9 Aralık 2012 Pazar

“KONUŞMADAN SÜREN BİR SÖYLEŞİ”


By on 06:50:00


© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet / 9 Aralık 2012 

İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın 40. yıl etkinlikleri cuma akşamı verilen bir konserle son buldu. Haliç Kongre Merkezi’ndeki konserde, çağımızın en saygın şeflerinden Zubin Mehta yönetimindeki Floransa Maggio Musicale Orkestrası, ünlü piyano ikilisi Güher ve Süher Pekinel’e eşlik etti. Konserden önce 76 yaşındaki Hint asıllı Şef Mehta ile sahne arkasındaki odasında konuşma olanağımız oldu.

Konsere az vakit kaldığı için sadece 15 dakikamız vardı. Teknik bir sıkıntıya aklı takıldığı için röportajın başında biraz canı sıkkın gibiydi Mehta'nın. Herkesin çevresinde "Maestro!" diye koşuştuğu ünlü orkestra şefiyle konuşurken başlangıçtaki o sıkıntılı halinden eser kalmadı. İlginçtir; kendi ailesi hakkında konuşmaktan pek hoşlanmıyor ama konu ne zaman politikaya ve kurduğu vakfa gelse büyük bir heyecanla dile getiriyor sözlerini. Bana göre söyleşimiz boyunca söylediği en ilginç söz, "1600'lerin, 1700'lerin rock'ını çalıyoruz!" oldu. Klasik müziği hiç o şekilde düşünmemiştim. Benim için farklı bir bakış açısı oldu.

Bombay’da (Mumbai) kısa bir tıp eğitiminden sonra, başka bir kariyer yapmayı seçtiniz ve 18 yaşında Viyana’ya gidip profesyonel müzik çalışmalarınıza başladınız. Müziğin peşinden giderken hissettiğiniz neydi?  

Hindistan’da çocukların hangi eğitimi alacağına aileler karar verir. Benim ailem de müzikle çok iç içe olmasına karşın doktor olmamı istiyordu. Evde bütün gün müzik çalardı, babam kendisi müzisyendi, annem piyano çalıyordu ama iş bana gelince tıp eğitimi almamı istemeleri gerçekten tuhaftı. Babamın yolundan gitmem gerekirdi, kendisi beni öyle yetiştirmiş, içime müzik sevgisini zerketmişti. Tıp eğitimi almam hiç doğal bir durum olmazdı. 

Önce piyano çalışıp, sonra kontrbas çalmışsınız. Orkestra şefliğine geçişiniz nasıl oldu?
Tıp eğitimi değil müzik eğitimi almaya karar verdiğim anda aklımda orkestra şefi olmak vardı. 

Hindistan’da 5-6 yaşlarındayken sebze tarlalarında durup hayali orkestraları yönettiğinizi okumuştum bir yerde. Doğru mu bu?

Yapmışımdır ama tam hatırlamıyorum o dönemleri. Orkestra babamın asıl işiydi. Kemancıydı ama Bombay Senfoni Orkestrası’nı o kurdu ve şefliğini yaptı. Benim de başka seçeneğim yoktu.

"1600'LERİN, 1700'LERİN ROCK'INI ÇALIYORUZ!" 


Size göre bir orkestra şefinde olması gereken nitelikler nedir?

Önce bilgi gerekir. Esin verici olmalı. İletişim kurma gücüne sahip olmalı. Biz orkestra ile bir eser çaldığımızda iletişim kuruyoruz. Tabii bunu ellerle yapıyoruz ama bu görünüşte öyle; esas olarak gözlerle konuşuyoruz. Provalarda orkestra üyelerinin bana ne verebileceği, benim onlara ne verebileceğim ortaya çıkıyor. Mesela bu akşam birlikte çalacağımız Floransa Maggio Musicale Orkestrası’nda şu anda her solist dünya çapında kaliteye sahip. Daha önceleri öyle değildi ama 25 yıl sonra kurduğumuz iletişim sayesinde her solist, diğerinden daha iyi duruma geldi. Hepsi çok iyi müzisyen ve bana ne istediklerini de gösteriyorlar. Eğer tamamen benim aklımdaki konseptten farklı bir şey yaparlarsa, onlara saygı içinde bunu istemediğimi anlatırım ve onlar da beni ikna etmeye çalışır. Benim bütün kapılarım açık. Aramızdaki iletişim, konuşmadan sürekli devam eden bir söyleşidir. İnanın bana bu daima gizemini koruyan bir deneyim. Ama sorunuza yanıt olarak, bütün bunların öncesinde şart olan bilgidir. Farklı tarzlar hakkında bilgimiz olmazsa olmaz. Biz 1600’lerden de çalıyoruz. Avrupa’da her 50 yılda bir tarzlar değişti. Bütün bu farklılıklara hakim olmamız lazım. Çünkü biz dün yazılıp bugün çalınan bir müziği yorumlamıyoruz. Bazı rockçılar bunu yapıyor, dün yazdıklarını bugün çalıyorlar ama onların ne kadar kısa sürede ortadan yok olacağı bilinmez. Biz 1600’lerin 1700’lerin rock’ını çalıyoruz! O dönemlerin tarzına hakim olmak zorundayız.

Sahneye çıkmadan hemen önce kendinizi konsere hazırlarken aklınızdan neler geçiyor?

Bu iyi bir soru. Hazırlık sadece o anda olmuyor, bir süreç bu. İsteğiniz dışında bütün bu deneyim aklınızda yer ediyor. Bazen bir şeyi hatırlamaya çalışıyorum ama yanıtı aklıma gelmeyince açıp kitaba bakıyorum. Konserlerden önce aklımın içinde sürekli dönüp duran şeyler var. Sahneye çıkmadan önce de aynısı oluyor. 

Bir orkestra şefinin performans sırasında yapmaktan kaçınması gereken şey ne?

Bestecinin eseri yaratırken yansıttığı histen, düşünceden uzaklaşmamak. Biz bestecinin kağıda döktüklerini yorumluyoruz. Bazen onun düşüncesinden uzaklaşılarak farklı bir yöne doğru gidilebiliyor. Her zaman olmaz bu ama özellikle gençler yapar. Teknik yönlerini göstermek isterler ve ondan sonra “Beethoven nerede?” diye sorarsınız. Gençlere de olabilir bana da. İnsanın bunu aklında tutması lazım. 

Konserlerin sonunda yüzünüzü dinleyicilere döndüğünüzde ayakta alkışlayan insanları gördüğünüzde ne hissediyorsunuz?

Birisinin size teşekkür etmesi harika. Yaptığınız işin takdir görmesi çok sevindirici. Ama işin gerçeği şu ki, kendimi en sert şekilde yargılayan da benim. Herkes ayakta alkışlasa da performans iyi değilse iyi hissedemem. Bu bazen oluyor. 

1995’te  Bombay’da babanızın adını taşıyan Mehli Mehta Vakfı’nı kurdunuz. Hayatınızda şu anda büyük yeri olan bu kurumla ne yapmayı amaçladınız?

Hindistan’ın her yeri müzikle dolu; Çin ve Japonya’dan da fazla. Onların da müzikleri var elbette ama müzik Hindistan’da her yerden, dört bir yanından fışkırıyor. Fakat Batı müziği Çin ve Japonya’nın kendi müziği gibi oldu. Beethoven’ın 9. Senfonisi’ni o ülkelerde çaldığınızda bilet bulamazsınız. Çünkü kendi müzikleri fazla gelişemedi. Edebiyat ve resim alanında geliştikleri kadar müzikte gelişemediler. Japon klasik müziği deseniz, sokaktaki Japon bilmez. Bu anlamda tamamen batılılaştırıldılar. Bugün herhangi bir Çin kentine gittiğinizde sokakta hep kot pantolonlu ve tişörtlü insanlar görürsünüz. Herhangi bir Hint kentine giderseniz, ara ara o tarz giyinenler de görürsünüz ama yüzde 80’i geleneksel kıyafetler içindedir. Çin’de Guangzhou’ya gittiğinizde kendinizi Pittsburg’da sanabilirsiniz. Hindistan’da müzik atmosferi de büyük çapta sadece Hint müziğiyle bezeli. Büyük kentlerde bazı aileler, çocuklarının Batı müziği eğitimi almasını da arzuluyor. Okulda Hint çocuklarına Batı klasik müziği konusunda da eğitim verilmesi için kurduk vakfı ve şu anda bu tür eğitimi almak için sırada bekleyenler var. Ne yazık ki çok iyi öğretmenlerimiz yok. Avrupa’dan ya da Amerika’dan öğretmenlerin oraya giderek 6 ay ya da 1 yıl kalması, böylece hem öğretmenleri hem de çocukları eğitmesi gerek. Bu tür insanları bulmak zor. Çünkü Avrupa’da kariyerlerine ara verip bunu yapmak istemiyorlar. 

Vakıftan bahsederken heyecanınızı hissedebiliyorum.
Evet, öyle. Benim babam hayatı boyunca çocukları, gençleri eğitti. Ben Hindistan’da yaşamıyorum ama onun başlattığını bir şekilde devam ettirebilirsem bu büyük mutluluk olur. 

İSRAİL'DEKİ BU HÜKÜMETLE BARIŞ ZOR


Orkestra şefi Daniel Barenboim yakın arkadaşınız ve kendisiyle müzik aracılığıyla İsrail ve Filistin arasında barış sağlamak için çalışmalar yaptınız. Sizce müziğin insanların farklı bakış açılarındaki mantığı görmeleri konusunda nasıl bir yardımı olabilir?

İsrail’deki bu hükümetle hiçbir şekilde yardımcı olamaz bence. Hükümetteki insanların hepsi çok akıllı insanlar ama yaptıklarının torunlarının geleceğini mahvettiğini görmüyorlar mı? “Bunları güvenliğimiz için yapıyoruz” diyorlar, buna inanmıyorum. Her iki tarafı da tanıyorum. Her iki tarafta da büyük oranda insan bir arada yaşamak istiyor. Çok basit bir soru var aslında: “Komşunla bir arada yaşamak istiyor musun, istemiyor musun?” İsrail’deki arkadaşlarımın hepsi yan yana yaşamak istiyor. Oğullarının Filistinli bir kızla evlenip evlenmeyeceğini bilmiyorum tabii. Bu herhalde başka bir kuşakta gerçekleşir. 

Sanırım problemin en büyüği politikacılar.

Evet, ama dürüst olmam lazım; diğer tarafta da beraber yaşamak istemeyenler var. Neden İsrail’i daha çok suçluyorum? Çünkü onlar daha güçlü ve zengin; daha bağışlayıcı ve daha az kaygılı olabilirler. Kalk köyünden gel evime, beraber yiyip içelim denmeli. Eskiden böyleydi inanın bana. 

İsrail’in kültürüne katkılarınızdan dolayı ekim ayında İsrail Devlet Başkanı Şimon Perez tarafından size Başkanlık madalyası verildi. O devlete karşı uygulanan kültürel boykot hakkında ne düşünüyorsunuz?

İsrail’i seviyorum. 50 yıldır orada çalışıyorum. O ülkenin kültürüne katkıda bulunmaya da devam edeceğim. Kim boykot ediyor?

"BÜTÜN MÜZİSYENLER FAZIL SAY'A DESTEK OLMALI"


Bazı müzisyenler orada çalmayacaklarını söyleyip, Filistin politikasından dolayı protesto ediyor. 

Orada demokrasi var; istemeyen gelmez. İsrail’e gelen çok büyük sanatçılar da var. Mesela Fazıl Say çok popüler. 

Fazıl Say’a karşı açılan davalardan haberiniz var mı?

Evet, ayrıntıları tam olarak bilmiyorum ama o benim dostum ve onunla çalışmayı seviyorum.  Fikrini neden söyleyemiyor? 

Sosyal medyada Ömer Hayyam’ın bazı şiirlerini yazan kişilerin mesajlarını kendi takipçileriyle paylaştığı için açtılar davayı. “Dini değerleri aşağılama” suçundan 18 ay hapis cezası istemiyle yargılanıyor. 

Tam olarak ne yazılıp paylaşıldığını bilmiyorum. O nedenle o konuda yorum yapmak istemem. Fakat demokrasi içinde yaşıyor muyuz, yaşamıyor muyuz? Buna karar vermek gerekiyor. Eleştirmiyorum ama şöyle bir soru sorayım. Eğer ben aynı şeyleri İsrail’de söylemiş olsam ne olur? Onlar da sadece beni eleştirir. İsrail’i beğenmeyebilirsiniz ama orada demokrasi var. İsrail’de her sabah gazeteleri aldığınızda, az önce size söylediğim lafları yazan bir sürü gazete bulursunuz. Orası açık bir toplum. Bütün müzisyenler Fazıl’a destek olmalı.

http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=384300&kn=12&ka=4&kb=12
-


Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate