tartışarak bir yolunu bulabileceğimize inanıyorum. Ancak toplantıda "Biz istesek de istemesek de bugün Ertuğrul Özkök ya da Hıncal Uluç gibi birisi bir albümden söz edince bizim yazdığımızdan daha çok ilgi görüyor. Şimdi onları da alacak mıyız öyle bir dernek olursa?" sorusuna yanıtımı buradan bir kez daha kesin bir şekilde dile getiriyorum. Onlar olursa ben yokum. Çünkü zaten dernekleşmenin amacı, müzik yazmayı ciddi bir iş olarak benimseyip, yıllardır bu alanda emek verenlerin haklarını korumak. Yüzeysel de olsa her konuda yazanlar derneği olursa onlar da o derneğe üye olabilirler sanırım. Bunları yazarken emek ve uzmanlaşmaya yapmak istediğim vurgu anlaşılıyordur umarım.

Gelelim Galata'daki Blogger's Base'deki ilk toplantının ayrıntılarına... Konusu "Müziği yazmak" olan söyleşinin benim dışımdaki diğer konuşmacıları, Naim Dilmener ve Murat Meriç'ti. Moderatörlüğü Tolga Akyıldız üstlenmişti. Ancak geçirdiği bir araba kazası nedeniyle gecikince, o görev Avea Kurumsal İletişim'den Burcu Şensoy'a düştü. İlk soru, "Neden müzik hakkında yazmaya başladınız?" şeklindeydi.

Naim Dilmener ve Murat Meriç, öncelikle ilgilendikleri konuda kaynak yaratmayı amaçladıklarını söylediler. Murat, "Baktım merak ettiğim konularda yeterli kaynak yok, arşiv oluşturmak için yazmaya başladım" dedi.

Ben, blogu kendime arşiv yaratmak yani yazılarımı bir arada tutup gerektiğinde kolayca bulabilmek için oluşturdum. Fakat daha sonra baktım ki, ilgi görüyor, daha ciddi bir şekilde işe sarıldım. Yoksa benim yazdığım konularda yabancı kaynak epeyce vardı zaten. Ama o gün toplantıda söylemediğim bir gerçek de şu: Bu konuda yazmaya başlamamın birinci nedeni, belki de çok sevdiğim müzik hakkında konuşacak kimseyi bulamamış olmamdı. Kendimi bildim bileli müziğe çok büyük ilgi duydum. Ama çevremde benim bu heyecanımı aynı hararetle paylaşan kimse yoktu. Önceleri defterlere kimsenin okumayacağı notlar almaya başlamıştım. Hiçbir zaman günlük tutmadım ama her zaman müzik üzerine notlar aldım. O notlar, yıllar içinde genişledi, olgunlaştı. Profesyonel mecralarda boy göstermeden önce epeyce kendi kendime yazıp çizdim.

Toplantıda benim üzerinde durduğum konulardan birisi de, Türkiye'deki müzik yazarlığının bugünkü durumuna yönelik eleştirilerdi. Elbette herkes yazsın ama çeşit arttıkça da kalite düşmesin. Ukalalık olarak algılanmasını istemem ama düşüncelerimi orada söylediğim netlikte burada da yazacağım. Bugün müzik yazan birçok insan müzik tarihini bilmiyor. Müzik akımlarından haberleri yok. Yeni çıkan birkaç grubu dinliyor ve seviyorlar diye kendilerini müzik yazarı olarak değerlendiriyorlar. Müzik yazarı, müzik tarihine, akımlarına hakim insandır; keman çalmayı bilmese de bir kemancının iyi çalıp çalmadığını değerlendirebilecek deneyime sahiptir; her şeyden önce iyi bir müzik zevki olmalıdır ama o yetmez; müzik bilgisi şarttır. O da yetmez. Yazı yazdığı dile tam hakimiyeti olmalı, duygularını ve düşüncelerini ifade edebilecek yetkinlikte olmalıdır.

Hafife alınacak bir iş değildir müzik yazarlığı. Martin Mull'ın dediği gibi, mimari ile dans etmek değildir. (Bu sözün Frank Zappa'ya ait olduğu da söylenir ama kaynaklar Amerikalı sitcom oyuncusu Martin Mull'a ait olduğunu gösteriyor.) Dinlediğiniz ses ve melodilerin aklınızda yarattığı düşünceleri, yüreğinizde uyandırdığı duyguları belli bir ön bilgi süzgecinden geçirip okuyucuya sunmaktır. Saçma değildir. Zappa, "Rock gazeteciliği çoğunlukla yazamayan insanların, okumayan insanlar için konuşamayan insanlarla yaptığı röportajlardır" demiştir. (Most rock journalism is people who can't write, interviewing people who can't talk, for people who can't read.) Mull'a katılmıyorum ama ne yazık ki bugünkü müzik gazeteciliğine baktığımda Zappa'ya hak vermemem olanaksız.

Neden? 1-Röportajlarda çok klişe sorular soruluyor. Sanki ellerinde her gruba sorulacak genel bir soru listesi var ve onları döndüre döndüre soruyorlar. Grup üzerinde çalışılmadığı, albümlerinin dinlenmediği çok belli oluyor. Ben bu aşamada toplantıda şunu söyledim. Yıllar önce kendime bir ilke edindim; yeni albümü çıkan bir grupla o albümü dinlemeden röportaj yapmam. İşlerin sektörde nasıl yürüdüğünü bilmeyenler için açıklayayım. Bazen bir grup ya da sanatçı ile röportaj olanağı doğuyor ama henüz albümü piyasaya çıkmadan promosyona başlandığı için albüm elinizde olmayabiliyor. Bu durumda plak şirketinin ya da organizatörün röportajdan önce albümü dinlemenizi sağlaması gerek. Aksi halde kitabını okumadığı yazarla konuşmaya giden gazetecilerin durumuna düşersiniz. Hem sanatçıya hem de kendinize saygısızlıktır. Üstelik o röportajdan da hayır gelmez.

