Borusan Müzik Evi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Borusan Müzik Evi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Nisan 2015 Cuma

İSTANBUL'DA NOVA MUZAK MUCİZESİ: ALUK TOLODO + BEN FROST


24.4.2015

Garip bir kent İstanbul... Bir yanda içinde IŞİD gibi vahşi bir örgütün yuvalandığı haberleri geliyor, bir yanda Üsküdar Belediyesi'nin meydana koyduğu Kâbe maketini tavaf edenler çıkıyor; diğer yanda da sadece zulümsüz vegan ürünler satan Vegan Dükkan'da etsiz döner satılmaya başlanırken Ben Frost gibi deneysel müzik yapan sanatçılar kentte konser veriyor. Gericiliğin ve ilerici fikirlerin böylesine iç içe geçtiği enteresan bir kent İstanbul. Avrupa ve Amerika'nın daha uygar kentlerinin deneysel müziğe, ilerici akımlara kucağını açması beklenebilecek bir durum ama günümüzde kültürel ve düşünsel açıdan çağın gerisine doğru hızla yol alan bir ülkede bu çok daha şaşırtıcı. Düşünsenize en büyük meydanındaki kültür merkezi yedi yıldır keyfi bir kapatmaya maruz kalan ve bunun sorgulanamadığı bir kent İstanbul. Tarihten gelen belli bir birikimi var elbette ama o kültürün son 13 yıldır nasıl sıkıştırılıp bastırıldığını hepimiz biliyoruz; burada ayrıca anlatmaya gerek yok...

Bu giriş biraz karamsar gelebilir ama sadece dün akşam Borusan Müzik Evi'ndeki konserden eve dönerken aklımda beliren düşünceleri paylaşmak istedim.

Konsere dönersek... İstanbul'da müzik adına güzel şeyler de oluyor ve bunlardan biri de kesinlikle Borusan Müzik Evi ve Kod Müzik işbirliği ile gerçekleştirilen Nova Muzak serisi. Bohren & der Club of Gore, Earth, Robin Guthrie, Alva Noto ve Blixa Bargeld, Nils Petter Molvaer, Moritz von Oswald Trio, Eivind Aarset ve Jan Bang, Murcof, Keiji Haino, Fennesz, Lillevan, Hauschka gibi son derece ufuk açıcı müzisyen ve grupların hepsini bu sayede canlı dinledik. Zaten listedeki bu isimleri arka arkaya okuyunca bile nasıl sıradışı bir iş başarılmış olduğu anlaşılıyor. Dün akşam bu serinin 16. etkinliğinde Fransız deneysel rock üçlüsü Aluk Tolodo ve deneysel elektronik müzik sahnesinin dahi yeteneklerinden Ben Frost'u dinledik.

Üç müzisyenden oluşan Aluk Tolodo hakkında fazla bir bilgim yoktu ama konserden önce yaptığım araştırmalar sayesinde nasıl bir performans ile karşılaşacağıma dair bir fikrim oluşmuştu. Yeraltı black metal dünyasının önde gelen gruplarından Diamatregon ve Vediog Svaor'un eski üyelerinden oluşan grup, space rock, black metal ve krautrock'ın kaynaşmasından oluşan gürültülü, karanlık ve ritmik tekrarlara dayalı bir müzik yapıyor. Dün akşam da enstrümanlarına ellerini sürdükleri andan itibaren hiç ara vermeden, bir saat boyunca zaman zaman hızlı gitar rifleriyle noise rock'a dönen, sonra doom ambient'a yönelip ardından ritmik yapıyı canlandırarak progresif rock sularına giren, saykedelik etkileşimi yüksek bir set sundular.

Grup çalarken, yılmadan tekrarladıkları, matematiksel bir kurguyla oluşturulan ses örgülerinin ve ritimlerin yarattığı hipnotik etkiye kapılmamak olanaksız. Ancak aynı zamanda uyum kadar uyumsuzluk, aksaklık ve tuhaf ritmik yapılar da barındırıyor müzik. Bir bütün olarak değerlendirildiğinde çok sert, başına buyruk bir karakteri var; bir reddediş, bildiğini okuma söz konusu. 2012'de yayınladıkları ve kapağında bir yanardağın yer aldığı albüme "Occult Rock" adını vermişler. Bu isimle anılan türle herhangi bir ilgilerinin olmadığını, bu ifadeyle müziklerinin sound açısından, tematik ve estetik olarak yaşadığımız evrendeki gizli güçler ve akıl ile ilişkili olduğunu anlatmak istediklerini söylüyorlar. Yanardağ da simyasal dönüşümün ve primordial titreşimin sembolü olarak görülüyor.

Bütün bunları bilerek grubu dinlediğinizde, gitarların [Matthieu Canaguier (bas gitar), Stantidas Riedacker (gitar)] adeta ayaklarınızın altındaki tabanı sarsıp kulaklarınızda uğultu yaratan titreşimi ve davulcu Antoine Hadjioannou'nun tam anlamıyla gözlerinin dönercesine, gerçekten gözlerinin sadece beyazı görünür hale gelinceye kadar kendinden geçerek çıkardığı mükemmel vuruşları çok daha derinden hissediyorsunuz. Grubun performansından sonra Hilmi Tezgör ile konuşurken, davulu daha fazla duymak istediğini, o nedenle müziğin içine fazla giremediğini söyledi. Ben sanırım tavandan sarkıtılan tek bir büyük ampülün ve yandaki spot ışıkların aydınlattığı sahnede o müziğin içine doğrudan daldım, kapıyı da çalmadım.



Aluk Tolodo'nun performansından sonra, salondaki dinleyici sayısı biraz daha artsa da, Ben Frost gibi bir müzisyeni dinlemeye daha fazla dinleyici geleceğini ummuştum açıkçası. "A U R O R A", 2014'ün en güzel albümlerinden biriydi; en azından sadece bu nedenle bile daha fazla ilgiyi hak ediyor. Borusan Müzik Evi'nde dün tam olarak kaç kişiydik bilemiyorum ama o akşam orada olmak, İstanbul'da yapabileceğimiz en iyi işti bence.

Minimalist, enstrümantal deneysel müziğin bana göre günümüzdeki en yetenekli prodüktörlerinden biri Ben Frost. Film ve sahne performansları için yaptığı müziklerle de besteci yönünün gücünü tartışmasız kanıtladı.

Borusan Müzik Evi'ndeki Ben Frost performansını kelimelere dökebileceğimden, üzerimde yarattığı etkiyi net bir şekilde anlatabileceğimden emin değilim. Aluk Tolodo ile örtüşen yanları vardı; Frost'un endüstriyel gürültüler, elektronik dokular ve gerçek dünyadan seslerle oluşturduğu müziğinde de ciddi bir meydan okuma var, uysal ya da yatıştırıcı değil. Aksine insana duvarları indirtip, önüne geleni yıkabilecek bir direniş gücü veriyor. Karanlığın içinden sıyrılıp her adımda daha derinleşen oluklara dalıyorsunuz ama gücünüz azalmıyor. "The Carpathians" adlı parçada can çekişen bir hayvanın hırlamasını dakikalarca dinlerken vahşi bir dünyada yaşadığınızı duyumsuyor, ürküyor ama yılmıyorsunuz. Bu sözler bir kabusu aklınıza getirmesin; gerçekleri tüm çıplaklığıyla önünüze seren müziğin kurduğu alternatif evrende farklı bir boyuta geçiyorsunuz. Ben Frost'u dinlerken uzaylılar müzik yapsa böyle olabilirdi diye geçirdim içimden. Bu dünyayı ve alternatif evreni olağanüstü bir kurguyla bir araya getirebilen bir müzik...

Aluk Tolodo'nun müziğinde çoğunlukla tekdüze seyreden ruh haliniz Ben Frost'un müziğiyle dalgalanma içine giriyor. Etkisi çok yoğun ve sarsıcı bir dalgalanma bu. Ancak ilginçtir, Ben Frost'un aralıksız yaklaşık 1.5 saat süren seti sonunda yıpranmışlık hissetmiyorsunuz; tersine ruhunuz coşkuyla yüceliyor. Sosyal medyada birinin "uzun süreli depresyonda tehlikeli" diye yazdığını gördüm; bence tam tersine, anlatmaya çalıştığım bu katartik etki nedeniyle o tür bir durumda çok yardımcı olabilir.

Ben Frost dünkü performansında daha çok "A U R O R A"dan kesitler sundu bize. Başlangıçta omzunda asılı duran gitarı sanırım bir ses probleminden dolayı kullanamadı. Sahnede tek başına durup mucizeler yaratan müzisyenlerden biri o da. Çok katmanlı müziği sadece ruhumu bir kıyıdan diğerine savurmakla kalmadı, minimalist teknoya yöneldiği anlarda dans da ettirdi. Sabaha kadar çalsa orada öylece durup ayakta dinlerdim. Bana göre, insanoğlunun deneyimlediği en iyi şeylerden birisi Ben Frost'un müziği... Yılın en güzel konserleri listeme girdi elbette.



(Fotoğraflar bana aittir.)

20 Şubat 2013 Çarşamba

Borusan'da Bir Tortoise Gecesi


20.02.2013
 

Dün akşam Tortoise'u üçüncü kez canlı dinledim. İlkinde Amsterdam Melkweg'de Broken Social Scene konserinde ön grup olarak çıkmışlardı. İkincisi ise, geçen sonbaharda New York Webster Hall'da yapılan Thrill Jockey plak şirketinin 20. yılını kutlama gecesiydi. Bunları yazmamın nedeni, üçüncü defa çok daha ufak bir salonda gördüğümde bir kıyaslama yaptığımı belirtmek için.

Dün akşam Borusan Müzik Evi'nde sık gördüğümüz uygulamanın tersine, dinleyicilerin tümü ayaktaydı ve buna karşın mekan tamamen doluydu. Gruba ilgi gösterilmesine çok sevindiğimi belirtmeliyim; çünkü Tortoise o ilgiyi gerçekten hak ediyor.

Daha önceki iki konserde olduğu gibi İstanbul'da da grup içinde artık iyice oturmuş olan uyumu yansıtan bir dinamizmle çaldı Tortoise. Başlangıçta davul pedalının bozulması ve arada yaşanan bazı ses aksaklıkları çok da sorun olmadı; büyük bir profesyonellikle hepsinin üstesinden geldiler.


Tortoise konserlerinde en çok dikkatimi çeken nokta, soundun bir organizma gibi gözünüzün önünde ortaya çıkışına tanık olmanız. Beşlinin karşılıklı atışmaları, son derece organik bir şekilde girdikleri yan yollara dinleyiciyi de aynı tutkuyla taşımalarına neden oluyor. John McEntire, John Herndon ve Dan Bitney'in iki davulu dönüşümlü çalışları ve Jeff Parker'ın gösterişe kaçmayan ama varlığını belli eden incelikli gitarı Tortoise'ın müziğinin temelini oluşturuyor. Hiçbirisi bir diğerinin önüne geçmeye çalışmıyor; tamamen eşitlikçi bir müzik üretimi bu. İşin ilginci, doğaçlamalara da yansıyor aynı anlayış. Kimse kendini kaybedip alıp başını gitmiyor; birbirlerinin dilinden çok iyi anlayan beş müzisyenin deneysel macerası da şaşırtıcı; ritim temelinde şaşmayan bir uyumları var. Müziklerini dinlerken o ritimlerin peşine takılıp sürükleniyorsunuz.

Her ne kadar Tortoise için, benim de benimsemediğim bir şekilde, yaygın olarak "post-rock" grubu dense de, içinde önemli oranda caz, progresif rock ve elektronik unsurları taşıyan bir müzik yapıyorlar. Dün Borusan Müzik Evi'nde 2009 tarihli son albümleri "Beacons of Ancestorship"in ilk şarkısı "High Class Slim Came Floatin' In" ile başladıkları konserde, hem o albümden hem de ilki dışında daha önce yayımlanan dört albümde yer alan şarkıları çaldılar. Baştan sona kadar dinleyicinin ilgisi hiç kopmadı. Müziğiyle, dinleyicisiyle, atmosferiyle güzel bir konserdi. Artık üçüncü deneyimden sonra rahatlıkla söyleyebilirim: Tortoise, sadece iyi müzik yapmakla kalmıyor, aynı zamanda çok iyi bir konser grubu.

Setlist: High Class Slim Came Floatin' In - Gigantes - Monica - In Sarah, Mencken, Christ and Beethoven There Were Women and Men - Minors - The Suspension Bridge at Iguazu Falls - Along the Banks of Rivers - Benway - Charteroak Foundation - Dot/Eyes - Prepare Your Coffin - Crest - Bis: Glass Museum - Salt the Skies

(Fotoğraflar bana aittir.)

3 Aralık 2012 Pazartesi

Sosyalizm, Egoizm ve Deneysellik


© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet / 3 Aralık 2012 

Borusan Müzik Evi, geçen hafta sonunda müzik dünyasının önde gelen iki deneysel ismini ağırladı. Elektronik müzik bestecisi/görsel sanatçı Carsten Nicolai, diğer adıyla Alva Noto (AN) ve ses sanatçısı Blixa Bargeld’ı (BB) buluşturan ANBB projesine canlı tanık olmak, özel bir deneyimdi. Endüstriyel müziğin Batı Berlinli temsilcisi Einstürzende Neubaten’in kurucularından Bargeld’ı, ayrıca Nick Cave and the Bad Sees grubunda yer aldığı yıllardan da tanıyoruz. Carsten Nicolai ise, ses algısı ve frekansları üzerine teroriler geliştirip, ürettiği grafik analizler sayesinde sesleri ritmik dokunuşlarla bezeyen Doğu Almanya doğumlu bir besteci. 

Borusan’daki konser sırasında 2010 tarihli tek albümleri “Mimikry”den parçaların yanı sıra, albümde yer almayan doğaçlamaları da dinledik. Blixa Bargeld, bir yandan yerdeki loop pedallar ve elindeki kumanda aracılığıyla canlı ve önceden kaydedilmiş vokallerini manipüle ediyordu. Bargeld’ın attığı çığlıklar, hırlamalar, fısıldarcasına çıkardığı seslerle oynayıp işleyen Alva Noto, yarattığı anlık elektronik titreşimleri zaman zaman düşük tempolu tekno ritimleriyle, zaman zaman da glitch’e varan altyapılarla buluşturdu.

Blixa Bargeld’ın olağanüstü bir konsantrasyonla kontrol ettiği güçlü sesine, sahnedeki karizması ve delici bakışları da eklenince, dinleyiciler üzerinde hipnotik bir etki yaratıyor. Bir de bu karakter, Alva Noto’nun adeta başka bir dünyada kurgulanan ses dünyasına girince, tanık olduğumuz benzersiz bir konserdi. Zevkli bir ürperti ile sarsıcı bir büyülenme arasında gidip gelen duygular uyandırdı içimde. 
Konseri birlikte dinlediğimiz Sevin Okyay, bir ara espriyle Mesela ikisi de sapık olsa, ben Blixa’yı tercih ederim; Carsten daha korkunç görünüyor!” dedi. Tamamen kendi dünyasına kapanmış, başka bir şeyle ilgilenmiyordu Alva Noto; bir an gözlerimin buluştuğu Blixa Bargeld daha sert gelmişti bana. 

Ertesi sabah röportaja gittiğimde ikisinin de sahne dışında daha farklı olduklarını gördüm. Blixa Bargeld’ın röportajlarda aksi davrandığını, hatta beğenmediği sorularda insanı tersleyebileceğini çok duyduğumdan her zamankinden biraz daha fazla heyecanlıydım. Ama The Marmara Pera’da buluştuğumuzda her ikisi de güleryüzlüydü, hatta röportaj sırasındaki gülüşmeler etraftakileri ve açıkçası beni de şaşırttı. 

Blixa Bargeld, Alva Noto’ya göre çok daha baskın bir karakter; sorulara daha kapsamlı yanıt veren de o oldu. Alva Noto, oldukça çekingen ve sakin birisi. Blixa, hızlı hızlı neredeyse gürleyerek konuşurken, o kısık bir ses tonuyla adeta mırıldanarak konuşuyor. Birisi Batı Almanya’dan, diğeri Doğu Almanya’dan... Çok farklı görünüyorlar, farklı müzik yapıyorlar ama iyi ki buluşmuşlar. 

Röportaj için ayrılan 20 dakikada konuştuklarımız aşağıda. Biz konuşmaya başlamadan önce, tur menajeri Blixa Bargeld'ın önceki projelerden, özellikle Nick Cave and the Bad Seeds ile ilgili soru sorulmamasını istediğini iletti. Ben zaten o konuda soru sormayı planlamamıştım ama röportajda kendisi ilginç bir şekilde konuyu oraya getirdi. Alva Noto birkaç dakika gecikince, onu beklerken Blixa Bargeld'a konser sırasında İstanbul hakkında söylediği sözü sorarak sohbeti başlattım.

Blixa, siz dün konserde “Bir süredir buraya gelmemiştim. İstanbul ilginç bir kent” dediniz. Ne gibi değişiklikler gözlemlediniz?

BB: Buraya hangi aralıklarla geldiğimi tam olarak hatırlayamıyorum ama her geldiğimde bir öncekine göre büyük farklar oluyor. 2001’de buradaydım, en son 2004’te gelmiştim. O arada gelip gelmediğimi anımsayamıyorum. Kentin bir aşamadan diğerine geçişini görebiliyorum. Özellikle 2001 ile bugün arasında çok fark var. 

Ne gibi farklar?

BB: Şarkı söyleyen bir dansçı olarak (bunu söylerken güldü) çok yer geziyorum. Bana kentin doğası hakkında fikir veren birtakım incelikli ipuçları var. Bugün çok daha fazla şık restoranlar, güzel tasarlanmış yerler, modern binalar görüyorum. 

Ama özellikle bu bölgede onların önemli bir kısmı seçkinleştirme (gentrification) politikasının bir sonucu...

BB: Seçkinleştirme, bir yeri kısa bir süre ziyaret edenlerin değil, o bölgenin, kentin içinde yaşayanların fark edebileceği bir değişim. Daha önce nasıl olduğunu bilmiyorum. İstanbul’un topografisi hakkında da bir fikrim yok. Farklı bölgelerini gördüm. Beni havaalanından alıyorlar. Aslında bir numaralı ipucu orası. Artık tamamen farklı görünüyor. Sonra otele geliyorum. Otel çok başka. 2001’de bir otelde kalmıştım. Pek iyi değildi. Odanın kapısını açar açmaz, “Autobahn tarzı!” demiştim. Ayrıca 2004’te herkes bana Türkiye’nin Avrupa Topluluğu macerasını soruyordu. Artık kimse sormuyor.

Çünkü hükümetin politikaları sonucunda kimsenin o konuda umudu kalmadı. 

BB: Evet, ama 2004’te de katılmak gerektiğini düşünmeyenler epey vardı. 



“ZORLUK OLMASA DENEMEYE DEĞMEZDİ”

ANBB projesi nasıl başladı? Bu işbirliğinin olabileceğini ne zaman, nasıl düşündünüz?

BB: Aslında farklı iki ülkeden olduğumuz için birbirimizi çok eskiden tanımıyorduk. 

AN: İlk olarak birkaç kere akşam yemeğinde buluştuk. Birbirimizi tanıdıkça birlikte bir şeyler yapma fikri doğdu ama ilk başta bunun bir parça için ya da albüm için olup olmayacağı belli değildi. 

BB: Önce beraber çalışmanın zorluklarını konuştuk. Ben artık daha fazla albüm yapmak istemediğim bir dönemdeydim. Bunu yapmak istemiyordum.

Ama yaptınız. 

BB: Evet, sonunda yaptık! (Burada ikisi de kahkaha attı. Anlaşılan ikisi de bunu beklemiyormuş.)

Blixa Bargeld, bilgisayarla müzik yapan tek bir insanla çalışmak sizi nasıl etkiledi? Alva Noto’nun müziği bir vokalist olarak size hangi açıdan zorluk getirdi?

BB: Bilgisayarla çalışmaktan kaynaklanan bir zorluk olmadı. Modern dünyada herkes bilgisayarla çalışıyor. Ama tek bir insanla çalışmak, grupla çalışmaya göre tamamen farklı bir süreç. Grupta müzisyenler arasında kimyasal ve sosyal bir etkileşim söz konusu. Keman çalan tek kişiyle de çalışsanız yine gruptaki gibi olmuyor. İki insanın bir stüdyoya girip müzik yapması çok farklı ve zor. Ama eğer zorluk olmasaydı, bunu denemeye de değmezdi. 

AN: Bizim müziğimizle ilgili bilinmesi gereken şu. İlk başta canlı performansla başladık işe. Deneysel çalışmalarımızı doğrudan o performanslar sırasında yaptık. Ondan sonra stüdyoya girip parçaları tekrar çaldık. Müziğin doğuşu böyle oldu.

Ben de stüdyodaki çalışma şeklinizi soracaktım. Şarkı sözleri ve sound açısından birbirinize önerilerde bulunuyor muydunuz, yoksa kesin bir ayrım var mıydı?

BB: Berlin’de internet üzerinden canlı performans yayınlarının da yapılabildiği özel bir stüdyoda kayıt yaptık.Ben vokal manipülasyonu için gereken aletlerimi getirdim. Carsten elektronik aletlerini kurdu. Canlı performans yapıyormuş gibi bir atmosfer yarattık. 

AN: Bazen durup “Bu ilginç. Bunu şöyle de yapabiliriz” diye konuşup tekrar kayda geçtiğimiz de oldu. 

BB: Dün konserdeydiniz. Orada dinlediğiniz şarkılardan birisi bu albümde bile yok. Kaydedip albüme almadıklarımız var. 3 parçayı hiç canlı çalmadık. 

Doğaçlama önemli yer tutuyor müziğinizde.

BB: Evet, öyle. Birbirini tekrar eden parçalar kaydetmemeyi garanti altına almak için, müzik yapma sürecinde tüm kapıları açık bıraktık. 

Alva Noto, Blixa ile çalışmak sizi ne yönde etkiledi? Çünkü daha önce yaptığınız işbirliklerinden çok farklı. Bir de merak ediyorum; insanları bilgisayarlardan daha eğlenceli buluyor musunuz? (Bu soruya çok güldüler.)

AN: Evet, evet... Bu işbirliği çok farklıydı. Çalışmaya başlamadan önce konuşup halletmemiz gereken şeyler vardı. Bu tür bir çalışma benim için yeni bir durumdu. Grup fikri bana çok uzak. İki kişi bile olsa benim buna alışmam için bir süre gerekti. 

BB: Raster Noton’un yayımladığı en pahalı albümü yaptık. Her şey çok zaman aldı. Normalde bunu başkası yapsa kovulurdu.

Yıpratıcı mıydı sizin açınızdan?

AN: Hayır, ben gerçekten keyif aldım. Ses mühendisimiz vardı. Normalde onu da ben yaparım. 

BB: Yaylıları da kattık albüme. Yaptıkları kaydı manipüle edip kullandık. Bunlar önemliydi. 



BLIXA BARGELD’IN NEFRET ETTİĞİ İKİ SORU

Müziğinize yansıttığınız estetiği hangi kültürel dinamikler, ideoloji ya da akım besliyor?

BB: Bu soruya zekice bir yanıt vermek isterdim ama bu konuda düşünmemiştim. Hmm... Bilmiyorum. Egoizm? (Bunu duyunca Alva Noto ile ben kendimizi gülmekten alamadık.)

AN: Benim için sosyalizm. Sosyalist bir ülkede doğup büyüdüm ve bütün eğitimimi etkiledi bu. Doğu Almanya’da hayat, sosyal algı tamamen sosyalizme göre şekillendi. Blixa senin de benzer deneyimlerin oldu...

BB: Evet, ama Berlin Duvarı ile ilgili sorular benim en nefret ettiğim röportaj soruları. Bir de “Nick Cave ile yeniden çalışacak mısınız?” sorusu... İkisi beni delirtiyor ama yine de karşıma çıkar. 

Ben onları sormadım, bu konuyu siz açtınız. 

BB: Batı Berlin varlığını sürdürdüğü sürece, yaptığım işlerde kentin önemli rolü olduğunu hiç düşünmedim. Ama ne zaman ki Batı Berlin ortadan kalktı ve oraya büyük bir akın oldu, o zaman içinde bulunduğum durumun benim düşünce sistemimde etkili olduğunu gördüm. Bunu işi estesizm olarak adlandırmaya vardırmayacağım; duvarın varlığından kaynaklanan bir estetik algısı olduğunun farkında değildim. Duvarın etkisi ancak o yıkıldıktan sonra belirdi. Bence her ikimiz de şunu söyleyebiliriz: Doğup büyüdüğümüz ülke artık yok. 

Konser sırasında müziği dinlerken sizinle ilgili aklımda bazı düşünceler belirdi. Alva Noto sizi sesi resimleyen olarak gördüm. Blixa Bargeld, sizi de dev bir ses evreninin içinde farklı karakterleri canlandıran bir aktör olarak düşündüm. İkinizin ortaya koyduğu performans ise, bilimkurgu, korku, cut-up tekniği, fantazi ve büyülü gerçekçiliğin topluca devreye girdiği, sese dayalı bir tür kurmacaydı. Bu doğru bir gözlem mi?

BB: Evet, benim durumum tabii Carsten’ınkinden farklı. Elektronik seslerin ve manipülasyonun yaratabileceği olasılıklar var. İşi tamamen berbat edebilirim, farklı bir şey ortaya çıkabilir ya da sesimle yapabileceğim her şeyi istediğim gibi yaparım. Bu tür bir belirsizlik, herhangi bir enstrümanın önerebileceğinden çok daha farklı. Bu her şeyi otomatik olarak değiştiriyor. Sahnede görünmüyor olsam bile bu bütün enstrümanların durumundan ayrı bir şey. Diğerlerinin hepsinde önceden belirlenmişlik söz konusu. 

Sizin vokalinizin içinde farklı karakterler, hatta farklı türler vardı. Mesela maymun, yarasa sesleri duydum ben. 

AN: O 'mimikry' işte. 

KENDİ KENDİNE ÖĞRENMENİN AVANTAJI

Brian Eno’nun bir sözü var. “Müzik alanında akademik eğitime sahip olmamanın en ilginç yanlarından birisi, bazen şaşırtıcı sonuçlar elde etmektir; öyle bir an gelir ki daha iyi biliyor olsaydınız varmayacağınız yerlere varırsınız” diyor. Her ikinizin de akademik bir müzik geçmişi yok. Bu konuda katılır mısınız Eno’nun görüşüne?

AN: Evet, yani belli bir eğitim almadıysanız daha özgürsünüz anlamına geliyor bu. 

BB: Hayatım boyunca öğrendiğim her şeyi kendi kendime öğrendim, hiçbir akademik eğitim almadım. Ne yaparsanız yapın, öğrenmeye ilginiz yoksa kesinlikle bir yerde sıkışır kalırsınız. Birçok genç sanatçı, sadece tek bir şey buluyor ve sürekli onu tekrar ediyor. Ben asla bunu yapamam. Her yaptığım işte yeni bir şey öğreniyorum. Bu da bir sonraki yapacağım şeyi etkiliyor ve hep yeni yollara giriyorum. O nedenle bilgilenme yöntemimi akademik kariyerle kıyaslayarak bir şey söyleyemem. Tamamen farklılar çünkü. Benim sesimle yaptıklarımı bir hoca görse, “sesini mahvedeceksin” diye tutturur. Oysa ben uzun zamandır bu sesle şarkı söylüyorum ve gayet de mutluyum. 

Alva Noto siz bu anlamda deneyselliğe nasıl yaklaşıyorsunuz? 

AN: Benim de akademik geçmişim yok. Bizim yolumuz zor. Her şeyi kendi kendinize öğreniyor, sürekli yanlışlar yapıyor ve düzeltiyorsunuz. Ama bunun sonucunda kendinize özgü bir sound da ortaya çıkarma şansı oluyor. Belki herkesin bildiğini baştan bilseniz, o soundu bulamayacaksınız. İşte o anda önceden bilmemenin ya da kendi kendine öğrenmenin avantajını görüyorsunuz.

BB: Kesinlikle hemfikirim.

Peki neden bütün bu zorlukların peşinden gidiyorsunuz? Müzik yapmaya sizi çeken ne? Bunu soruyorum; çünkü siz aynı zamanda görsel bir sanatçısınız.

AN: Yaratıcılık güdüsü...

BB: Eskiden sanat camiasında söylenen bir söz vardı. “Biz metalle çalışıyoruz; o metalin ne olduğu önemli değil” derlerdi. Bana “müzisyen misin?” diye sorulunca düşünüyorum da müzisyen denilen çoğu kişiyle ortak noktam yok. O zaman “sanatçıyım” diyorum. Heykeltraşı düşünün mesela, herhangi bir metalle de heykel yaratılır, seslerle de...

Müzik sanatçının duygu ve düşüncelerini açıklamak için kullandığı yollardan birisi demek en iyisi bu durumda.

BB: Vergi formuma müzisyen de yazsam, sanatçı da yazsam aynı vergiyi ödüyorum. Benim açımdan kesin çizgiler çizmek anlamsız. Sesle de çalışabilirim, ışıkla da... Yıllar içinde öğrendiklerinizi farklı yerlerde, farklı materyallerle çalışırken uygulayabilirsiniz. Burada önemli olan, o çalışma sürecinin arkasındaki yaratıcılık faaliyeti. Onu ses ile sınırlamıyorum.

Birlikte yine albüm kaydetmeyi planlıyor musunuz?

BB: Eğer bu dünyada hâlâ bunu yapmanın yolları varsa kaydedebiliriz. 

2002’de hayranların internet üzerinden üye olarak albüm yapımına katkıda bulundukları bir model geliştirmiştiniz. Sizin için nasıl bir deneyimdi?

BB: Evet, crowdfunding (kitle fonlaması) deyimi bulunmadan önce biz onu yapmıştık. İyi bir deneyimdi ama zordu. Finansal ve teknik olanaklar sınırlıydı. İnternet bu kadar gelişmiş değildi. İlginç bir süreçti, kurduk, yaptık ama sonra bıraktık.

(Yazının girişinde kullandığım ilk fotoğraf Özge Balkan tarafından çekildi. Çok beğendiğim için burada kullandım. Diğerleri ve videolar bana ait. Konser öncesinde Borusan'daki görevli arkadaşlardan çekim için izin almıştım ama kimse Blixa Bargeld'ın tepkilerini tam olarak tahmin edemediğinden, makineyi çekinerek kullandım. Bir şarkıyı baştan sona çekemememin nedeni o. Ne yazık ki meşhur çığlıklara da denk gelmedi.)

-

19 Şubat 2012 Pazar

Alva Noto @ Borusan Müzik Evi


Alva Noto (asıl adıyla Carsten Nicolai) dün gece İstanbul'da ilk performansını sundu. İşitsel-görsel çalışmalarıyla bugüne kadar aklımızı başımızdan aldığı için büyük heyecanla gittik Borusan Müzik Evi'ne. Biletlerin tamamı satılmıştı; böylesine sıra dışı ve deneysel bir isme gösterilen ilginin yoğunluğuna tanık olmak sevindiriciydi.

Alt kata beş tane masa konulmuştu ama çok sayıda insan ayakta dinledi performansı. Üst kata ise büyük yastıklar yerleştirildiği için onların üzerine yayıldık. Ancak burada yeri gelmişken söylemek isterim; yastıkların üzerinde bir yere dayanmadan uzun süre aynı pozisyonda oturmak çok zor. Bence Vladislav Delay'de olduğu gibi sandalyeler tercih edilse daha iyi olurdu.

1996'de Berlin'de kendi kurduğu Raster-Noton adlı plak şirketinden çıkardığı albümlerinde, elektronik müziğin alt türlerine alışılmadık yaklaşımlar getirip, farklı sesler bulmaya kendini adayan bir isim Carsten Nicolai. Onun müziğini dinlerken faks, teleks ve telefon gibi aletlerden çıkan her türlü cızırtı, titreşim ve bipleme türü rahatsız edici sesi duymak mümkün.

Kullandığı elektronik aletlerle özgün ses kümeleri yaratıp insanı bulunduğu ortamdan çıkarıp başka bir dünyaya sürükleyen bir müzik yapıyor. Müziği bir perdeye yansıtılan son derece ustaca hazırlanmış görseller eşliğinde dinleyince, kapılıp gidiyorsunuz onun yarattığı evrene.

Görsellerin ise, sadece renkler, çizgiler ve noktalardan oluştuğunu belirtmekte yarar var. Bu tercihin, yaptığı müzik açısından hayati olduğu aşikar. Osilatör ve ses jeneratörleriyle yarattığı seslerde ve touchpad ile yönlendirdiği görsellerde dinleyicinin/izleyicinin duyup gördüğünü aynı şekilde yorumlamasına neden olacak bir manipülasyon yok.

O nedenle ben dün geceki performansı herkesin farklı bir şekilde deneyimlediğini düşünüyorum. Eminim kimisi geçmişe sürüklendi, kimisinin zihninde belli belirsiz görüntüler şekillendi, kimisi de benim gibi birkaç kere görüntülere kapılıp adeta hipnotize oldu. Alt katta kendini müziğe kaptırıp kendinden geçen sadece iki kişi vardı; onların dışındakilerin kafaları ve ayakları ritme eşlik etse de sakindi ortam.

Deneysel müziğin sınırlarının olmadığını kanıtlayan, müthiş bir yetenek Carsten Nicolai. Dün Borusan'dan eve dönerken attığım tweette "Bir insanın Alva Noto'nun müzikte geldiği noktaya gelmesi için çok sıra dışı bir aklı ve üstün bir yeteneği olmalı. Respect!" yazmıştım. Burada da bir daha yinelemek istedim: Alva Noto'ya saygılar!

Aşağıda performans sırasında çektiğim iki kısa videoyu paylaşıyorum. Canlı dinlemenin yarattığı etkiyi asla yaratamaz ama bir fikir verebilir belki... Son söz olarak, Nova Muzak Series kapsamında müziği algı kalıplarının dışına çıkaran ufuk açıcı isimleri arka arkaya İstanbul'a getiren Borusan Müzik Evi'ne teşekkür ederim.





-

Translate