25 Mayıs 2014 Pazar

BABYLON SOUNDGARDEN İZLENİMLERİ


By on 14:03:00

25.05.2014

Dün uzun bir aradan sonra yeniden canlı müzik dinlemek için kendimi epey zorladım. Bugüne kadarki yaşantım boyunca neredeyse tek sığınağım olan müzikten böylesine uzaklaştığım bir dönem olmamıştı. Bütün şalterler insin istememiştim hiç... Duygularıma tercüman olan bir melodi, bir ses vardı her zaman. Ama Soma katliamından sonra içimde çok büyük bir sarsıntı yaşadım. Geçen hafta radyo programımı hazırlarken de zorlanmıştım ama bir festival ortamına girmek daha uzak geldi. Akşamüstü kendimle bir uzlaşmaya varıp, Maslak Parkorman'ın yolunu tuttum.

Babylon Soundgarden etkinliğinin Soma İçin Müzik (Bu konsept hakkında ayrıntılı bilgi burada.) konsepti içinde yer alması, yani tüm bilet gelirlerinin maden katliamında ölen işçilere yardım amaçlı kullanılacak olması, güzel bir düşünce. Umarım diğer organizatörler de bu konsepti benimser. Ancak hiçbir şey ölen işçileri geri getirmeyecek. Toplum olarak işçi katliamlarına neden daha duyarlı olmadık? Neden daha önce harekete geçmedik? Bu soruların yanıtlarını hepimiz düşünmek zorundayız.

HİÇBİR ŞEY AYNI DEĞİL

Kafamda bu sorularla gittim Parkorman'a. Aklınız rahat değilse, nereye giderseniz gidin ruhunuz da huzur bulmuyor. Parkorman'daki hareketli ortama girince bir anda kendimi o kadar yabancılaşmış hissettim ki... Daha önce bir müzik etkinliğinde hiç hissetmediğim bir duyguydu bu. Hatta kapıdan girdiğim anda geri çıkmayı bile düşündüm. Sonra içeriye doğru daha fazla ilerlemeden bir kaldırım taşına oturdum; hayat bir şekilde devam etse de artık benim için hiçbir şey aynı değildi. İçimde kırılıp dökülen çok fazla şey var. Bunları buraya neden yazıyorum? Bu bloga yazdığım her yazıda dürüst olmayı ilke edinmiştim. Dün hissettiğim bu duyguları yok sayamazdım.

Kaldırım taşında epeyce oturduktan sonra, fotoğraf çekmek amacıyla etrafı dolaşmaya çıktım. Parkorman'ın girişindeki tahta binaya yöneldim. 40'lar-50'ler Amerikası'ndan bir müzik çarptı kulağıma. Loş ışıklı bir salonda aşk şarkısı eşliğinde dans ediyordu çifler. Birden zaman içinde seyahat edip 60-70 yıl öncesine gidebildiğimi hayal ettim nedense; şapkalı kadınların eşleriyle zarif bir şekilde dans ettiğini düşledim. Soundgarden'da dans eden gençler, o an için mutlu görünüyordu. Mutluluğun sırrı, içinde bulunulan ana odaklanmaktı aslında; ne zaman geçmişi ya da geleceği düşünsek hep endişeler, hüzünler yakalıyor ruhumuzu. Uzun süre izledim dans edenleri ve açıkçası o ortam birden çok iyi geldi bana. Babylon Soundgarden'da gördüğüm en güzel sahne oydu, adeta bir film sahnesiydi. (Aşağıda 15 saniyelik instagram videomu paylaşıyorum. Instagram'den aktarıldığı için çok kaliteli bir kayıt değil ama atmosferi yansıtıyor.)
something nice #dance #dancing #festival #babylonsoundgarden #istanbul #music
ÜÇ SAHNE, GERİ DÖNÜŞÜM KONSEPTİ VE IZGARA ET DUMANI

Oradan çıkıp o dansın şerefine bir bira içmek üzere ilerledim. Fakat bir anda burnuma dolan ızgara et kokusuyla yıkıldım. Havaya yükselen duman öyle yoğundu ki, neredeyse tüm festival alanı duman altında kalmış, bazı bölgelerde nefes alınamaz olmuştu; sanki dev bir mangal partisinin ortasına düşmüştüm. Bu başkaları için normal bir durum olabilir ama benim için dayanılır gibi değil. Orada ızgara et yapılması şart mı bilmiyorum; en azından dumanın o derece boğucu olmaması için bir önlem alınamaz mı? Sahneye kadar ulaşan et kokuları içinde müzik yapmak, müzisyenler için de rahatsız edici değil mi? Festivale akşama doğru gittiğim için yemek sorunum olmadı; önceden bir şeyler atıştırıp girdim alana. Ama yine de vejetaryen ve veganlar düşünülmüş mü diye baktım. Bazı vejetaryen seçenekler sunulmuştu. (Lütfen festival organizatörleri, bu konudaki ihtiyacı düşünerek yemek işini düzenlemeye devam etsin. Çünkü aksi halde saatlerce aç kalarak festivalden zevk almanın olanağı kalmıyor.)

Festivalle ilgili bir olumlu özellik de, bu yıl ilk kez "Babylon Go Green" konsepti ile festivalde geri dönüşümlü malzeme kullanılması ve çevreyi destekleyecek içeriklere alanda yer verilmesiydi. Binlerce insanın katıldığı bu tür etkinlikler, mutlaka çöplerin geri dönüşüm için ayrılmasını teşvik etmeli. Fakat bana sorarsanız, bu konsepti ile o ızgara dumanı uyuşmuyor. Temiz çevre, temiz havayı da içermeli. Dün çok fazla et dumanı solumak zorunda kaldık.

Bu yıl 4. kez düzenlenen Babylon Soundgarden, ilke kez İstanbul, Ankara, Bodrum ve Çeşme olmak üzere dört ilde gerçekleştiriliyor. Benim dün İstanbul'da izlediğim festival, bu serinin ilkiydi. Parkorman'da Ana Sahne ve Radyo Babylon Sahnesi'ne ek olarak Red Bull Music Academy Sahnesi de kurulmuştu. Ana sahnenin yan tarafından aşağıya doğru inince yemyeşil ağaçların arasında bir alan açılmış. Kurulumu ince uzun olduğundan arkada kalırsanız sahneyi görme olanağı azalıyordu ama ön kısma geçmek de pek zor değildi. Joystick Jay, John Talabot ve Mount Kimbie'yi dinledim o sahnede. Daha çok DJ performanslarına ayrıldığından sahneyi mutlaka en önden görmeyi gerektirecek bir durum yoktu, gelenlerin hemen hepsi dans ediyordu. John Talabot her zamanki gibi görselleri de kullanarak çok iyi bir set sundu. İngiliz elektronik müzik ikilisi Mount Kimbie'nin müziğinin kapalı salona daha uygun olduğunu düşünenlerdenim ama Soundgarden performansları da tatmin ediciydi.

Radyo Babylon Sahnesi'nde en çok canlı dinlemek istediğim isim Ah! Kosmos'u ne yazık ki kaçırdım. Ama burada yeri gelmişken belirteyim; arkasında Başak Günak'ın yer aldığı Ah! Kosmos'u yakın takibe alın derim. Son dönemde Türkiye'den çıkan en iyi müzisyenlerden birisi bence. Analog ve dijital enstrümanları kullanarak yarattığı deneysel melodiler ve derin dirimler, kulaklarımda çok seçkin bir sound olarak yankılanıyor. (http://ahkosmos.com )

PET SHOP BOYS VE 80'LERDEN ANILAR

Ana Sahne'de Sean Kuti & Fela's Egypt 80 konserinin son kısmını görebildim. Afrobeat müziğe hiç yakın olmadığımdan müzik bana hitap etmedi ama dinleyenlere keyif veren, çok renkli bir performanstı. Sky Ferreira, çocuk yaştan itibaren müziğin içinde, aynı zamanda oyunculuk ve modellik de yapıyor ama son birkaç yıldır ismi çok konuşulur oldu. Açıkçası müziği benim ilgimi hiç cezbetmedi, neden bu kadar öne çıkarıldığını da pek anlayamadım. Pitchfork'un ve bazı indie blogların köpürttüğü bir isim bana göre. Canlı olarak Soundgarden'da ilk kez dinledim ve onu sevenleriyle baş başa bırakmayı tercih ederek festival alanında fotoğraf turuna devam ettim.

Festivalin en büyük ismi Pet Shop Boys'un performansında beklendiği gibi işin şov kısmı ağır bastı. Özel video görüntüleri ve dansçılar arasında üzerinde çeşitli kostümlerle sahnedeydi ikili. Dile kolay 33 yıldır birlikte müzik yapıyor Neil Tennant ve Chris Lowe. Onları elektronik pop efsanesi diye nitelemek için çok fazla nedenimiz var. "80'lerde müzik" konulu bir araştırma olsa, "What Have I Done to Deserve This?", "It's a Sin", "West End Girls", "Suburbia" gibi şarkıları anmadan geçmek olmaz. Ben en çok 80'lerdeki Pet Shop Boys'u sevdim, 90'larda müzikte beni cezbeden sesler daha farklılaşmıştı ama bence durduğu yerde hep sağlam durdu PSB. Canlı performanslarının görsel ağırlıklı olması, dikkati müzikten görsele kaydırdığı için beni mutlu eden bir durum değil ama günümüzde artık video ekranlı pop konserleri hep bu şekilde tasarlanıyor. Onlar da geçerli olan yöntemi uyguluyor sadece. Perde iniyor ve gösteri başlıyor...

Dün konserde, 80'lerde evde müziğin sesini iyice yükseltip kendi kendime kasetten "It's a Sin"i dinlediğim günler geldi aklıma. İlginçtir; geçmişi düşünmek o anda beni mutlu etti... Oysa biraz önce, geçmişi ya da geleceği değil, anı yaşamanın mutluluk getirdiğini söylememiş miydim ben? Doğru olan şu belki de: Geçmişte olduğu gibi gelecekte de hem mutlu hem de hüzünlü anlar olacak. O nedenle mutluluk açısından geçmiş ve geleceği genellemek yanıltıcı. Mutlu anlar var, o anın ne zaman sizi yakalayacağı belli olmaz. Geçmişten bir yansıma, içinde bulunulan an ya da geleceğe yönelik bir projeksiyon olabilir bu. Müzik, zamanı aşıp bu yansıma ve yönlendirmeleri sağlama gücüne sahip olduğu için özel ve bu nedenle ne olursa olsun var olmalı hayatımızda. Bu duygu ve düşünceler içinde PSB'un yeni ve eski şarkılarını dinledim.

Evin yolunu tutarken Nuri Bilge Ceylan'ın Cannes'da Altın Palmiye Ödülü'nü aldığını ve ödülünü geçen yıl Türkiye'de ölen gençlere adadığını öğrendim. "Bize çok şey öğrettiler, bazıları hayatlarını bizim için feda etti" demiş Ceylan. Gerçekten o gençler, madenciler Türkiye'ye unutulmayacak bir ders verdi. Diyorum ya artık hayat eskisi gibi değil. Aynı gün dünyanın bir başka ülkesinde Köln'de konuşan malum şahıs ne derse desin, sanat daima yolumuzu aydınlatacak, bu günler de geçecek. İşte benim için böyle bir festivaldi dünkü Babyon Soundgarden.

(Fotoğraflar ve video bana aittir.)
-

Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate