Chill Out Festival İstanbul etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Chill Out Festival İstanbul etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Mayıs 2017 Perşembe

VEGAN LOGIC - CHILL OUT FESTIVAL - 3.5.2017


4.5.2017

Bu hafta Açık Radyo'daki Vegan Logic adlı programımı, 20-21 Mayıs’ta İstanbul Life Park’ta gerçekleştirilecek olan Chill Out Festival'a ayırdım. Festival, 12. yılında oldukça geniş kapsamlı bir lineup sunuyor. Bu yıl Chill Out’ta dört sahnede elliden fazla yerli ve yabancı sanatçı performans gösterecek. Ben bunların arasından benim için öne çıkanlardan bir seçki hazırladım.

1- The Tiger Lillies - Pierrot Clown 
2- Burnt Friedman - 2010 The Pestle
3- Dollkraut - Holy Ghost People
4- Tony Allen - Go Back 
5- Rain Lab - Mountain Sperrins
6- Islandman - Ağıt
7- Nicola Cruz - Hex Me (feat. Marcel)
8- Matthias Meyer - Fallin’
9- Atom - Zero Time Collapsing (No. 1 Edit A) 
10- Sebastien Casanova - O’Clock (Drum Version)




24 Mayıs 2015 Pazar

SLOWDIVE RÜYASINI GÖRDÜK!


24.5.2015

Sonunda oldu; Slowdive'ı da dünya gözüyle izledik, canlı dinledik! Bu yıl 10. yılını kutlayan Chill-Out Festival, güzel bir sürpriz yapıp grubu İstanbul'a getirdi. Shoegaze'in efsane grubunu kurulduğu 1989 yılından bu yana dinleyip takip eden bir hayranları olarak oldukça heyecanlıydım konser için. Üstelik 1990'lı yıllarda yaptıkları derin müzikle hiç çıkmamak üzere kalbimize giren ama 1995'te dağılan ve bundan 19 yıl sonra 2014'te beklenmedik bir şekilde bir araya gelen bir gruptan söz ediyoruz. Anlaşılan aradan geçen onca zamanda ne sevenleri büyülü müziklerini unutmuş ne de onlar sahneyi... Anlaşılan içlerindeki müzik tutkusu o kadar güçlüymüş ki, yaşanan onca zorluğa rağmen yine turnedeler. Geçen yıl ocak ayında Twitter’dan duyurdukları bir internet sitesi aracılığıyla hayranlarını heyecanlandırıp sonunda Primavera festivaline katılacağını açıkladı Slowdive. Bundan yaklaşık 1.5 yıl sonra İstanbul’da Chill Out Festival’a katılmaları gerçekten önemli bir müzik olayı.

İlk Slowdive konserim olduğundan ne ile karşılacağımı tam olarak bilemesem de, yıllardır hiç usanmadan dinlediğim şarkıların konser atmosferinde canlı çalınacağını düşündükçe giderek artan bir heyecanla vardım LifePark'a. Slowdive öncesinde çalan Balthazar'ı dinlerken şaşırtıcı gözlemlerde bulundum. Grubu izleyen çok coşkulu bir kalabalık vardı. Birkaç yıl önce SXSW'da bir barda dinlediğim Belçikalı indie rock grubunun o kadar büyük bir ilgiyle karşılanmasına şaşırdım açıkçası.

Sabırsızlıkla beklediğim an saat 22:10 civarında geldi ve sahnede Rachel Goswell (vokal/gitar), Neil Halstead (vokal/gitar), Simon Scott (davul), Nick Chaplin (bas gitar) ve Christian Savill'i (gitar) görünce adeta çok eski yıllardan dostlarımı görmüş gibi sevindim. Hepsi benim gibi biraz daha yaşlanmış ama çok tanıdık. Öyle ki ilk gitar tınısı ve davul vuruşuyla birlikte, shoegaze, ambient ve dream pop'la yoğrulan melodilerin yarattığı masalsı evrene hiç düşünmeden dalıverdim. 1990 tarihli ilk kısaçalar Slowdive ile aynı adı taşıyan şarkı ve yine aynı kısaçalardan "Avalyn" ile açılışı yaptıklarında, sahne önünde biriken az sayıdaki hayranın mutluluk çığlıkları kapladı ormanı.

O çığlıkları atanlardan birisi, tam da yanımda duruyordu ve konsere gelemeyen bir arkadaşına şarkıları telefondan dinletirken gözlerinden yaşlar akıyordu. Böylesine yoğun bir duygu selini yaşayanlar olarak sayımız fazla değildi. Ne yazık ki müzik tarihinin en nadide gruplarından birinin ilk Türkiye konserine gelenler azdı; hem de bir saat öncesinde aynı sahnede Balthazarı'ı dinleyenlerden çok daha azdı.

Ama grup üyeleri dün akşam o sahnede olmaktan dolayı mutlu görünüyordu. 1991 tarihli ilk albüm "Just for a Day"den "Catch the Breeze" adlı şarkıya geçmeden önce Rachel Goswell, şahane İngiliz aksanıyla "Lovely to be here" diye seslendi kitleye. Üzerinde siyah mini elbisesi, kırmızı ayakkabıları ve yüzünde insanın içini ısıtan bir gülümsemeyle bakıyordu dinleyicilerine. Bir ara kalabalıktan birisi "You're hot!" diye bağırdı ama duruşu bana saf bir küçük kız edasını hatırlatıyordu. Gündüz güneşi önleyen ağaçların gece ormana ürpertici bir serinlik yaydığı sırada Neil Halstead ile Goswell'in rüzgarın esişini izleyip yeniliğe açılmaktan söz eden uçucu vokaline kapılmamak olanaksızdı.

Grubun Cocteau Twins ve My Bloody Valentine gibi efekt pedallarıyla gitar tınılarını eğip bükerek elde ettiği müthiş yoğun sound, sanki ses dalgalarıyla hepimizi içine alan transparan bir balon yaratmıştı. Sahnedeki video ekranda renkler ebru sanatını hatırlatırcasına birbirine karışırken, 1993 tarihli ikinci albüm Souvlaki'den "Machine Gun" geldi. Yarattıkları atmosferik sound gerçekten de ilk albümlerinin üzerine yapıştırılan etikette yazdığı üzere, “insanın aklını risksiz bir şekilde uçuran bir madde gibi.” Dinleyeni farklı bir boyuta geçirip, adeta ayakta hayal gördüren bir etkisi var bu çok katmanlı müziğin.

Aynı albümden "Souvlaki Space Station"ın sarsıcı gitar riff'ini duyduğumda hissettiğim mutluluğu kelimelerle anlatabileceğimi sanmıyorum ama ruhumun üzerinde hiçbir ağırlık olmadan boşlukta süzüldüğünü düşündüm. Bu hissi yaşayanlar vardır ve eminim beni anlayacaklardır. Ne güzel tesadüftür ki, bu şarkıyı hemen ardından üçüncü albüm "Pygmalion"dan "Blue Skied an' Clear"a bağladılar. Neil Halstead'in yatıştırıcı etkisi yapan uysal sesi ile devam etti rüya...

Bir ara Rachel Goswell'in yere çöküp Neil Halstead'in gitar çalışını izleyişini gördüm. Bir dönem hayat arkadaşı olduğu müzisyen hakkında ne düşünüyordu elbette bilemem ama onların müzik birlikteliği eşsiz bir güzellik. Gurur duyarcasına izliyordu Halstead'i. Konser boyunca sahnenin tam ortasında duran Nick Chaplin, bas gitarıyla Slowdive soundunda önemli rol oynadığını kanıtlıyordu performansıyla.

Bugüne kadar toplam üç albüm yayınlayan grup, beş şarkıyla en çok "Souvlaki"yi andı. Bu albümün kaydından önce Rachel Goswell ve Neil Halstead’in özel hayatlarındaki birlikteliklerini de sonlandırmalarının etkisiyle, Neil Halstead tarafından yazılan şarkıların tümünde tema aşk ve ayrılığa dair. Konserde çaldıkları "When The Sun Hits" de onlardan biriydi.

19 yıl ara vermiş olsa da, grubun sahnedeki bütünlüğü açısından dünkü konser olağanüstü başarılıydı. Kalabalık içinden sürekli adı bağrılarak istenen şarkılara gülümsemeyle karşılık verdi Rachel Goswell. "Aranızda Alison var mı?" diye sorduğunda "Souvlaki"nin açılış şarkısını çalacaklarını anladık ve sevdiği kişiyle uçuşa geçen erkeğin deneyimlerine başta da söz ettiğim gibi herhangi bir madde kullanmadan ortak olduk.

Aşağıda videosunu paylaştığım "Dagger"ı çaldıklarında, Neil Halstead tüm naifliğiyle içimde ılık bir meltem esintisi yarattı. Rachel Goswell'in de gitarı omzuna takıp eşlik ettiği şarkı, bence konserin en güzel anlarındandı. "Seni gerçekten kaybetmedim / Sadece bir süre kaybettim" diyor şarkıda; "Ben senin hançerinim, senin yaranım" diye devam ediyor. Muhtemelen birlikte olunca birbirine zarar veren ama hala birbirini seven iki insanın zorunlu ayrılığıydı anlatılan...

Rachel Goswell, konserin son şarkısını bu dedikten sonra 1991 tarihli "Holding Our Breath" kısaçalarından "Golden Hair"in gizemli ambient tınılarını duyduk. Sözleri James Joyce'un yazdığı şiirden alınan Syd Barrett bestesi bu muazzam şarkıyı unutulmaz bir yorumla çaldı Slowdive. Az ama öz bir kitle olarak öyle güçlü bir tezahürat yaptık ki, tekrar geldiler sahneye ve biste bize "Souvlaki"den "40 Days"i bahşettiler. Neil, "Gülümsemeni seviyorum dedim, yapma" derken Rachel yine muhteşem güzel gülümsüyordu. Konserin sonunda günün bütün yorgunluğuna rağmen ben de gülümsüyordum.

Fakat çok tuhaf bir şekilde konserin bittiğini anlar anlamaz, unuttuğum üşüme titreme şeklinde yeniden başladı, üzerimdeki giysiler yetersiz oldu. Müzik belki insanı hayattaki her şeyden koruyamaz ama bir süreliğine farklı dünyalara uçurma konusunda ondan daha güçlü bir şey yok. Bu duyguyu bir kez daha yaşattığı için Slowdive'a sonsuz teşekkürler! Turnede biriktirdikleri parayla yeni albüm kaydedip yayınlayacaklarını biliyorum ve o günü iple çekiyorum.

Setlist: Slowdive - Avalyn - Catch the Breeze - Crazy for You - Machine Gun - Souvlaki Space Station - Blue Skied an' Clear - When the Sun Hits - Morning Rise - She Calls - Dagger - Alison - Golden Hair // 40 Days



(Fotoğraflar ve video bana aittir.)
-

3 Mayıs 2015 Pazar

İstanbul Festival Havasında


2.5.2015
Cumhuriyet  

Türkiye, ülke çapında seçime hazırlık mitingleri nedeniyle tarihinin en hareketli mayıs aylarından birini geçirmeye hazırlanıyor. Aynı dönemde yapılacak kültür ve sanat etkinliklerinin ise, özellikle İstanbul’u tam bir festival kentine dönüştüreceği anlaşılıyor. Şu ana kadar İstanbul’da mayısta yapılacağı duyurulan 10 ayrı festival var.

2 Mayıs’ta Life Park’taki MFÖ, Şebnem Ferah ve Esin İris’in katılacağı “Parkta Bahar Festivali”, yılın kentteki ilk açık hava etkinliği. 10 Mayıs’ta Küçükçiftlik Park’ta The Dø, Kadebostany, Princess Chelsea, Kalben ve Nilipek, ParkFest sahnesini paylaşacak.

23 Mayıs’ta Pozitif grubunun Kilyos’ta inşa ettirdiği yeni festival alanının açılışı Soundgarden ile yapılacak. Anna Calvi, Wild Beasts, Goat ve Orlando Julius’un da aralarında olduğu isimlerin yer aldığı festival, 23-24 Mayıs’ta Life Park’ta yapılacak Chill-Out Festival’ın ilk günü ile çakışıyor.

19 yıl aradan sonra geçen yıl yeniden bir araya gelen shoegaze grubu Slowdive’ın Chill-Out konserinin Soundgarden ile aynı gün olması bir talihsizlik.

Thievery Corporation, Tosca, Yacht ve Balthazar’ın da çalacağı Chill-Out, 10. yılında güçlü bir program açıkladı. 


30 Mayıs’ta Life Park’taki Ekşi Fest, Selda Bağcan ile İsrailli surf rock grubu Boom Pam’ı aynı sahnede buluşturacak. Bağcan’ın klasikleşmiş parçalarının orkestrayla çalındığı proje, Türkiye’de ilk kez Ekşi Fest sahnesinde olacak.

Selda Bağcan hayranlığını daha önce dile getiren Yüzüklerin Efendisi’nin Frodo’su Elijah Wood ve grubu Wooden Wisdom’ın da festivale katılması, onun da konserde Bağcan’a eşlik etmesi beklentisini doğurdu.



31 Mayıs’ta Küçükçiftlik Park’ta ilk kez düzenlenecek Harvest Festival ise, Alt J ve Mew gruplarıyla alternatif rock dinleyicileri arasında hissedilir bir heyecan yarattı.

Bütün bu festivallere baktığımızda, İstanbulluların kent içinde Küçükçiftlik Park ile Life Park arasında sıkışıp kaldığı görülüyor. Pozitif yetkilileri bu soruna çözüm olarak Kilyos’ta kalıcı bir festival mekanı yaptırdıklarını belirtiyor.

Müzik açısından da belirgin bir genel tercih söz konusu. Çok büyük isimlerden uzak durularak, popüler birkaç grupla orta ve küçük ölçekli festivaller planlanıyor. Aslında yurtdışındaki orta ölçekli bir festivalde bile, buradaki etkinliklerin tümünden daha fazla grup sahneye çıkıyor. Bizdeki bazı festivallerin müzikten daha fazlasını sunduklarını söyleyip moda, tasarım ve alışverişi gündeme getirmesi, bu açıdan dikkat çekici.

17 Mayıs 2009 Pazar

Lamb İstanbul'da


© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet Hafta Sonu/ 16 Mayıs 2009

İstanbul’un beğenilen müzik etkinliklerinden Chill-Out Festival’ın dördüncüsü 24 Mayıs Pazar günü yapılıyor. Downtempo radyosu Lounge 102 tarafından düzenlenen festivalin bu yılki konukları, Güney Afrika’dan Yoav, Arjantinli Axel Krygier, Almanya’dan Jazzamor ve Boozoo Bajou, İngiltere’den The Shortwave Set ve Lamb...

Kemer Golf & Country Club’da öğle saatlerinde başlayıp kesintisiz 12 saat boyunca sürecek olan festivalin en ilgi çekici konuğu ise, kuşkusuz Lamb... Manchesterlı ikiliyi, 2000’de Ömerli’de yapılan H2000 Festivali’nde, sağanak yağmur altında donma pahasına dinlemiştik. Unutulmaz bir gündü... Ama unutulmazlığın nedeni, yağmur ya da soğuk hava değildi. İliklerimize kadar hissettiğimiz şey, müziğin olağanüstü gücüydü; örneğine az rastlanacak kadar etkili bir canlı performans dinlemiştik.

1994 yılında Andy Barlow ve Lou Rhodes tarafından kurulan Lamb, trip-hop, caz ve drum’n bass’ı bir araya getiren karmaşık bir müzik yapıyor. Lou Rhodes’un yumuşak vokalinden yansıyan melankoli, Barlow’un elektronik sesleri ile garip bir uyum içinde... Gitar, davul, trompet ve yaylıların eşlik ettiği müziğin farklı bir çekiciliği var.

Öyle ki, “Cotton Wool”, “Gabriel”, “All In Your Hands” adlı şarkılar, dinlediğiniz anda alışkanlık yapabilir. Polonyalı klasik müzik bestecisi Henryk Gorecki’nin 3. Senfonisi’nden esinlenerek yazdıkları “Gorecki” ise, bana göre, gelmiş geçmiş en güzel aşk şarkılarından birisidir.

Beş albüm yaptıktan sonra, 2004 yılında ayrıldıklarında onları bir daha canlı dinleyemeyeceğimizi düşünüp üzülmüştük. Ama zaman, değişimi de beraberinde getirdi. Andy ve Lou, kendi solo çalışmalarına devam etseler de, bu yaz küçük bir Avrupa turnesine çıkmaya karar verdiler. Bu kapsamda İstanbul’a gelmeleri de büyük şans. Konserden önce melek sesli Lou Rhodes’la konuştuk.

Lamb’in bu yaz Avrupa’da gerçekleştireceği performanslar, bir birleşme işareti mi, yoksa daha ötesi var mı?

Bu yaz birlikte konser vermek üzere bir araya geldik... Fakat şu anda bunun ötesinde bir planımız yok.

2004 yılında Amsterdam Paradiso’daki konserinizi, Lamb’in son performansı olarak duyurmuştunuz. O günlerde grubun çalışmalarına son vermenizin nedeni neydi? Sadece ara vermeye mi ihtiyaç duydunuz, yoksa ciddi sorunlar mı yaşıyordunuz?

Ben, sadece ayrılıp kendi müziğimi yapmak istiyordum. Daha yalın ve akustik tarza yönelme eğilimindeydim. Ayrıca o dönemde, Lamb’in devrini tamamladığını düşünüyordum. Ama şu anda bu konudaki düşüncem oldukça farklı...

Ne değişti?

Ayrı kaldığımız dönemde, Andy de ben de kendi projelerimizle meşguldük. Ben iki solo albüm yayınladım ve şu anda üçüncü albümüm üzerinde çalışıyorum. Kendi solo konserlerimi veriyorum. Ayrıca “Ma Fleur” adlı albümde The Cinematic Orchestra ile çalıştım. “Crimson Wing” adlı Disney filmi için bir şarkı yazdım. Bütün bunlar, Lamb’in yeniden konser vermesi düşüncesine farklı bir açıdan yaklaşmama neden oldu. Sonuç olarak, kendimi yenilenmiş ve daha özgür hissediyorum.

Lamb olarak yeni bir CD ya da DVD çıkarma olasılığı var mı?

Ünlü Paradiso konserinden beri bir konser DVD’si yayınlamaya çalışıyoruz. Umarım yakında çıkarabiliriz!

Lamb’i farklı kılan ana unsur, müziğinizin tam olarak tarif edilememesi... Ama kesin olan şu ki, müziğiniz gerçekten çarpıcı... Bunun nedeni, müziğin içinde barındırdığı karşıtlıklar mı?

Evet, Andy ile ben birbiriyle çelişen yöntemlerle çalışıyoruz. Bunun temel nedeni, benim şarkı yazarı, onunsa prodüktör ve programcı olması. Ayrıca dünyadaki duruşumuz da farklı. Bir tür yin ve yang durumu söz konusu... Fakat neyse ki, iki karşıt unsuru bir araya getirdiğinizde, hiç beklenmedik şekilde büyülü bir şeyin doğabileceğini çok önceden anlamış durumdayız.

Gelecek hafta İstanbul’da konseriniz var. Nasıl bir performans olacak? Daha önceki yıllarda size eşlik eden müzisyenler de olacak mı konserde?

Son durumun nasıl olacağını tartışıyoruz hala ama Jonny Thorne’un (bass) bizimle olacağı kesin. Şarkıların üzerinden geçip hangilerini çalacağımıza karar vermeye çalışıyoruz. Bu yaz vereceğimiz konserleri ilk planladığımız sırada, Andy ve ben, her ikimiz de, şarkıların büyük bir kesimini ilk albümün yansıttığı yalınlığa çekmek istediğimizi hissettik. Ama sonuç olarak canlı performanslar, her türlü değişikliğe açık...

18 Mayıs 2008 Pazar

Chill Out Festival İstanbul 3 Yaşında




© Zülal Kalkandelen 2008
Cumhuriyet Hafta Sonu/17 Mayıs 2008

Özellikle İstanbul gibi stresi bol kentlerde yaşayanlar, hafta sonları rahatlamak için kaçacak yer arıyor. Kışın hepimiz yeterince kapalı mekanlarda tıkılıp kaldık. Ama artık bahar geldiğine göre, seçeneklerimiz daha fazla. “Gelecek hafta sonu nereye gitmeli?” diye düşünüyorsanız, size iyi bir önerim var: 25 Mayıs Pazar günü Kemerburgaz’daki Kemer Golf & Country Club’a doğru yola çıkabilirsiniz. Hayır, golf oymamak için değil; çimenlere uzanıp müzik dinlemek için! Çünkü Chill-Out Festival İstanbul, üçüncü yılını bu 10 kilometrelik orman alanının içindeki mekanda kutlayacak.

FARKLI ZEVKLERE HİTAP EDEN MÜZİK

Ülkemizin beğenilen downtempo müzik radyosu Lounge 102 tarafından düzenlenen festival, öğle saatlerinde başlayacak ve kesintisiz 12 saat sürecek. Etkinliğin en dikkat çekici özelliklerinden birisi, katılan sanatçıların cazdan trip-hop’a, latin’den etnik tarzlara kadar geniş bir müzikal yelpazeden seçilmiş olması.

Canlı performansları izlenebilecek grup ve sanatçılar arasında en merak edileni Morcheeba. İngiliz grup, trip-hop, rock, R & B ve pop etkilerini yumuşak vokallerle birleştiren müziğiyle ünlü. 1990’ların ortasında müzisyen kardeşler Paul ve Ross Godfrey’in kurduğu grup, toplama downtempo albümlerinin de vazgeçilmez ismi.

Bana göre Morcheeba’yı en ilginç kılan özellik, yaptıkları müziği kategorize etmenin zor oluşu. Zaman zaman değişik yöntemler kullanıp hiç beklemediğiniz yollara sapabiliyorlar, Bu bazen ilk anda garip gelse de, ortaya çıkan eklektik soundu bu maceracı anlayışa borçluyuz. Solistleri Skye Edwards’ın olağanüstü güzellikteki duygusal vokalinin, grubun uluslararası başarısındaki katkısı büyük. Morcheeba, İstanbul’da, sevilen eski şarkılarının yanı sıra, bu yıl çıkardıkları “Dive Deep” adlı albümden de yeni şarkılar çalacak.

EUROVISION’DA FRANSA’YI TEMSİL EDEN TELLIER DE GELİYOR

Festivalin bir diğer ilginç konuğu Sebastien Tellier. Ülkemizde ilk kez konser verecek olan Tellier, bu yıl Eurovision Şarkı Yarışması’nda Fransa’yı temsil ediyor. Üstelik Fransa için bir ilki gerçekleştirip şarkıyı İngilizce söyleyecek. Yarışmanın ertesi günü festivale katılacağı için, belki de bir Eurovision galibini ağırlıyor olacağız.

Tellier adını, özellikle 2001 yılında Fransız elektronik müziğinin en başarılı temsilcilerinden Air ile çıktığı turda duyurdu. 2005 yılında yaptığı hümanizm, sevgi ve barış konularına değinen “Politics” adlı albümüyle oldukça iyi tepkiler aldı. Bu albümde yer alan “La Ritournelle” adlı şarkı, bir dönem hemen her yerde çalıyordu ve birçok reklam filminde kullanıldı. Tellier, bu yıl ünlü grup Daft Punk’ın katkılarıyla “Sexuality” adlı bir albüm yayımladı. Adından da anlaşılabileceği gibi, albümdeki şarkıların esin kaynağı, aşk ve sevişme... Dinlemeye değer mutlaka.

Kaliforniyalı ikili Bitter:Sweet ise, melodileriyle Kemerburgaz’a Hollywood esintilerini taşıyacak. Çünkü onları özellikle film ve dizi müzikleriyle tanıyoruz. Şarkıları, “The Devil Wears Prada” başta olmak üzere birçok Hollywood yapımında ve “Grey’s Anatomy”, “Nip Tuck”, “Desperate Housewives” gibi ülkemizde de yayınlanan dizilerin soundtrack albümünde yer aldı. Kendileri, trip-hop ile caz’ı birleştiren müziklerini, Portishead, Zero 7, Serge Gainsbourg ve Everything But the Girl karışımı olarak tanımlıyorlar. Gerçekten heyecan verici bir tanımlama...

Bu yazıya ayrılan yerde 12 saatlik bir festivale katılan tüm gruplardan söz etmek olanaklı değil tabii ki. Bu nedenle fikir vermesi açısından bazı örnekler seçtim. Bunların dışında, İngiltere’den Ralfe Band, The Cuban Brothers, ABD’den Pacha Massive ve Avusturya’dan Parov Stelar’ın da aralarında olduğu başka katılımcılar da var. Ama bundan daha da fazlası, açık hava, bol oksijen ve yeşillik Chill Out Festival İstanbul’da!

Translate