Zülfü Livaneli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Zülfü Livaneli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Temmuz 2015 Cuma

BASKIYA MÜZİKLE DİRENENLERİN ÖZGÜR VİCDANI


3.7.2015

Cumhuriyet’in Caz Festivali özel ekinde Joan Baez hakkında yazdığım yazıyı şu satırlarla bitirmiştim: “Sıklıkla yaptığı gibi konseri yine Bob Dylan şarkısı ‘Blowin’ in the Wind’ ile bitirirse, kaybettiklerimizi müzikle bir kez daha anarken, ‘Ne kadar çok insanın öldüğünü bilmesi için kaç ölüm olmalı?’ diye sormaz mıyız?”

Tahmin ettiğim oldu; Joan Baez, çarşamba akşamı Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi’ndeki 1.5 saatlik konserini bu şarkıyla bitirdi ve mekan “Her Yer Taksim Her Yer Direniş!” sloganlarıyla inledi. 



GÜZEL VE ÇILGIN İNSANLARIN KENTİ İSTANBUL...

Konserin başında tahneye önce kavalıyla Murat Tırnak geldi. Baez'in gecenin açılışını kavalın dokunaklı tınılarıyla yapmayı tercih etmesi, çok güzel ve ince bir ayrıntıydı. Daha sonra tek başına sahneye çıkıp üç şarkı çaldı Baez. Önce 'İstanbul'un güzel ve çılgın insanların yaşadığı bir kent" olduğunu söyleyip selamladı 5000 kişilik kitleyi. Ardından Steve Earle imzalı ünlü şarkı "God Is God" ve Phil Ochs cover'ı "There but for Fortune" geldi. 

Bob Dylan'dan "Lily of the West", "It's All Over Baby Now", "Don't Think Twice" ve kapanışta seslendirdiği "Blowin' in the Wind" olmak üzere dört şarkıya yer verirken, bir zamanlar büyük aşk yaşadığı Dylan'a yazdığı "Diamonds & Rust" ile herkesin yüreğine dokundu. Sevgi denilince akla ilk gelen şarkı olduğunu söylediği John Lennon bestesi "Imagine"ı da unutmadı elbette. Konserlerinde sık sık yer verdiği şarkıların dışında bir değişiklik yaparak 1911 tarihli Amerikan geleneksel folk şarkısı "Stagger Lee"yi ise enfes bir yorumla sundu.

Grup "Don't Think Twice"ı söylerken, Baez'in perküsyonist oğlu Gabriel Harris, aniden  LGBT gökkuşağı bayrağını çıkarıp sallandırmaya başladı. Açık Hava Tiyatrosu'ndaki tezahürat, İstanbul'da geçen hafta sonu LGBT yürüyüşünün şiddetle bastırılmak istenmesine karşı güçlü bir yanıttı. 


KARDEŞ TÜRKÜLER'LE GEZİ DİRENİŞİNE SELAM 

Folk müzik efsanesi, 1960’ların özgürlük ve devrim ruhunu bir kez daha İstanbul’a taşımakla kalmadı; onu Gezi ruhuyla buluşturdu. Yanına Kardeş Türküler’i alıp Gezi şarkısı “Tencere Tava Havası”nı söyledi. O anlarda sahnedeki video ekranlarda, Gezi Parkı’nın 21 yıllık bahçıvanının oğlu ressam Haydar Özay’ın Gezi eylemlerinde katledilenler anısına çizdiği ‘Gezi tablosu’ vardı. Grubun dansçısı Banu ile karşılıklı göbek dansı yaparken Açık Hava Tiyatrosu'ndaki coşku görülmeye değerdi. 



Kardeş Türküler'i tek şarkıyla bırakmadı Joan Baez; eski bir Yidiş şarkısı olan "Donna Donna"yı birlikte söylediler. Kaç kişi mezbahaya kesilmeye giden kuzunun öyküsünü anlatan sözlerin farkındaydı bilmem ama neredeyse herkes eşlik etti şarkıya... 



Aşkın, sevginin, barışın şarkılarını dinledik güçlü sesinden; an geldi zulme, savaşa karşı çıkanların dizeleri yankılandı İstanbul’da. Zültfü Livaneli’nin Nazım Hikmet’in “Kız Çocuğu” adlı şiiri için yaptığı şarkıyı Türkçe seslendirdi. Dinleyicilerin de dev bir koro gibi sözlere eşlik ettiği o duygusal dakikalarda Gezi’de kaybettiğimiz canlar vardı aklımızda...

Üzerinde kendisine çok yakışan sırt dekolteli siyah uzun elbisesi ve boynunda kırmızı fularıyla, son derece asil, güzel ve güçlü bir ozan şarkıcı vardı karşımızda. Gitarını çalıp sıradan insanların çarpıcı hikayelerini anlatırken, daima ezilenlerin yanında duran ve şiddeti reddeden yüreklerin simgesi bir abide gibiydi. Seslendirdiği 21 şarkıda, her büyük müzisyen gibi dinleyicilerini hem hüzünlendirdi hem de neşelendirdi. Şarkı aralarında verdiği bilgiler ve yaptığı yorumlarla, konserin her anını unutulmaz kıldı, içimizde fırtınalar estirdi. Bir kez daha yaşayarak gördük ki, baskıya ve zulme müzikle direnenlerin özgür vicdanıdır Joan Baez!



(Fotoğraf ve videolar bana aittir. Bu yazı Cumhuriyet'te yayınlanan yazının geniş versiyonudur.)

Setlist fotoğrafını aşağıda paylaşıyorum.
(Bu fotoğraf için İKSV'den Ayşen Gürkan'a teşekkür ederim.)

8 Eylül 2010 Çarşamba

PROTESTOLU, LİVANELİ KATKILI BİR U2 KONSERİ


© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet/ 8 Eylül 2010

Yıllardır “gelmiyorlar, gelmeyecekler” derken, sonunda geldiler. Rock grubu U2, pazartesi akşamı İstanbul’da dinleyicisiyle buluştu.

U2’yu ülkemizde ve bu turnede ilk kez görenler için beklentileri karşılayan bir konserdi. Ben bir ay önce Torino’daki konseri de izlediğimden, ister istemez bir karşılaştırma yaptım.

İstanbul konseri, Atatürk Olimpiyat Stadı’nın şehir merkezine uzaklığı, konformist Türk konser izleyicisinin biraz zahmeti göze alamaması, hafta içi bir güne ve ramazan ayına rastlaması gibi nedenlerle, kanımca beklenen sayıda seyirciyi toplayamadı. Türkiye’ye ilk kez gelen U2, dünyanın en büyük rock gruplarından birisi. Bilet fiyatları da uygun tutulmuştu ancak stadyumun önemli bir bölümü boştu...

Gece boyunca “Ah, bu konser İnönü Stadı’nda olsaydı” dedik durduk. Orada yapılsaydı, hem “The Claw” (pençe) denilen muhteşem sahne görkeminden bir şey yitirmeyecek, hem de tribünler dolu görünecekti. Mekan seçiminin doğru olmadığı açık. Umarım bir daha orada konser yapılma hatasına düşülmez...

U2’nun performansına gelince... Her zamanki profesyonelliklerini sergilediler.

Ancak böyle büyük grupların dünya turnelerinde birden fazla konseri izlemek pek doğru bir iş değil. Çünkü müzisyenlerin, her anı önceden belirlenen bir etkinliği sahnelemekte olduklarını görüyorsunuz. Tanık olduğunuz şey kusursuz da olsa, anlıyorsunuz ki sahnede hiçbir şey kendiliğinden gelişmiyor... Ne Bono’nun The Edge’e sarılması, ne de seyirciler arasından bir kızı sahneye çıkarıp dans edişi...

EGEMEN BAĞIŞ'A PROTESTO VE KÖPRÜ

Konserin İstanbul’a özgü yanları da yok değildi elbette. Bono, Boğaz’ın güzelliğinden söz ederken, kendisini İstanbul’a davet eden Egemen Bağış’a teşekkür etti. “Türkiye’de ilginç şeyler oluyor. Bir değişim yaşanıyor. Tüm dünyayı ilgilendiren bir değişim bu. Dün köprüyü Egemen Bağış’la geçtik” demesiyle stadyum “Yuh!” sesleriyle inledi.

Çıkan ses o kadar güçlüydü ki, Bono şaşkınlıkla, “Tamam, bundan sonra hiçbir politikacının adını anmayacağım. Köprüden söz edebilir miyim? Köprü harika” diyerek durumu düzeltmeye çalıştı.

Belli ki Bono, politikayla bu kadar ilgili bir müzisyen olmasına karşın, Türkiye’deki duruma pek hakim değil. Referandum öncesi bıçakla yarılmış gibi ikiye bölünen bir toplumda iktidardaki bir politikacıyı anmak, hiç akıllıca değildi...

Ayrıca bana göre, AKP’nin U2 konserine gösterdiği aşırı ilgi, Başbakan’ın mitingde Bono’yu kendi emellerine alet etme çabası, Dolmabahçe’de görüşmeler vs. bir kesimi gruba karşı soğuttu.

"U2'YA BİR HEDİYE"

Konserin en önemli anlarından birisi, sahneye Zülfü Livaneli’nin çıkmasıydı. Bono ve Livaneli, önce birlikte grubun “Mothers of the Disappeared” adlı şarkısını söylediler. El Salvador’daki sivil savaş sırasında çocukları öldürülen annelere adanan bu şarkı, bu kez İstanbul’da 1995’te gözaltında kaybolan Fehmi Tosun’a adandı.

Livaneli’nin “U2’ya bir hediye verelim” demesiyle, bütün stadyumun hep birlikte “Yiğidim Aslanım” adlı şarkıyı söylemesi, herhalde grup için de oldukça etkileyiciydi.

Bono’nun köprü hakkında söylediği şu sözler, Türkiye hakkında düşüncelerini de ortaya koyan ilginç sözlerdi: “Bu köprü, sadece dini olanla ve laik olan arasında, Batı’yı Doğu’ya bağlayan bir köprü değil. Geçmişi, geleceğe de bağlıyor.

Hakkında çok konuşulan ve daha da konuşulacak bir konser oldu. Torino konserinden daha az heyecanlı ve daha durgun olsa da...

-

Translate