29 Ocak 2016 Cuma

RÖPORTAJ // KAOSMOS İLE UZAYIN BELİRSİZLİĞİNDE GİZEMLİ BİR YOLCULUK


By on 12:10:00

29.1.2016

Kaosmos adı ile bir süre önce Bandcamp sayfasına rastladığımda tanıştım. Şarkılarını dinlediğimde daha fazla tanıma isteği duyduğum müzisyenlerden biriydi. Uzay Uzay adını da kullandığını ama gerçek adının Filiz Sert olduğunu Facebook sayfasından öğrendim. 2015'in En iyi Yerli Albümleri seçkimde de yer alan "Galaxsynth"in ardından Aralık 2015'te "Black Hypnosis"i de yayınlayınca onunla röportaj yapıp ayrıntıları öğrenme isteğim artı. Sorularıma verdiği içten yanıtlar için kendisine teşekkür ediyorum. İstanbul yerel müzik sahnesinde yakından izlediğim genç yetenekler arasında artık Kaosmos da var.

Müziğiniz öyle güçlü ki yerel underground sahnede yavaş ama emin adımlarla yürüdüğünüzü düşünüyorum. Öncelikle biraz kendinizden ve müzik geçmişinizden söz eder misiniz? Müzik yapmaya tam olarak ne zaman ve nasıl başladınız?

Çocukluğumdan beri tuşlu çalgılarla hep içiçeydim. Uzun seneler Klasik Batı Müziği ve piyano eğitimi aldım. 2010 yılıydı sanırım klasik eserleri çalışmaktan eskisi kadar heyecan duymadığımı hissettiğim bir zamandı, piyanoda doğaçlama çalışmaya başladım. Kendi melodilerimi çalıp kaydetmeye, çeşitli müzik programlarını keşfedip, elektronik müziğin büyülü dünyasında sesler ve efektlerle epey zaman geçirmeye başlamıştım. Bu keşifler, kaoslar, 2013 yılında ‘Kaosmos’ olarak ortaya çıktı. İlk albümüm "Time and Space" ile profesyonel anlamda müzik üretmeye başladım diyebilirim.



UZAYIN BÜYÜLEYİCİ ETKİSİ

Kaosmos’un dışında Uzay Uzay adını kullanıyorsunuz. Müziğinizin üzerinde uzay, galaksi, evren ve yıldızların etkisi açık. Nereden kaynaklanıyor özel uzay merakı?

Varlığımı algılamaya ve hissetmeye başladığımdan beri, bilinmeyen ya da keşfedilmeyi bekleyen şeylerin yarattığı belirsizlik ya da aitsizlik hissi beni, ait olduğumu sandığım boşluğu incelemeye, keşfetmeye sürükledi. Tıpkı henüz yapılmamış ve yapılabilecek sesler, müzikler gibi bilinmeyen ya da olabilecek her şey orada bir yerlerde bizi bekliyor gibi. Bu ikisi, en gizemli ve büyüleyici şey benim için. Dolayısıyla da her seferinde müziklerimi yaparken etkisinden çıkamadığım bir büyüye dönüşüyor uzay.

Karanlık sihirli piyano temalarını, synthesizer’ın soğuk katmanlı cızırtılı mırıldanmalarıyla birleştirerek ambient electronic/ modern klasik tarzda müzik yaptığınızı belirtiyorsunuz. Piyanonun temaları karanlık da olsa sıcak. Bunlar synth’lerin soğuk cızırtılarıyla buluşunca ortaya epey gizemli bir sound çıkmış. Bu belirsizlik, esas olarak uzay boşluğunun fiziksel özelliğini mi yoksa o boşluğun yarattığı yalnızlığı mı yansıtıyor?

Tam olarak bir ayrım yapmak eksik olur çünkü herşey birbirinin parçası ve tetikleyicisi. Gizemli olan herşeyin bıraktığı belirsizlik ve yalnızlık hissini de, uzay boşluğunun fiziksel özelliklerini de yansıtıyor. Daha çok gizemli ve sonsuz bir boşlukta süzülme hissi ve bunun aslında çok da tekin birşey olmadığı düşüncesinin ortaya çıkardığı bir ses okyanusunu yansıtıyor.



Her şeyin mümkün olduğu uzak gezegenler hayali umut verici. Belki de bunun sonucunda kırılgan melodilerin içinde geleceğe dair pırıltılar da sezdim. Bir gün insanlık o uzak gezegenlere ulaştı diyelim... Sıcak/soğuk, aydınlık/karanlık dengesi birincilerin lehine değişirse, yaptığınız müzik nasıl etkilenirdi? Dinleyicinizi şimdi nereye taşımak istiyorsunuz, o zaman nereye taşımak isterdiniz?

Sıcak/soğuk, aydınlık/karanlık dengesi birincilerin lehine değişirse, yaptığım müziğin nasıl etkileneceğine dair bir sürü olasılık aklıma geliyor. Fakat bunu tam olarak kestirememekle birlikte sanırım daha yumuşak olan, kırılgan olmayan meodiler ve sesler olurdu. Çünkü şu anda kaosun getirdiği dengesizliklerden, bilinmezlikten ve  olasılıklardan heyecan duyuyorum ve dinleyicime de bu gizemli belirsizlikte bir yolculuk sunuyorum.

Her şeyin mümkün olduğu uzak gezegenlerin hayali ya da ‘umut’ kelimesi ulaşılamamış, keşfedilememiş olanla ilgili ve bunun getirdiği merakla ilgili birşey. Bilmek ve ulaşılmak istenene ulaşma durumunda da, bu dürtüden aldığım ilhamdan daha farklı bir sezgi ve varoluşla dinleyicimi biryerlere taşırdım sanırım. Ve bunun ne olacağını bilmemekle birlikte başlı başına bu da ayrı bir heyecan ve ilham konusu.



KARANLIK PİYANO TEMALARI VE BÜYÜLEYİCİ SYNTH SESLERİ...

İlk albümünüz 2013 tarihli “Time and Space”, başrolü piyanoya verdiğiniz bir kayıt. 2015’te çıkan “Galaxsynth” ise synthesizer’ların devreye girdiği, ambient electronic bir kayıt. O iki yıllık zamanda müzik yapma sürecinizde yeni bir evreye mi girdiniz?

"Time and Space", işim nedeniyle şehir değiştirmek zorunda kaldığım, çok uzaklara gittiğim ve piyanomdan ayrı kaldığım o üç yılın dışa vurumu, özlemiyle ortaya çıkan bir albüm. Üretmeye başladığımda o an en çok kulaklarımın duymak ve duyurmak istediği şey piyanonun özlediğim soundu oldu. Fakat konserlerde zaten dinleyiciye, ilk albümümde duyulan sound'dan biraz farklı olarak piyanoma, synthesizer'ın büyüleyici ve geniş olasılıklı sesleri ile katmanlar yaratarak ikinci albümde yapmak istediğim soundu da sunuyordum. O iki yıllık zamanda bu sound daha da belirgin bir hale geldi ve ortaya "Galaxsynth" çıkmış oldu.

Geçen aralık ayında yayınladığınız “Black Hypnosis” ilk dinleyişte çok dokundu bana. Drone’ların içinde sürüklenirken verdiği his hem çok yakın geldi hem de zaman geçerken bir şeylerin kayıp gittiğini duyumsattığı için biraz içimi acıttı. Bu kaydı etkileyen belli bir tema var mı?

"Black Hypnosis"in ortaya çıkışını ve bu albümdeki parçalarımı üretirken yaşadığım hissiyatı hatırladığımda.. o zaman için bana en çok dokunan şey umutsuzluk oldu. Beynin kendini koruma mekanizması olan kendini kapatma ya da soyutlama yeteneğine rağmen olumsuz şeylerin etkisinde kaldığımız aşikar. Olumsuz ve haksız olan her şeyden çok fazla etkilendiğim, oldukça kırılgan ve hassas bir kısırdöngüye girmiştim. Karanlık bir gücün etkisinde umutsuzca uzayda sürüklendiğim bir yolculuk gibiydi onu kaydederkenki hislerim.



KAOSTAN KAÇIŞ İÇİN SOLUCAN DELİĞİ OLARAK UZAY 

 Facebook sayfanızda ilgi alanlarınızı uzay, kaos, evren, kırılma, gelecek, etrafımızdaki sesler, sevgi ve ağaçlar diye belirlemişsiniz. Müziğinizde kaos dışında hepsini hissedebiliyorum. Oysa Kaosmos adı "kaos" ile "cosmos"un birleşimi olmalı. Bu noktada iki şey dikkatimi çekti. "Galaxsynth" için Cem Özüduru’nun çizdiği illüstrasyonda Uzakdoğulu savaşçılar ve uzay istilacıları, balıklar ve diğer yaratıklar arasında, klavye, synth ve kablolarla boğuşan sizsiniz sanırım. Orada bir kaos var mesela. Dış dünyanın kaosundan kaçış belki de müzik?

Sizin ifade ettiğiniz ve illüstrasyonda görülen kaos ve benim müziğimi etkileyen kaos farklı şeyler aslında. Kaos kelimesi genelde, kargaşanın getirdiği bir karmaşa, negatiflik gibi algılanıyor. Öyle de bir anlamı var çünkü. Fakat benim ilham aldığım ve proje ismi için seçtiğim kaos o anlamdaki değil. Kaos kuramı üzerine çok fazla kafa yormuştum ve yaşamımda bunu derinden hissettiğim zamanlar oldu. Var olan olasılıkların, rastlantıların ya da tercihlerimizin getirdiği durumların, olayların ve bunların hepsinin kozmos içinde birbirini tetiklemesinin doğurduğu sonuçları ifade eden bir kaos, Kaosmos'daki anlamı. İllüstrasyondaki kaos ise tamamen sanatçının yorumu. Orada kendime yakın bulduğum şeyler var elbette. Ne kadar kaçmaya çalışsam da dış dünyanın kaosunun etkisinde kalıyorum. Sesler, gizemli şeyler, uzay, bu kaçış için bir solucan deliği gibi adeta. Müzikler üreterek, kendi büyülerini yaratmak, bununla da yetinmeyip seslerle başka insanlara da büyüler yapabilmek, başka bir evren yaratmak gibi hissettiriyor çoğu zaman.

Bir yandan da şarkılarınızı paylaşırken kendi içinde çarpıcı tezatlar içeren cümleler kullanmışsınız. “Three Spirits” için “Her melek korkunçtur,”; “Flow My Tears” için “Kafesin biri, bir kuş aramaya çıktı,” demişsiniz. Acaba kaosun çıkış noktası bu mu?

Daha çok kaosun hem çıkış noktası hem de sonucu. Bazen öyle şeyler yaşanıyor ki hiç beklemediğiniz ya da bilmediğiniz şey, aslında sizin başlangıçta farkında olmadan yarattığınız bir şey olabiliyor.

Müzik üretim ve kayıt aşamalarınızı merak ediyorum. Nerede yapıyorsunuz kayıtları?
 

Üretimlerimi de kayıtlarımı da evimde yapıyorum. Teknolojinin bu açıdan gelişmiş olmasına ne kadar çok sevindiğimi anlatamam. Başka bir yerde rahat edemiyorum. Çünkü kayıt ya da üretim aşamasında herşeyin veya her yerin enerjisinden fazlaca olumsuz etkilenebiliyorum. Bu açıdan kendi alanımda ve yalnız olmam çok önemli.

Üç yıl önce Souncloud üzerinden paylaştığınız “Kayboluş” adlı tek Türkçe şarkıda vokal de var. Vokal kullanımına fazla eğiliminiz olmadığı belli ama ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Kayboluş, müzik programlarını keşfetmeye başladığımda yaptığım ilk müzikti. Çok fazla triphop dinlediğim zamanlarda, kötü bir PC mikrofonu ile kaydetmiştim. İlerleyen zamanlarda Kaosmos dışında yapmak istediğim projeler de var; belki onlardan birinde vokal kullanabilirim, bu çok belirsiz ama herzaman her şey için bir açık kapı olmalı diye düşünüyorum. Deneysel vokalleri oldukça ilham verici buluyorum.




2015’te Asphodel ile birlikte Edgar Froese anısına Wylfeneditions etiketiyle bir split single yayınladınız. Edgar Froese, kuşkusuz elektronik müziği derinden etkileyen bir müzisyendi. Sizin onun müziği ile ilişkiniz nasıl gelişti?

Elektronik müzikle ilgli kaynakları ve müzisyenleri detaylı bi şekilde araştırmaya, dinlemeye ve  keşfetmeye başladığım zamanlarda beni en çok etkileyen müzisyenlerden biri olmuştu Edgar Froese. Müziklerinin etkisi, derinliği ve sesleri kullanış biçiminin bende bıraktığı his, adeta yolculuk yapabildiğim bir uzay gemisi gibi olmuştu.

Üzerinizde etkisi olan ya da yakından izlediğiniz başka müzisyenler, gruplar var mı?

Ürettiğim müzik üzerinde bana etkisi olan, ilham veren müzisyenler ile yakından takip edip dinlediğim müzisyenler arasında keskin çizgiler var. Geniş bir spektrumda müzisyen ve grupları takip ederek iyi bir dinleyici olmaya çalışıyorum. Görsel, işitsel ve kavramsal olarak yakınlık kurabildiğim müzisyen ve gruplar üretme aşamasında bana ilham veriyor. İlk aklıma gelenler; Ben Frost, Loscil, Steve Roach, Pete Namlook, Ryuichi Sakamoto, Spacetime Continuum, Markus Guentner, Lucette Bourdin, Maeror Tri, Daniel Dorobantu, Clint Mansell, Trent Reznor, Hans Zimmer, Delia Derbyshire. Dinlediğim müzisyenlerin ürettiği tınılarıdan aldığım ilhamların üzerine kendi uzayımdan bir şeyler, katmanlar ekleyebilmek amacındayım çoğu zaman. Yakından takip ettiğim müzisyenlerden yine ilk aklıma gelenler; Alva Noto, Eprom, The Body, SunnO))), JK Flesh, Lorn, Clark, SHXCXCHCXSH ve Ic3peak.

"TÜRKİYE'DE VOKALSİZ MÜZİĞE VE FARKLI TÜRLERE İLGİ ÇOK AZ"

Bağımsız bir müzisyen olarak Türkiye’deki müzik sahnesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Yurtdışında rahatlıkla kendisine kitle bulabilecek bir müzik yapıyorsunuz. Yabancı festivallere katılma, farklı kentlerde konser verme planlarınız var mı?

Çok zayıf buluyorum. Hem ambient müzik açısından hem de müzisyenlerin sahne alabileceği mekanların, farklı türlere gösterdikleri ilgi açısından. Ülkemizde özellikle içinde vokal unsuru barındırmayan müziğe kitlelerin ve mekanların çok sahip çıktığı söylenemez. Bunun pek çok sebebi var. Genel yaşam şartları ve hayat stresi insanları derinliği olan hislerden uzaklaştırıyor gibi ve daha çok derinliksiz projeleri hedef almalarını sağlıyor. Bu olmasın demiyorum fakat keşke ambient, modern klasik, deneysel ya da noise gibi türler için de bu ilgi yüksek olsa. Yani kitlelerin kafa dağıtmak için seçtiği müzikler dışında kalan projeler, pek az mekan tarafından adeta karşılıksız biçimde sahneye çıkartılıyor. Bunun gibi ya da başka sebepler nedeniyle Türkiye’de çok küçük bir kitle müziğime ilgi gösterirken, alınan albümleri ve bana gelen mesajları gördüğümde dinleyicimin çok büyük kısmının başka ülkelerden olduğunu anlıyorum. Şimdiye kadar yabancı festivallerden gelen katılım teklifleri, hem zaman olarak hem de maddi olarak bana uymadı maalesef. Şimdilik böyle bir plan yok ama ne zaman ne olacağı da belli olmuyor ve bu çok heyecan verici. Gelen çağrılarla zaman olarak yaşamıma uyan bir çizgide kesişebilirsem, müziğimin belki de daha fazla ilgi göreceği bir festivalde çalmak istiyorum.

Canlı performanslarınızda sahnede piyano, synthesizer, loop ve synth pedal ile tek başınasınız. Ne hissediyorsunuz müziğinizi dinleyicilerle paylaşırken?

Gelen herkesi de içine aldığım oldukça heyecanlı bir kaos yolculuğunun içinde hissediyorum kendimi. Çünkü albümlerdeki değişmez seslerin, kayıtların aksine sahnede, Kaosmos projemin çıkış noktası olan müziklerimin temalarından, cümlelerinden yola çıktığım o an doğan doğaçlamalar da devreye giriyor. Sahnemde olan şeyler, bildiğim ama her seferinde aynı yolu tercih etmediğim ya da bildiğim ama her seferinde farklı baharatlar kullanarak yaptığım bir yemek gibi. Tek düzelik ve aynılık beni performanslarda heyecanlandırmayan ve rahatsız eden bir şey. Her seferinde, parçaların kendi ses hikayelerinin dışında ortaya çıkabilecek farklı bir ses ya da melodi, bu yolculuğun ve kaosun beni sürüklediği büyülü bir uzay macerası gibi oluyor.

Müziğinizin oldukça sinemasal bir yanı var. Canlı performanslarda görsel kullanımına nasıl yaklaşıyorsunuz?

Konserlerde video yada görsel kullanımının, hem müziğin hem de dinleyicinin üzerinde o anki atmosfer ve yükseklik için çok güçlü etkileri var. Müzik, en güçlü büyülerden biri fakat video, radyonun yıldızını söndürdüğünden beri insanları odaklamak ve etkilemek için, iyi yapıldığında çok güçlü somut bir sihir-masal haline geldi. Bu yüzden görsel ya da video kullanımı beni oldukça heyecanlandırıyor ve iyi yapıldığında müzikler, dinleyen ve icracı arasında bütünleşmişlik hissi yaratıyor.

https://www.facebook.com/kaosmosmusic
https://soundcloud.com/uzaycekirdegi
https://kaosmos1.bandcamp.com

Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate