22 Kasım 2013 Cuma

JOHN GRANT @BABYLON: FARKLI AMA YİNE SARSICI


By on 13:39:00

John Grant'i iki yıl önce Salon'da dinlediğimizde şöyle yazmıştım: "Bana göre bugün müzik dünyasının ozan şarkıcı geleneğini sürdüren en güçlü isimlerden. Müzik yapmak için gereken yeteneği ve çok etkili bir sesi var. Gücünü bu ikisinden alıyor. Şarkılarını kendisi yazıyor, kendisi söylüyor. Müzik yapmak için bir gruba ihtiyacı yok."

Üç yıl önce takdirle karşılanan ilk solo albümü "Queen of Denmark" için çıktığı turneydi o ve albümdeki yalın indie rock/folk soundunu, konserde sadece piyano ve klavye eşliğinde icra ediyordu. Bu yıl yayımlanan ikinci solo çalışması "Pale Green Ghosts"ta ise, belirgin bir sound değişikliğine gitti Grant. Elektronik sesler ve rock soundunun daha öne çıktığı bir albümdü bu. "Pale Green Ghosts"ta da "Queen of Denmark"ta olduğu gibi girdiği yolda sağlam yürüdü; farklı bir kulvara geçse de müzikalitesi ve anlattıklarıyla yine çok güzel bir albüm kaydetti. Bu defa onu Babylon'da canlı dinlemek, bu nedenle ayrıca önemliydi. Kayıt sırasındaki başarısını sahneye nasıl taşıyacağını merak ediyordum. (Salon konseri hakkındaki izlenimlerim: http://zulalmuzik.blogspot.com/2011/11/john-grantten-mukemmel-performans.html)

Salon konserindeki oturmalı düzendeki sakin konserin yerini, dün akşam Babylon'da ayakta dinlenen ve zaman zaman diskoya dönen hareketli bir konser aldı. İki yıl önce sahnede çoğunlukla yalnızdı, bazı şarkılarda klavyede bir müzisyen Grant'e eşlik etmişti ama bu kez toplam altı kişilerdi; gitar, bas, davul, synth ve klavye katkısıyla çok daha zengin bir altyapı vardı. Bir röportajında dediği gibi, ilk solo albümü 70'ler dönemine yakındı, oysa yenisi 80'lere doğru doğal bir evrilmeyi işaret ediyordu. "Pale Green Ghosts"ın kaydını İzlandalı elektro-pop grubu Gus Gus'tan Biggi Veira ile yapmasının da etkisi büyük bu değişimde. Çoğunlukla ilk albümü sevenler, kendisini yenisine yakın hissetmiyor ama ben John Grant'in her iki soundun da üstesinden geldiği kanısındayım. Babylon konseri bunun kanıtıydı.



John Grant, dün 21.50'de Türkçe "merhaba" diyerek sahnedeki yerini aldı ve hemen Mehmet Uluğ'un vefatı nedeniyle başsağlığı dileğinde bulundu. Salon konserinde çok daha esprili ve neşeli görünüyordu ancak dün akşam bir durgunluk vardı Grant'in üzerinde. Yanlış yorumlarda bulunmak istemem ama yeni albümünde büyük bir içtenlikle dile getirdiği konulardan yola çıkarsak, son birkaç yılın onun için daha zor geçtiği çok açık. The Czars grubunun dağılışı ve erkek arkadaşından ayrılmak onu sarsmış, alkol ve madde bağımlısı olarak geçirdiği dönemi solo albümüyle atlatmıştı. Ancak 2012'de, HIV taşıdığını Londra'da bir konserinde açıkladı. HIV ile yaşamanın zorluğunu, yeni albümünde yer alan "Ernest Borgnine" adlı şarkısında anlattı. "Queen of Denmark", Grant'in çocukluk dönemini yansıtırken, "Pale Green Ghosts" ilk gençlik döneminin zorluklarına odaklanıyor. Dolayısıyla, şarkıların yansıttığı hüzün çok daha derin.

Konserin açılışını yaptığı "You Don't Have To" adlı şarkısında, biten bir ilişkinin ardından eski sevgilisine, "Seni düşündüğümde kendimi aptal gibi hissediyorum. Çünkü sen seni düşünecek kimseyi hak etmiyorsun" derken, sesi hayal kırıklığı ile öfkenin yarattığı mükemmel bir tonda çıkıyordu. Ardından sevgilisinin bitmeyen sessizliğini, bir bomba olarak tanımlayıp Vietnam'da kullanılan portakal gazı adlı kimyasal maddeye benzetiyor. Böylesine çarpıcı şarkı sözlerini o müthiş bariton sesiyle öyle vurgulu söylüyor ki, olduğunuz yere çakıyor sizi.



Ancak sıra albüme adını veren şarkı "Pale Gren Ghosts" ve "Sensitive New Age Guy"a geldiğinde, synthler devreye giriyor ve Babylon adeta bir diskoya dönüyor. Disko topundan mekana yansıtılan renkli ışıklar her yeri kaplarken, sound electro-pop'a evriliyor, John Grant acılarını anlatırken aynı anda dinleyiciyi dans ettirebileceğini gösteriyor. O, sadece iyi bir ozan şarkıcı, folk şarkıcısı değil; elektronik ve orkestral altyapıya da aynı derecede iyi eşlik edebilecek kadar yetenekli ve hayal gücü geniş bir müzisyen. Bir süredir yaşadığı İzlanda'daki buzullardan esen rüzgarın karşısında savrulurken hissettiklerini bir metafora dönüştürüp, insan olmanın getirdiği acıları "Glacier" adlı şarkısında anlatabilecek kadar duyarlı bir insan.

Bis için sahneye geri geldiklerinde "Sensitive New Age Guy", "Chicken Bone", "Honeybear"ı dinledik. Klavye çalan müzisyen hariç diğer ekip arkadaşları sahne arkasına geçerken, o yine en yalın haliyle "Caramel"i söyledi. Bence "Bu turnede grupla çalsam da ben yine buyum," diyordu aslında. Kendisini sevdiği erkeğin kollarına bıraktığında ruhunun adeta havalandığını anlatıyordu. Müzik böylesine dürüstken, mekanda bazıları dinlermiş gibi yapıp konuşmayı sürdürüyor ama bize sadece sessizlik düşüyor. Teşekkürler John Grant.

Şarkı listesi: You Don't Have to - Vietnam - Marz - It Doesn't Matter to Tim - Pale Green Ghosts - Black Belt - Sigourney Weaver - Where Dreams Go to Die - GMF - Glacier - Queen of Denmark // Sensitive New Age Guy - Chicken Bones - Honeybear - Caramel 

(Fotoğraf ve videolar bana aittir.)

-

Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate