15 Mart 2012 Perşembe

Michael Kiwanuka @ SXSW 2012


Fiona Apple @ SXSW 2012


11 Mart 2012 Pazar

Vitrindeki Albümler 108: Demdike Stare - Elemental (Modern Love)


© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet / 11 Mart 2012

Albümler hakkında eleştiri yazmak en sevdiğim işlerden birisi. Şarkıları dinliyor ve size hissettirdiklerini, geçmişten gelen bilgi birikiminizle yorumlayıp okuyucuya en güzel şekilde aktarmaya çalışıyorsunuz. Bunu yapmak popüler grupların/müzisyenlerin albümlerini yorumlarken daha kolay. Çünkü o zaman zaten çoğunluğun bildiği müziklerden söz ediyorsunuz. Ama tam tersi bir durumda yani kült bir dinleyici kitlesi olsa da, az sayıda insanın albümlerine sahip olduğu, radyoların pek çalmadığı isimlerin müziğini anlatmak daha zor. Çünkü bilinmeyeni anlatırken, haksızlık yapmamak adına daha dikkatli olma gereği var.

Demdike Stare’in yeni albümü “Elemental”i yazmak üzere bilgisayarımın karşısına geçtiğimde aklımdan bu düşünceler geçti. Albümü günlerce dinlesem de duyduklarımı okuyucuya net olarak anlatmakta zorlandığımı fark ettim. Sık olan bir durum değil bu. Bu nedenle de, ender yaşanan her şey gibi ayrıca üzerinde durulması gerekiyor.

2009’da ilk albümü “Symbiosis”i yayımlayan Manchesterlı ikili, Miles Whittaker ve Sean Canty adlı müzisyenlerden kurulu. Daha önce dub techno ikilisi Pendle Coven’da yer alan Whittaker, ayrıca MLZ ve Daughter of the Industrial Revolution adlı isimler altında müzik yapan, prodüksiyon yeteneği güçlü birisi.

Sean Canty ise, Ortadoğu film müzikleri ve İskandinav drone tarzına meraklı bir plak arşivcisi. İkisi Demdike Stare adı altında bir araya gelince, minimal techno ve deneysel müziğin en ücra köşelerinde dolaşan, garip endüstriyel seslerle dolu, ürperti verici müzikler yayınlamaya başladılar.

Aslında İngiliz tarihinin en ünlü davalarından birinde yargılanan Pendle büyücülerinden ismini alan bir grup için çok uygun bir müzik yapıyorlar. Demdike, 1622’de yargılanan büyücü elebaşı Elizabeth Southern’ın takma adı. Demdike Stare’in karanlık ve soğuk müziği tam da bu konseptin ruhunu yansıtıyor. Öncelikle şunu söyleyeyim; kolay dinlenebilir, ritim tutulabilir ya da rahatlatıcı bir müzik arayanlar, bu ikiliden uzak dursa daha iyi. Çünkü işlenmiş, manipüle edilmiş elektronik cızırtılar ve rahatsız edici seslerle dolu albümleri. Büyük çoğunluğu enstrümantal olan kayıtlarda insan sesi sadece sample olarak kullanılıyor ve çoğu zaman ne dedikleri de anlaşılmıyor.

Demdike Stare’in “Elemental” adlı çalışması da, aynı rotanın en yeni durağını işaret ediyor. İkilinin 4 ayrı plak olarak yayımladığı “Elemental” serisi, “Chrysanthe”, “Violetta”, “Rose” ve “Iris”, bu defa 2 CD’lik bir albümde bir araya getirildi. Ancak CD’lerde plaktakilerden farklı versiyonlar ve daha önce yayımlanmamış uzun kayıtlar da var. Yaklaşık 2 saati bulan toplam 18 parçanın 8 tanesi tamamen yeni kayıt.

Özellikle dark ambient, drone türlerine ilgi duyanlara önereceğim bir albüm “Elemental”. Alışılmadık çok katmanlı seslerin kurgulanışı, yaratılan atmosferin müziğin dinleyiciyi bulunduğu ortamdan alıp bambaşka bir ortama taşıması benim için çok heyecan verici. Çoğunlukla dinleyeni taşıdığı ortamlar, karanlık bir orman ya da bir kere girilince içinden çıkılması olanaklı olmayan ürkütücü mağaralar. “Neden öyle bir yere gitmeyi isteyeyim?” diyebilirsiniz ama bence asıl ilginç olan da o bilinmeyene yolculuk.

Müzik, bize hep yaşadığımız duyguları değil, bilmediğimiz duyguları da tattırmalı. Bunu da ancak müziğin büyücüleri yapar. Demdike Stare, bu işin hakkını gerçekten veriyor. "Elemental", türünün iyi örneklerinden birisi.

4 Mart 2012 Pazar

Vitrindeki Albümler 107: Xiu Xiu - Always (Bella Union)


© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet / 4 Mart 2012

Dramatik. Öfkeli. Politik. Radikal. Özgür. Sınırsız. Deneysel. Sarsıcı. Doğrudan. Farklı. Kaotik.

Xiu Xiu’yu anlatmak için hangi sıfatları kullanabilirim diye düşünürken, bir çırpıda üst satırdakiler geldi aklıma. Bir çırpıda desem de aslında 10 yıldır yaptıkları müziğin yarattığı bir izlenim bu. Bu yıla kadar sekiz ayrı müzisyen girip çıktı gruba ama kurucusu Jamie Stewart başından beri sırtlayıp taşıyor bütün ağırlığı. Yeni çıkan “Always” adlı albümü ise Angelo Seo ile kotarmışlar.

Synth-pop, techno, post punk ve klasik müziği karanlık vokallerle buluşturan, perküsyon ağırlıklı provokatif bir art-pop yapıyor grup. Daha önce çıkan sekiz albümde de müziğe deneysel bir bakış açısıyla yaklaşıp risk almaktan hiç çekinmediler.

Ama Xiu Xiu’nun beni en çok etkileyen yönü, Stewart’ın söyleyeceklerini hiçbir süzgeçten geçirmeden, aynen hissettiği gibi dürüstçe ifade etmesi. Hiçbir zaman çoğunluğa hoş görünme amacını taşımadı, daima kalbindeki acıyı, dünyada olup bitenlere ve sömürücü sisteme karşı tiksintisini, babasının intiharından duyduğu dehşeti, bir biseksüel olarak Amerika’daki aşırı sağcı muhafazakarlara kızgınlığını bağıra çağıra ilan etti. Dokuzuncu albüm “Always”, bu yolu izleyen en çarpıcı ve en güzel çalışma.

Bangır bangır perküsyon ve synth eşliğinde “If you’re wasting your life, say hi / If you’re alone tonight, say hi, If you wish you should die, say hi” sözleriyle başlıyor “Always” ve daha ilk dakikadan yalnızlara, kaybedenlere, hayatın sillesini yemişlere sesleniyor. Bir isyanın yıkıcı derecede dürüst bir dışavurumu bu albüm; kimi zaman rahatsız edici olabilecek kadar kaotik ve zorlayıcı ama bütün bunlar albümün kışkırtıcı ruhuna çok uygun.

Sözlere özelikle dikkat edilmesi gereken şarkılar var “Always”de. İşlerin giderek kötüleştiği bir dünyada yataktan kalkma umudunun yok oluşunu dile getiren “Honey Suckle”, çığlık çığlığa bir histeri içinde Amerika’daki kürtaj tartışmasına değinen “I Luv Abortion”, eşcinsellere yönelik saldırıları protesto eden “Smear the Queen”, Amerikalı askerler tarafından öldürülen Afgan çocuğun öyküsünü anlatan “Gul Mudin”, dinlerken insanın kalbinde hiç sönmeyecek yangınlar çıkarıyor.

Jamie Stewart, Çin’de sömürülen fabrika kızlarının dramından ilham alan “Factory Girl”ü duyduğum en etkileyici vokal performanslarından birisiyle yorumlamış. Albümdeki diğer şarkılara göre daha yavaş ritimli ve daha sakin ama etkisi çok büyük. Belki de ben Stewart’ın sesinin perküsyon ile boğulmadığı şarkıları daha fazla seviyorum. Piyano eşliğinde söylediği “The Oldness”ın hüznü ise bağımlılık yaratacak kadar güzel.

Albümün kapanışındaki “Black Drum Machine”, “Your brother was the first boy inside of you / Your father was the first man inside of you” sözleriyle yaşanan acıları ve kayıpları, yaylıların titrek sesleriyle birlikte adeta haykırıyor. Her şeyi affeden Kathy adlı birisinden defalarca özür diliyor Stewart ve yıkıcı bir şekilde sona eriyor albüm.

Xiu Xiu’nun müziğinin pikniğe giderken ya da evde rahatlamak için dinlenmeyeceği kesin ama “Always”i CD çalara ya da pikaba koyduğunuz andan itibaren başkalarının acısını yüreğinizin derinliklerinde hissetmeye hazır olun. Dinleyeni önce duvara çarpıp yere fırlatan, tutup sallayarak yüzüne okkalı bir tokat atan albümlerden biri daha müzik arşivimize katıldı.

Trajedilerin müzisyenleri beslediği bilinen bir gerçek. “Always” de bu gerçeğin en yeni kanıtı. Ancak duyguları böylesine dürüstçe ve sansürsüz müziğe yansıtabilmek, her müzisyenin başarabileceği bir iş değil. Şimdi en büyük heyecanım bu şarkıları canlı dinlemek. Unutulmaz bir deneyim olabilir.



Translate