6 Ocak 2014 Pazartesi

"Bağımsız Müziği Desteklemek" başlıklı panel üzerine düşünceler


By on 12:55:00

Bant Magazine'in organizasyonuyla hafta sonu Babylon'da gerçekleştirilen Demonation Festivali kapsamında, dün bir panel vardı. Ben de "Bağımsız Müziği Desteklemek" başlıklı panele konuşmacı olarak davet edilenler arasındaydım. Diğer katılımcılar şöyleydi: Pozitif Live Müzik Direktörü Murat Abbas, İKSV Salon Direktörü Bengi Ünsal, Karga'nın DJ'i ve Karga Mecmua'nın Yayın Yönetmeni Tayfun Polat, Müzisyen, eğitmen ve Replikas'ın gitaristi Barkın Engin, Peyote'nin işletmecisi ve Peyote Plak'ın kurucusu Tunç Mestçi, Play Tuşu adlı siteyi temsilen Club Bangkok üyesi Doğu Orcan. Paneli yönetenler ise, Bant Magazine ekibinden her ikisi de müzisyen olan James Hakan Dedeoğlu ve Ekin Sanaç idi.

Saat 16.00'da Babylon Lounge'da buluştuğumuzda, paneli izlemeye gelenlerin çoğunluğu, sektörden tanıdığımız müzisyen, organizatör, menajer, blogger, yazar ve DJ arkadaşlardı. Dolayısıyla bağımsız müziği destekleme gibi önemli bir konuyu biraz kendi kendimize konuşuyor gibi olduk. Ama yine de yaklaşık 2.5 saat süren toplantı, bazı temel sorunları ortaya koyması bakımından faydalıydı.

Söz bana verildiğinde görüşlerimi açıklamaya çalıştım ancak uzun konuşup diğer katılımcıların söz hakkını almamak açısından fazla uzatmadım. Hem bazı noktaların altını çizmek hem de paneli izleyemeyenlere bilgi vermek açısından bir yazı yazmamın iyi olacağını düşündüm.

BAĞIMSIZ MÜZİK NEDİR?

Öncelikle "Bağımsız müzik nedir?" sorusuna yanıt arandığında dile getirilen bir görüşe karşı çıktım. Tayfun Polat, bağımsız müziğin müzisyenin bağlı olduğu plak şirketi ile ilgili olmadığını, bu kavramın müzisyenlerin tavrıyla açıklanabileceğini söyledi. Ancak bilindiği gibi "bağımsız müzik" ifadesi, İngilizce "independent music" kavramından gelir; onun kısaltılmasıyla "indie music" denilmeye başlanmıştır. Doğrudan müzisyenlerin bağlı olduğu plak şirketinin bağımsız olmasıyla ilgisi vardır. Albümleri uluslararası boyuttaki büyük bir ticari firmadan yayınlanan müzisyen/grup bağımsız müzik çatısı altında yer almaz. Albümün üretim aşamasından, tanıtımına ve dağıtımına kadar her aşamasına yansır bu. Plak şirketlerinin müdahalelerinden bunalan müzisyenlerin anlattıklarını ben çok dinledim; neden bağımsız şirketlerle çalışmaya başladıklarında verimlerinin arttığını bilmeyen varsa doğrudan müzisyenlere sorsun.

Zaman içinde ana akım dışında kalan müzisyenlerin birbirlerinden etkilenip geliştirdikleri benzer sound'lar ortaya çıktı ve bunların "indie" diye nitelenmesiyle yanlış bir tanım doğdu. Indie rock, indie pop, indie folk vb. farklı "indie" türleri varmış gibi bir düşünce oluştu. Mesela Coldplay'in yaptığı müziği baz alarak "indie rock" grubu olduğunu iddia edenler vardır. Oysa müzik sektöründe dev holdinglerinin parçası olan şirketlerle çalışan Coldplay, bağımsız müzik şemsiyesi altında yer almaz;. Ben bu kafa karışıklığını önlemek için bu tür grupların yaptığı müziği klasik rock'tan ayırmak için "alternatif rock" demeyi tercih ediyorum.

Panelde de söylediğim gibi, dev holdinglerin sponsor olduğu festivallerde sahneye çıkmak da müzisyenlerin bağımsızlığını gölgeleyen unsurlardan birisi. Murat Abbas, kimsenin muhalifliğini sorgulamayacağı Rage Against The Machine'in birçok kere Rock'n Coke'a katılmak için kendilerine başvurduğunu söyledi ve bu fikrime karşı çıktı. Ama acaba kaç kişi RATM gibi bir grubu Coca Cola reklamları altında şarkı söylerken görmeyi içine sindirebilir? Radiohead örneğini verdiğimde de, onların şirket sponsorluklarına karşı duruşunun bir şehir efsanesi olduğunu söyledi Mabbas. Ama "Kid A" turnesi sırasında hiçbir şekilde ticari firmaların logolarının yer almadığı özel bir çadır yaptırılmış ve turne o şekilde tamamlanmıştı. Jonny Greenwood, bunun nedeni sorulduğunda, "Reklam amacıyla tasarlanmış mekanlarda ve Coca Cola reklamlarıyla donatılan herhangi bir yerde çalmak istemiyoruz. İçinde hiçbir şey olmayan kendi doğal alanımızı yaratmak ve onun içinde çalmak istiyoruz," demişti. Bunları söyleyen bir grubun bir dönem EMI/Time Warner/AOL ile bağlantılarının olması, tezattı elbette. Nitekim bu durum, bir keresinde Thom Yorke'un "Biz çığlıklar atan ikiyüzlüleriz. Hayır, öyleyiz!" demesine neden oldu. Bir röportajında bu tezatlar sorulduğunda da yanıtı şu oldu:"Eğer albümünüzü dükkanlarda görmek istiyorsanız, yapabileceğiniz başka bir şey yok, dağıtımı büyük bir plak şirketiyle yapmak zorundasınız. Benim bir müzik grubunda yer almamın nedenlerinden birisi buydu, kenarda köşede bir yerde durmak istemiyorum. Gerçekten insanlara anlatıp duyurmak istediğim şeyler olduğu için müzik yapıyorum." Sanırım bu tezatlarla yaşamayı kabul ediyor Radiohead. Yine de sessiz kalmadıklarından yüklenmeyeceğim onlara ama küresel korporatizme karşı tutarlı bir tavır içinde olan God Speed You! Black Emperor'a bu noktada özel saygımı sunmadan da geçmeyeceğim.

Sonuçta özetlersek, müzikteki "indie" ifadesi, müziğin türünü belirtmez; az önce anlattığım gibi müziğin yayınlanma yöntemi, üretim, pazarlama, dağıtım koşullarıyla ilgilidir. Bu yöntem ve koşullar, müzisyenlerin dayatmalara karşı durmaları yani özgür olmaları açısından büyük önem taşıdığından, "Albümün nereden çıktığının önemi yoktur," denilmesi anlamlı değildir. Şunu da belirtmek lazım: Büyük plak şirketlerinin kataloğunda yer almak suç değildir; ancak benim karşı olduğum, bağımsız olmayana ısrarla bağımsız denmesi. Çünkü bu durumda, ideallerine sahip çıkmak için bağımsız kalmakta direnen müzisyenlerin ürettiği gerçekten bağımsız müziğe haksızlık yapılmış oluyor.

BAĞIMSIZ MÜZİĞE MEDYA DESTEĞİ VE NEPOTİZM

Panelde konu edilen bir diğer husus, ülkedeki müzik basınının bağımsız müziğe desteğinin azlığı oldu. Buna katılıp katılmadığım soruldu. Nasıl katılmam ki?.. Benim en çok eleştiride bulunduğum konulardan birisi bu. Yeni müzikleri, yeni grupları keşfetmeye ilgi duymayan bir toplum var diyoruz ama ne yazık ki, bu keşifleri yapmaya ilgi duyan bir müzik medyası da yok; popüler olan neyse onun peşinde koşmak, en çok satanı en iyi gibi algılayıp öyle yansıtmak, genel bir tavır. Murat Abbas, toplantıda aslında ana akımdan bağımsız müziğin desteklenmesini beklemenin pek de mantıklı olmadığını söyledi. Destekleseler iyi olur elbette ama ana akım medya, doğası gereği tiraj, rating, reklam, pazarlama, ticari kazanç odaklı olduğundan çoğunluğa hitap ettiğini düşündüğü popüler isimlerin peşinde koşmaktan vazgeçmez. O nedenle bence bağımsız müziği desteklemek için bağımsız yazarları, blogları, radyo kanallarını kullanıp bu alanda bir iletişim ağı kurmak daha iyi bir yol. Kurulduktan ancak 20 yıl sonra İstanbul'da ilk kez konser veren Bohren & der Club of Gore gibi bir grup, hiçbir zaman Hürriyet'in, Milliyet'in vb. ana akım gazetelerin sayfalarında yer almaz. Ama aslolan, iyi müziği desteklemekse, diğer bütün kanalları zorlamalıyız.