Ben bunu söyleyince, Fikir Takımı'nda yer almasa da, toplantının yapıldığı mekanın sahibi Mansur Forutan görüşünü belirtip, "Nasıl yani? Mesela Led Zeppelin sana röportaj verecek olsa, sen de yeni albümünü dinlememiş olsan gitmez misin?" diye sordu. Verdiği örnek çok uç bir örnekti ama ilkemi koruyacağımı belirtince, "Bu Cumhuriyet kafası. Sen Sabah'ta yetişmeliydin" dedi. Sabah'ta yetişmediğime memnunum. Ayrıca bunun şu anda Cumhuriyet'te yazmamla ilgisi yok. Ben orada yazmadan önce bu ilkeyi edinmiştim. Gazeteciliği üniversitede meslek olarak seçtim ve bu mesleği uygularken özen gösterdiğim konular var. Bu da onlardan birisi.

Ayrıca şu da çok önemli. Yurtdışında işler buradaki gibi yürümüyor. Led Zeppelin hiçbir zaman albümünü dinlememiş insana röportaj vermez. Şöyle oluyor yurtdışında: Albüm çıkmadan önce bir seri basın promosyonu olacaksa, röportajı yapacak gazeteciler için özel dinleme seansları düzenleniyor. O seanslara katılmazsanız röportajı yapamıyorsunuz. Yani sizin albümü dinlediğinizden emin oluyorlar. Ben de yurtdışında o tür seanslara katıldım. Orada sanatçılar, bizde Sezen Aksu'nun yaptığı gibi albümünü tanıtmak için evlerine magazin yazarlarını davet etmiyor.

2-Müzik yazan çoğu kişi doğru sorular soracak bilgi birikiminden yoksun olmakla kalmayıp, o soruları iyi bir Türkçe ile de kurgulayamıyor. Açıkçası ben Türkçe yazım hataları nedeniyle birçok blogu okumak istemiyorum. Dile yeterli özeni göstermeyen bir kişinin yazdıklarına karşı baştan olumsuz bir izlenim uyanıyor.

3-Çoğu blog yazarı, yabancı kaynaklardan geçen haberleri kendinden hiçbir şey katmadan doğrudan Türkçe'ye çevirerek yayınlıyor. Sonra bir de bakıyorsunuz aynı haber bütün bloglarda. İngilizce bilmeyenlerin işine yarayabilir belki ama özgünlüğü olmayan, zaten yabancı mecralarda gördüğüm bir yazıyı okumak beni ilgilendirmiyor.

4-Bir müzik yazısında maddi hata kabul edilemez. Naim Dilmener ve Murat Meriç'in de vurguladığı gibi, albüm adı, tarih ya da belli olaylara ilişkin yanlışlar yazıyı derhal öldürür, inandırıcılığını yok eder.

5-Bir müzik yazarının daha çok sevdiği türler olabilir. Hepimizin var. Ancak yazarın sadece kendisi hoşlanmıyor diye iyi bir albüme kötü dememesi gerekir. Örneğin ben country müziği tercih etmiyorum ama bu benim iyi bir country albümünü kötülemem için gerekçe değildir. "Sahnede synth, turntable görünce tüylerimiz diken diken olur bizim" diye yazmıştı birisi. Müzik yazan birisi için ne kadar önyargılı, ne kadar yanlış bir ifade... Müziği, duyduğu ya da hissettirdikleriyle değil, kafasında yerleşmiş inançlarla yargılamak, kanımca dar görüşlülüktür.

Yazıyı çok uzattığımın farkındayım. Ekim ayında gerçekleşen bu toplantıyı yazmak için geciktim. O gün sohbetimizde Naim Dilmener'in de ilginç anılarını dinledik ve güldük.

Ben uzun yıllardır müzikte önemli bir yenilik yapmayan Ajda Pekkan'ın her albüm çıkardığında herkes tarafından günlerce yazılmasını da eleştirdim. Müzik yazarı iyi olandan yana inisiyatif kullanmalı dedim. Ajda'nın Beyonce gibi mayo giymesi belki magazin yazarları için önemli olabilir ama yaptığı albümler müzik yazarlarını günlerce konuşturacak cinsten değildir ne yazık ki... Evet, bu ülkedeki popüler kültürün yönlendirmesi de söz konusu; fakat müzik yazarları olarak yenilik arayanlara, kendisini geliştirenlere ve yaratıcılığa bakalım diyorum.

Bu arada benim burada yazdıklarımı akademik bir çalışmada ortaya koyan bir arkadaşımız var. Cumhuriyet Pazar Dergi'de yazan Ali Deniz Uslu, Marmara Üniversitesi gazetecilik yüksek lisansını müzik medyası ve müzik yazarlığı üzerine yaptı. Tezinin bir bölümünü okudum. Basılıp kitap olursa faydalı olabilir diye düşünüyorum. Bunu da bir bilgi olarak konuyla ilgili kişilere iletmiş olayım.

Avea Tea & Talk toplantılarının ilki böyle geçti. İkincisine katılamadım. Umarım üçüncüde olanları da blog okuyucularıyla paylaşabilirim.

-

Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate