9 Mart 2008 Pazar

Marianne Faithfull’la Bir Gün


By on 23:14:00

© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet Hafta Sonu/ 8 Mart 2008



Hepiniz çok hayal kırıklığına uğramış gibisiniz. Beklentilerinizi karşılayamadıysam üzgünüm. Sanırım fazla makyaj yapmadım da ondan… Aslında pek yapmam, ama akşam sahne için birazcık daha fazla yapacağım.

Yüzünde hafif bir gülümsemeyle bu sözleri söyleyen 60’ların rock ikonlarından Marianne Faithfull’du. Kanseri, Hepatit C’yi, anoreksiya hastalığını, uyuşturucu ve alkol bağımlılığını yenip yoluna devam eden, daha ilk bakışta bir zamanlar çok güzel olduğunu tahmin edebileceğiniz 62 yaşında bir kadın, Mick Jagger’ın eski sevgilisi… Onu dinleyenlerse, The Marmara Pera Oteli’ndeki basın toplantısını izleyen bir grup gazeteci…

Babylon’da verdiği üç konser için bu hafta İstanbul’daydı Faithfull. Kimse soru sormayıp sanatçıya şaşkın şaşkın bakmayı sürdürünce, o da havayı yumuşatmak istemişti herhalde. Aslında herşeyi çekinmeden sorabileceğiniz kadar sıcak, samimi birisi. Fakat dersine çalışmamış basın mensupları, “İstanbul hakkında ne düşünüyorsunuz?” türünden sorularla çıka gelirse o ne yapsın…

Aslında Faithfull özel röportaj verseydi sorulacak çok soru vardı, ama yine de bir bölümünü basın toplantısında yönettim kendisine. Çok renkli bir yaşam sürmüş, ilginç bir karakter Faithfull. Annesi, mazoşizmin klasiklerinden sayılan “Venus in Furs” adlı romanın yazarı Leopold Baron von Sacher-Masoch’un soyundan Viyanalı bir barones; babası bir İngiliz casusu, dedesi Frijitlik Makinesi denilen seks aletinin yaratıcısı bir seksolog.

Marianne Faithfull, çok genç yaşta kamuoyunda Mick Jagger’ın sevgilisi olarak ünlendi, ama 60’lı ve 70’li yıllarda alkol ve uyuşturucu sarmalında akıp giden hızlı yaşantısı sırasında, Rolling Stones grubunun diğer üyeleriyle de birlikte oldu. Şiir ve edebiyat meraklısıydı; daha 13 yaşında okulda Shakespeare oyunlarında rol almaya başlamıştı.

Bir partide Rolling Stones’un menejeri Andrew Oldham tarafından keşfedilince, ilk çıkışını Mick Jagger/Keith Richards ikilisinin kendisi için yazdığı “As Tears Go By” ile yaptı.

Bob Dylan şarkısı “Blowin’ In The Wind”i ikinci single olarak yayımladığında, artık ünü İngiltere sınırlarını aşmıştı. Rolling Stones’un “Wild Horses” ve “Sister Morphine” adlı şarkılarına da ilham kaynağı oldu.

Zaman zaman ara vermek zorunda kalsa da, müzik çalışmalarını hiç bırakmadı. Hala şarkılar yazıyor, konserler veriyor, emekli olmayı düşünmüyor; üstelik eylül ayında “Easy Come, Easy Go” adlı yeni bir albüm yayımlayacak.

“DİNLEYİCİLERE BİR ŞEYLER VEREBİLECEĞİNE İNANMAK”

Skandallarla dolu, radikal bir geçmişi olan Faithfull’la ilgili hep merak ettiğim bir soru vardı: “Acaba kendisini özgür bir kadın olarak hissediyor muydu?” Sordum ve şu yanıtı aldım.

Bir nevi evet. Çalışıp kendime bakıyorum. Ama gençken daha özgür hissediyordum. O zamanlar gerçekten çok göz önündeydim. Bazı şeylerin doğru gittiğini düşünmüyorum. Neden bilmiyorum… Erkekler hala kadınlardan daha çok kazanıyor. Yanlış bir şeyler var. Fakat bu bir savaşa da yol açmamalı.” Onun gibi ne istediyse yapmış, aklına estiği gibi bir yaşam sürmüş, rock ikonu Batılı bir kadının verdiği bu yanıt oldukça önemliydi.

Merak ettiğim bir diğer konu ise, onca sıkıntıdan sıyrılıp yoluna devam etmesini sağlayanın ne olduğuydu. “Tanrı bilir,” diyerek güldü önce, sonra başka seçeneği olmadığını ve yaptığı şeyi sürdürmek zorunda olduğunu anlattı. “Biliyorum ki, sahnedeyken beni dinleyenlere verebileceğim bir şeyler var ve bu kendimi iyi hissetmemi sağlıyor. Ayrıca, verirken de bir şeyler alabilirim.

Dinleyicilere bir şeyler verebileceğine inanmak…” İşte Marianne Faithfull’u ayakta tutup ilerlemesine neden olan his!

Bu duyguyu ilk ne zaman hissedip müzisyen olmaya karar verdiğini de sordum. Tam olarak ne zaman hatırlamıyor ama 17 yaşındayken olmadığından emin. O zamanlar, sadece okuldan ve annesinden uzaklaşmaya çalıştığını, ama on yıl sonra perişan bir halde yine annesine dönüğünü anlatırken garip bir tebessümle konuşuyor. Sahneye çıkmaktan ve oyunculuktan hep hoşlanmış, ama yanıtına bakılırsa, sanırım hayatın akışına kapılmış.

“BU BENİM ŞOVUM!”

Basın toplantısının yapıldığı günün akşamı Babylon’da buluşuyoruz. Artık eski görkemli günleri geride kalsa da, sahne performanslarına çıkmadan önce hala heyecanlı görünüyor Marianne Faithfull. Basın toplantısında söylediği gibi, biraz daha fazla makyaj yapmış, ama yine sade giysilerle çıkıyor sahneye. Bu makyaj konusu aklına takılmış olmalı ki, bir şarkı arasında cebinden çıkardığı rujunu sürmeyi ihmal etmiyor.

Oysa ruj hiç önemli değildi; konsere Tom Rush’ın muhteşem şarkısı “No Regrets” ile başlamış ve beni o çatallı, erkeksi sesiyle dış etkilere karşı tamamen duyarsız hale getirmişti.

Yaklaşık iki saat süren konserde, P.J. Harvey’den “No Child Of Mine”, Johnny Cash’den “The Legend of John Henry’s Hammer”, Tom Waits’den “Strange Weather”, 1968 tarihli Rolling Stones şovu “Rock and Roll Circus”da söylediği “Something Better”, Nick Cave ile birlikte yazdıkları “Crazy Love”, 1979 albümüne adını veren “Broken English”, aynı albümün hit şarkısı “Why’d Ya Do It” ve “As Tears Go By”ı söyleyip ayrıldı sahneden.

Alkışlar üzerine bis için geri geldiğinde, dinleyiciler arasından “Working Class Hero”yu söylemesi için bağırıp istekte bulunanlar oldu. Hemen her konserde yapılan bu anlamsız davranışa karşı çok güzel bir yanıt verdi Faithfull: “Burada olduğunuz için çok memnunum ama bu benim şovum. Ne söyleyeceğime ben karar veririm.

Ve çok yerinde bir kararla Harry Nilsson’un “Don’t Forget Me” adlı şarkısıyla yaptı kapanışı.

Şarkının, “Unutma beni/ Yaşlanıp kanser olduğumuzda önemi yok artık/ Hadi mutlu ol/Çünkü hiçbir şey sonsuza kadar sürmez/Ama ben seni hep seveceğim” dizeleriyle ayrılırken, salondaki herkes gibi o da mutlu gözüküyordu.

-

Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate