26 Aralık 2009 Cumartesi

2009 onlarsız olmazdı


By on 21:55:00

© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet Hafta Sonu/26 Aralık 2009

Bu yıl bitmeden özellikle iki gruptan söz etmek istiyorum. Birisi Patrick Watson, diğeri The Pains of Being Pure at Heart. İkisi de birkaç hafta önce 2009’un en iyilerini sıraladığım listede yer alıyordu; ama yaptıkları müziği bugüne kadar ayrıntılı bir şekilde tanıtma fırsatı bulamadım.

Bugünkü yazımı, bu çok başarılı iki gruba ayırdığım için mutluyum. 2009’u onları yazmadan kapatsaydım, görevimi tam yapmadığım düşüncesiyle suçluluk duyardım...

PATRICK WATSON-WOODEN ARMS

Yılın en parlak gruplarından Patrick Watson, vokalde gruba adını veren Patrick Watson, perküsyonda Robbie Kuster, basta Mishka Stein ve gitarda Simon Angell’den oluşuyor.

Kanadalı grup bu yıl 3. albümü “Wooden Arms” ile tüm dünyada büyük başarı kazandı. Ancak benim hayatıma 2006’da “Drifters” adlı olağanüstü güzel bir şarkıyla girmişlerdi.

O günden bu yana sürekli ilgiyle izledim onları. Çünkü bu sıra dışı dörtlü, benim müzikteki bir hayalimi gerçekleştiriyor: Farklı ses arayışıyla deneysel çalışmalar yapıp, türler arasında mükemmel bir kombinasyon yaratıyorlar.

Aynen laboratuvarda araştırma yapan çılgın bir kimya profesörü gibi, onlar da stüdyoda değişik sesler bulma çabasına girişiyor ve o sesleri, çevrelerindeki çeşitli objeleri kullanarak kendileri yaratıp canlı kaydediyorlar.

Örneğin, “Beijing” adlı şarkıdaki bisiklet sesini elde etmek için stüdyoya bisiklet getirmişler. Bu yıl beni en çok heyecanlandıran şarkıyı seçmem gerekse, bu şarkının adını veririm.

Grubun sitesine girip (www.patrickwatson.net) konser videolarını seyrederseniz, grup elemanlarının bu şarkıdaki olağanüstü performanslarını görebilirsiniz. Robbie Kuster’ın ters çevrilmiş farklı boyuttaki tencerelerden elde ettiği sesler de harika, Patrick Watson’ın müthiş falsettosu da...

Sadece vokale eşlik eden gitarla kaydedilen “Man Like You” ise, müzikal açıdan bir diğer ilginç parça. Nick Drake’i andıran yumuşacık bir vokalle şekillenen, country pop tarzında bir şarkı bu. O kırılganlığa uyacak titrek tınılar yaratmak için, şarkının girişinde akustik gitarı kaşıkla çalmışlar. Radiohead’i andıran enstrümantal “Down at the Beach” ise, bağımlılık yaratacak kadar güzel.

Uzun zamandır klasik müzikle cazı, ambient müzikle kabare-pop’u, alternatif rock’la deneysel müziği böylesine güzel bir şekilde buluşturan bir albüm dinlememiştim. Müziğin yansıttığı sinemasal etkiden mi, duyduğum seslerin çarpıcılığından mı bilmiyorum, çok etkilendim bu albümden.

Türkiye’deki konser organizatörlerine sesleniyorum: Acaba Patrick Watson’ı Türkiye’ye getirmek olanaklı mı?

THE PAINS OF BEING PURE AT HEART-THE PAINS OF BEING PURE AT HEART

Son yıllarda New York’un Brooklyn bölgesi, adeta bir müzik laboratuvarı işlevi görüyor. Yeni gruplar orada kuruluyor, müzik trendleri orada şekilleniyor... Bu öyle bir noktaya geldi ki, artık tipik bir Brooklyn soundu bile var. The Pains of Being Pure at Heart da, Brooklyn’in müzik dünyasına kazandırdığı yeni gruplardan.

İtiraf edeyim, benim bu grupla tanışmam, garip isimleri nedeniyle oldu. Geçen yıl bir müzik blogunda rastladım onlara. Türkçe’de “Kalben saf olmanın acıları” adlı bir grup düşünün; müziklerini dinlemeden geçebilir misiniz? Ben de geçemedim ve internette yeni grup keşfine çıkmış bir müziksever olarak hemen araştırdım.

Grubun vokalisti Kip Berman’ın bir arkadaşının yazdığı, henüz yayımlanmamış bir çocuk öyküsünün adıymış gruba esin kaynağı olan. Dahice değil ama ilgi çekici olduğu kesin.

Önceleri kendi halinde bir arkadaş grubu olarak başlayan bu dörtlünün yıldızı 2009’da çok parladı. Bu yıl çıkan ve grupla aynı adı taşıyan ilk albümlerinde 80’lerin İngiliz popundan esintiler var; new wave, shoegaze pop ve dance-punk karışımı bir tür indie pop yapıyorlar.

Şarkılarını dinledikçe ders çalışmaktan başka derdinizin olmadığı lise yıllarına dönesiniz geliyor. Geçmişe özlem var ama geleceğin heyecanı da yok olmamış. Beni en çok çeken şey de bu oldu.

Kip Berman, “Hayatımızı sadece bisiklete binip pasta yiyerek geçiremeyiz. Kötü şeyler de oluyor dünyada. Ama biz öfkeden kudurup, bileğimizi kesecek tipler de değiliz. İkisinin arasında bir yer bulmak mümkün,” diyor.

Sonuçta albümden yansıyan hava, insana daha çok hayatın olumlu yönlerini düşündürüyor. Şarkıları, romantik, melankolik ama aynı zamanda taze umutlar da içeren hoş melodiler vaat ediyor. Onlara kulak verin.
www.myspace.com/thepainsofbeingpureatheart

-

Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate