Tony Bennett etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tony Bennett etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Temmuz 2012 Perşembe

Yaz Ortasında Konser Patlaması


© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet / 12 Temmuz 2012

2012 yazında İstanbul’da yapılacak konserler birer birer açıklanmaya başladığında, “Bu kadar çok konseri ekonomik olarak kaldıracak bir ortam var mı Türkiye’de?” diye endişe etmiştim. Özellikle temmuz ayı her gün tek bir etkinlikle kalmayıp, aynı güne denk gelen konserlerle rekor kırdı. Konser çakışmalarına bilet fiyatlarının aşırı derecede yükselmesi sorununu da ekleyince, etkinliklerin bir kısmının yeterince ilgi görmeyeceği ortadaydı.

Son yıllarda müzik sektöründe albüm satışlarının dramatik şekilde düşüşü, temel gelirin sadece konserlerden elde edilmesine yol açtı ve bu nedenle bütün dünyada turnelerin sayısı arttı. Türkiye de bu gelişmeden etkilendi. Ancak her ülkenin kendi gerçekleri var. Bir müzikseverin sezon boyunca bütün konserlere katılması, maddi nedenle olanaksız. Bilet fiyatlarını alt alta topladığınızda çok yüklü bir miktar ortaya çıkıyor. Karnını doyurma mücadelesini veren dar gelirli vatandaşın zaten buna ayıracak parası yok. Şişen bilet fiyatları yüzünden konserlerin hedef kitlesi, orta-üst ve üst sınıftır ve o kitlenin büyük kısmı yaz aylarında tatildedir.

Bu gerçekler ortadayken, aynı günde aynı müzik türünden hoşlanan kitleyi çekebilecek konserler planlamak, daha baştan riski artırmaktır. Organizatörler açısından bakacak olursak, bu sıkıştırmanın arkasında Ramazan ayı gelmeden bütün etkinlikleri yapıp bitirme çabasının da olduğu görülüyor. Düşünsenize, içkiye teşvik ediyor diye Türkiye Yeşilay Cemiyeti’nin bu hafta sonu Santralistanbul’da yapılacak Efes One Love Festival’a verilen iznin geri alınması için İstanbul Valilliği’ne başvurduğu bir ülke burası...

İşin izleyici ve organizatör tarafı olduğu gibi bir de müzisyen yönü var. Konser çakışmaları ve artan bilet fiyatları, onlar açısından da üzüntü verici durumlara yol açabiliyor. Twitter’daki resmi hesabından “Hey İstanbul, bilet almazsanız konseri iptal etmek zorunda kalacağım” diye yazan Jill Scott örneği gibi... Soul müziğin son yıllardaki muhteşem seslerinden, Grammy ödüllü bir müzisyen o. Konser biletleri satılmayınca sıkıntı kendisine kadar ulaşmış.

Jill Scott, Türkiye’de yeterince iyi tanınmıyor olabilir ama ilgisizliğin tek nedeni bu değil. Haziran ayından bu yana Madonna konseri başta olmak üzere diğer konserlere ödediği paralardan artık eli yandı müzikseverlerin. Üstelik o akşam, 17 Temmuz’da İstanbul’da Tony Bennett ve Sharon Jones konserleri de var. Hepsinin de dinleyici kitlesi ortak.

Bu tür durumların yaşanmaması için, organizatörlerin konser şehvetine kapılmadan, etkinlik günü, bilet fiyatı, konser mekanı ve hepsinin ülke gerçekleriyle ilişkilendirilmesi konusunda özenli değerlendirmeler yapması gerek. Aksi halde Jill Scott gibi bir müzisyene böyle üzücü bir durumu yaşatma utancı gündeme gelir.

-

15 Ocak 2012 Pazar

Vitrindeki Albümler 100: Amy Winehouse- Lioness: Hidden Treasures (Island Records)


© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet / 15 Ocak 2012

Amy Winehouse’un trajik bir şekilde yaşama veda edişinin üzerinden henüz tam altı ay bile geçmedi ama yeni çıkan bir albümü var elimizde. Albümde yer alan ve 2002-2011 yılları arasında yapılıp daha önce yayınlanmayan 12 kaydı, prodüktörler Mark Ronson, Salaam Remi ve Winehouse’un ailesi belirlemiş.

Müzisyenlerin ölümünden sonra albümlerinin çıkması çok tartışılan bir konu. Bazıları plak şirketlerinin hemen harekete geçip bu olayı fırsat gibi kullanmasından rahatsız. Bazılarıysa sevdikleri sanatçının daha önce duyulmamış kayıtlarını dinlemekten mutlu. Winehouse yaşasa, bu albümün yayınlanmasına onay vermez miydi emin olamayız. O nedenle bu tartışma hep sürecek kanımca.

Ben de aynı gerekçelerle hem rahatsızım hem mutluyum. Michael Jackson’ın ölümünden sonra çıkan “Invincible”da olduğu gibi, onun söylediği şüpheli olan kayıtları içeren albümler elbette rahatsızlık yaratır.

Bir diğer endişe de, Tupac Shakur’un başına gelenin yeniden yaşanması. Amerikalı rap şarkıcısının 1996’da öldürülmesinden bugüne kadar farklı konseptlerde düzinelerce albüm yayınlandı. Umarım Amy Winehouse için de bu tür bir sömürü söz konusu olmaz...

Lioness : Hidden Treasures”, Winehouse’un “Frank” (2003) ile “Back to Black” (2006) adlı albümlerinin öncesinde ve sonrasında kaydettiği çeşitli cover’ları ve bilinen şarkılarının farklı versiyonlarını içeriyor.

Tony Bennett ile muhteşem düeti “Body and Soul”un yanı sıra, Amerikalı rap şarkıcısı Nas’ın sanatçıya eşlik ettiği “Like Smoke” da albümde yer alıyor. Soul ile rap karması çok rastlanan bir birliktelik değil ama “Like Smoke” olanların en iyilerinden.

Şarkıları dinlerken en çok dikkat çeken şey, Winehouse’un sesinde yıllar ilerledikçe hissedilen değişiklik oluyor. 2002’de “The Girl from Ipanema”yı söyleyen berrak, yumuşak sesli 18 yaşındaki genç kadınla, 2009’da “A Song for You” adlı şarkıyı söyleyen paslanmış sesin sahibi aynı kadın mı diye düşünüyor insan. Leon Russell’ın ünlü şarkısını söylerken güçlü kontralto sesi, “Hayatım sona erdiğinde birlikte olduğumuz zamanları ve bu şarkıyı senin için söylediğimi hatırla” diyor acıyla...

27 yaşında aniden kaybettiğimiz büyük bir yetenekten bu sözleri duymak, her dinleyici gibi beni de sarstı. Winehouse’un müziğinde her zaman var olan hüzün daha da koyulaştı.

Albümdeki yeni şarkılara gelince, “Between the Cheats”, Winehouse’un yayınlamayı düşündüğü üçüncü albümü için 2008’de kaydedilmiş. Belki Winehouse yaşasa bu haliyle albüme girmeyecekti ama ben dinlediğim kaydı çok sevdim. Çocukken annemin evde dinlediği şarkıları andırıyor, gözümü kapadığımda televizyonun siyah -beyaz döneminde yayınlanan 60'lardan bir filmi çağrıştırıyor.

Şunu belirtmek gerekir ki, bu albüm, Winehouse’un önceki çalışmalarıyla kıyaslanınca onlar kadar parlak değil. “Back to Black” gibi bütünlüklü bir albüm olmasa da, 9 yıllık bir sürede farklı yerlerde yapılmış kayıtları belli bir kalitede bir araya getirmek küçümsenecek bir iş değil. Mark Ronson ve Salaam Remi’yi bu nedenle kutlamak gerekir.

Bir de her şey bir yana; Amy ne söylese dinlenir... Hep dinlenecek.





-

1 Temmuz 2010 Perşembe

Gerçeğin ve güzelliğin peşinde bir efsane sanatçı


© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet/ 1 Temmuz 2010

Uluslararası İstanbul Caz Festivali’nin bu yıl en önemli konuklarından birisi, cazın unutulmaz sesi Tony Bennett. İstanbul’da ilk konserini verecek olan sanatçı, 15 Temmuz'da Şakir Eczacıbaşı anısına düzenlenen gecede sahneye çıkacak.

15 Grammy ödüllü Bennett’a merak ettiğim bazı soruları soru sorma olanağı buldum; içtenlikle yanıtladı.

Bir röportajınızda, “Kariyerim boyunca iniş çıkışlarım olmadığı için çok şanslıyım. Onca zamanın yüzde 99’unda, bütün dünyada hep büyük ilgi gördüm” demiştiniz. Sahnede geçirdiğiniz o müthiş 60 yılı düşününce, bütün bunların şansla ilgisi olduğunu sanmıyorum. Böyle bir kariyere sahip olmanın asıl sırrı ne?

Bunu söylemeniz çok hoş ama inanın çoğu gerçekten yeterince şanslı olmak ve de iyi bir fırsat doğduğunda hazırlıklı bulunmakla ilgili. Daha Columbia Records’la anlaşma yaptığımda aklımda yalnızca hir şarkılar değil, “hit şarkılar kataloğu” yaratma düşüncesi vardı. 1950’lerde kolayca para kazandıracak ama on gün içinde unutulup gidecek moda şarkılar yapmak yaygındı. Ben hep kaliteli şarkıları söylemek için ısrar ettim ve bu nedenle prodüktörlerle çok tartıştım. Ama sonunda farkı yaratan da bu oldu. Bir sanatçı olarak, yaratıcılık açısından ne yapmak istediğinize dair bir görüşünüz olmalı ve bazen çok zor olsa da elinizdeki bu silahı hiç bırakmamalısınız. Bunu yaparsanız, sanatınıza duyduğunuz tutkuyu asla kaybetmezsiniz ve dinleyicileriniz de, sahnede ya da kayıtta olsun, sizin gerçekten kendinizi ortaya koyduğunuzu bilir. Benim çok sadık hayranlarım var. Çocuğum ya da torunum yaşındakilerin konserlerime gelmesi heyecan verici. Onları asla hayal kırıklığına uğratmak istemiyorum.

Bugüne kadar kendi albümleriniz için ya da başkalarının albümüne konuk olarak yüzlerce kayıt yaptınız. Birlikte çalıştığınız sanatçılar içinde müzikal anlamda daha kuvvetli bir bağ kurduğunuz isimler var mı?

Bu harika bir soru. Çünkü müzik endüstrisinde yer almanın bana sağladığı en büyük armağanlardan birisi, muhteşem müzisyenlerle çalışmak ve onlarla dostluk kurmak! Louise Bellson, beraber tatile gittiğimiz Elle Fitzgerald, New York Queens’den aile dostumuz Duke Ellington gibi isimleri sayabilirim. Duke Ellington’ı evimizdeki mutfak masasında annemle otururken anımsıyorum... Judy Garland, çok özel bir insandı. Onu tanıyıp birlikte şarkı söyleme şansını bulduğum için çok mutluyum. Bugünlerde k.d. lang’le çalışmayı seviyorum. Mükemmel şarkı söylüyor, müstesna bir insan. Tabii benimle birlikte dünyayı dolaşan dörtlü grubum da ailem gibi. Birbirimizi o kadar iyi tanıyoruz ki, sahnede kendiliğinden gelişen değişiklikleri rahatça yapabiliyoruz. Bu nedenle performanslar da her zaman doğal ve canlı kalıyor.

Sahnede geçirdiğiniz onca yıldan sonra bugün hala konserler verip albümler yapıyorsunuz. İçinizdeki ateşi canlı tutup sizi buna devam ettiren şey ne?

Şarkı söyleme ve resim yapmaya karşı tutkumu hiç kaybetmedim. Bu yapmak istediğim değil, yapmak zorunda olduğum bir şey. Kanımca, bir topluluğun karşısında şarkı söylemek ve birkaç saatliğine de olsa insanların günlük sorunlarını unutup keyif almalarına yardımcı olmak çok onur verici. Bu çok tatmin edici bir duygu.

Caz müzisyeni Hank Jones, geçen yıl 91 yaşında yaptığı bir söyleşisinde, “Henüz en iyi çalışmamı ortaya koyduğumu düşünmüyorum. Bu ulaşmak için çalıştığım bir hedef ama oraya daha varmadım” demişti. Günümüzün en saygın müzisyenlerinden biri olarak sizin bu konudaki düşüncenizi merak ediyorum: Hep olmak istediğiniz yere vardınız mı?

Bence “Her şeyi biliyorum” dediğiniz nokta, yaşamaya son verdiğiniz andır.

Ressam Georgia O’Keeffe şarkı söylemeyi, duygu ve düşünceleri ifade etmenin en mükemmel aracı olarak tanımlamış, şarkı söyleyemediği için resim yaptığını belirtmişti. Bir ressam olarak bu görüşe katılıyor musunuz? Müziğiniz bir resim olsaydı, nasıl bir resim olurdu?

Sanırım hem müzik hem de resimle uğraştığımdan, benim için bu ikisi arasında daha çok bir ying-yang ilişkisi söz konusu. Şarkı söylemek toplumla çok iç içe, binlerce insanın karşısında yapılan bir iş; oysa resmi kendi içinize dönerek yalnızken yapıyorsunuz. Her ikisini de yapabilmek harika. Eğer sahne performansından bunalırsam, birkaç saat resimle uğraşıp canlanabilirim. Resim yapmaktan yorulursam, sahneye çıkabilirim. Bu durum daima yaratıcı bir atmosferde kalmamı sağlıyor. Ben resim ya da müzik olsun, hep iki şeyi ifade etmek istedim: Gerçek ve güzellik.

-

26 Kasım 2006 Pazar

İtalyan Göçmeni Bakkalın Dünyaca Ünlü Müzisyen Oğlu


© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet Hafta Sonu/25 Kasım 2006

New York’ta yaşayan İtalyan göçmeni bakkal bir babanın, 3 Aralık 1926 tarihinde bir oğlu dünyaya gelir. Adını Anthony Dominick Benedetto koyarlar. Delikanlı New York’un kozmopolit ortamında büyürken, gençlik idolleri Nat King Cole ve Bing Crosby’den etkilenir. Manhattan’daki Endüstriyel Sanatlar Okulu’na devam eder ve 2. Dünya Savaşı sırasında üç yıl orduda görev yapar.

1949 yılında Long Island City’deki kulüplerde şarkı söylerken hayatının teklifini Bob Hope’dan alır. O güne dek “Joe Bari” adıyla sahne alan Benedetto, Hope’un fikriyle “Tony Bennett” adıyla Paramount Tiyatroları’nda şarkı söylemeye başlar. Ertesi yıl ilk hit şarkısı “Boulevard of Broken Dreams”i yayınlar. 1950 yılında Columbia Records ile anlaşma yapar ve aradan geçen 55 muhteşem yıla 50 milyondan çok satılan 100’den fazla albüm sığdırır, toplam 13 Grammy ödülü kazanır.

Tony Bennett’ten 80. Yaşında Muhteşem Bir Düet Albümü

Bugün artık 80. doğum gününü kutlayan Tony Bennett’in bir filmi andıran kısa yaşam öyküsü böyle. Sanki o hep anlatılan Amerikan rüyası hikayelerinden biri gibi: Göçmen ve kendi halinde bakkal bir babanın oğlu, Amerika’da başarı kazandıktan sonra ünü tüm dünyaya yayılır ve müzik dünyasının en saygın isimlerinden biri haline gelir…

İster bir Amerikan rüyası deyin, ister şansı yaver gitmiş diye düşünün; Tony Bennett’in hikayesinin arkasında büyük bir yetenek ve inanılmaz bir tutku var. İşte yine bu nedenle, ilerlemiş yaşına karşın hala üretmeye devam eden Bennett, bu yıl “Duets/An American Classic” adlı bir albüm yaptı. Sanatçı, Sony Music tarafından ülkemizde de yayımlanan bu albümde, bugüne kadar tek başına yorumladığı aşk şarkılarını, bu defa Bono, Elton John, Elvis Costello, Michael Bublé, Dixie Chicks, Juanes, Billy Joel, Diana Krall, Tim McGraw, k.d. lang, John Legend, Paul McCartney, George Michael, Sting, Barbra Streisand, James Taylor ve Stevie Wonder gibi müzik dünyasının en önemli isimleriyle birlikte söylüyor.

Albümle ilgili olarak dikkatimi çeken beş husus var:

1. Tony Bennett’in sesi hala çok güzel.

2. Bennett, albümdeki şarkıların hepsini, düet yaptığı müzisyenlerle stüdyoda bir araya gelerek kaydetmiş. Bu nedenle, albümü dinlerken sanatçıların arasındaki etkileşimi hissedebiliyorsunuz. Örneğin, Barbra Streisand’la seslendirdikleri “Smile” adlı şarkıda, Bennett Streisand’a, “I love your style, Barbra” deyince, Streisand da ona flört eder bir havayla gülerek, “I love your smile, Tony” şeklinde karşılık veriyor. Stevie Wonder’la yaptıkları düette ise, şarkının sonunda birbirleriyle konuşmaları duyuluyor. Bütün bunlar albüme ayrı bir güzellik katmış.

3. Albümdeki şarkıların kimisi hafif hüzünlü aşk şarkıları olsa da, tümünü dinleyince insanda garip bir neşe uyanıyor.

4. Bennett’le düet yapan sanatçılar, Celine Dion dışında, onun tarzına çok iyi uyum göstermişler.

5. Tony Bennett ve George Michael’ın seslendirdikleri “How Do You Keep The Music Playing?”, bana göre albümün en başarılı şarkısı. Bugüne kadar iki erkek müzisyenin gerçekleştirdiği en başarılı düetlerden birisi kesinlikle.

Ayrıca albüme trompeti ile ünlü müzisyen Chris Botti’nin ve kemanı ile Pinchas Zukerman’ın da konuk olduğunu belirtmek gerek. 60’ların ve 70’lerin romantik caz şarkılarından hoşlanıyorsanız, usta yorumcu Tony Bennett’in bu son çalışması, içinizi hoş bir duyguyla dolduracak enfes bir albüm.

Translate