Panelde dile getirdiğim konulardan bir diğeri, nepotizm hastalığıydı. Türkiye'de hemen her alanda olduğu gibi, müzik sektöründe de var bu. Hak etmese de, arkadaş, eş, dost kategorisinden sürekli desteklenen, övülen insanlar var. Bunları eleştirdiğinizde ya size topluca saldırılıyor, hakaret ediliyor ya da sizinle hemfikir olanlar "aman ben bulaşmayayım" diye susuyor. Oysa amaç bağımsız olanı desteklemek kadar, aynı zamanda iyi olanı desteklemek. Bu yalnızca müzisyenler için değil, müzik alanında yazıp çizenler için de geçerli. Yazılarında cinsiyetçi bir dil kullanan blogu, arkasında kimler olduğunu bilmeden sadece dili nedeniyle, "Bu şimdi müzik yazısı mı?" diyerek eleştirdiğimde olanlar gerçekten üzücü. Bu soruyu sormanız bile hakarete yol açıyor. Bilmem farkında mısınız, 2013 yurtdışında kadın müzisyenlerin müzikte cinsiyetçi tavırlara rest çektiği bir yıl oldu. Grimes, Charlotte Church, Nina Kraviz gibi müzisyenler, kendi deneyimlerinden yola çıkarak kadın müzisyenlerin metalaştırılmasına karşı çıktılar. Yabancı bir kadın müzisyen hakkında yazarken, müziği geri plana atarak, göğüslerinden, orasından burasından, o kadını görünce ne yapılmak istenildiğinden söz ederek yazı yazılıyor. Herhalde nasılsa okuyamaz diye olabildiğince cinsellik yüklü yazılar "ilginçlik" adına kaleme alınıyor. Acaba Türkiye'den herhangi bir kadın müzisyen hakkında o yazılar yazılır mı? Yazılırsa o müzisyen neler hisseder?

Panelde Play Tuşu'nun "iyi bir çıkış yaptığı" söylendi. Buradaki çıkış herhalde "popülerlik kazanma" anlamındaydı diye yorumladım... Müzik yazarlarının Türkiye'de yeni grupların albümlerini beğenmeseler de, "Ya çocuklar şimdi bir şeyler yapmış, ben köstek olmayayım," düşüncesiyle olumsuz yönde eleştirmekten kaçındığı, eleştiri kültürünün gelişmediği belirtildi. Aynı şey müzik blogları konusunda da geçerli sanıyorum. Ben kimin yazdığını bilmeden sadece okuduğuma tepki verince, benim gibi düşünenler de tahmin edilebileceği gibi suskun kaldı. Elbette daha eğlenceli, magazinel yazılar yazılabilir; benim eleştirdiğim o değil. Ancak bunu açıkça seksist bir dille yaparsanız, kimse kusura bakmasın, kim olursa olsun, isterse akrabam olsun, ben eleştiririm.

Yıllardır alternatif, bağımsız müziğe destek veren ama o söz edilen "çıkışı" yapamayan iyi bloglar var. Mesela http://fatih-erkan.blogspot.com, http://sonyudum.blogspot.com, http://www.unblugged.com/, http://www.alternatif-istanbul.net/ gibi bloglar, iyi ve bağımsız müziği takip ediyor ve okuyucularına ulaştırıyor. Bu tür panellerde onların da görülmesini dilerim.

MÜZİK DİNLENEN BİR OLGU OLMAKTAN ÇIKTI

Penelde bağımsız müziğin sorunlarını konuşurken dile getirdiğim bir görüştü bu. Müzik endüstrisinin gelişmesiyle birlikte, konser kavramı da değişti; müzik dinlenen bir olgu olmaktan çıkıp, izlenen bir şovun üçüncü derecedeki yan unsuru haline geldi. Elinde tek bir gitar ya da basit bir kurulumla sahneye çıkan müzisyenlerin dinleyiciye verebileceği sadece müzik olduğundan, işin şov yanı eksik bulunmaya başladı. Kulakla duyulanın ruhu etkilediği bir eylemin keyfini yaşamak yerine, devamlı gözlerinin de meşgul edilmesini bekleyen dinleyici, bu durumdan sıkılır oldu. Konserlerde konuşmalar arttı, sosyalleşme amacı öne çıktı. Benim müziği ikinci plana iten her şeye karşı durmamın nedeni bu. Roger Waters gibi görseli doğrudan müzikteki meramı anlatmaya yarayan bir doğrultuda son derece akıllı ve etkileyici bir şekilde kullanana, elbette bir diyeceğim olamaz. Orada görsel, gücünü müzikten alıyor; müzik görselin arkasında kalmıyor. Oysa sahnede 40-50 dansçının bacak sallayıp oradan oraya koşuştuğu, havai fişeklerin çatlayıp patladığı, anlamsız bir jimnastik gösterisini andıran şovlarda dinleyici de müzisyen de müziği geri plana atıyor.

Yıllar önce İstanbul Caz Festivali'ne Caetano Veloso geldiğinde, sahnenin ortasına bir sandalye koymuş, oturup gitarını çalmıştı. Caz Festivali dinleyicisi farklıdır; Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi'nde oturan dinleyiciler saygıyla dinlemişti. Her konserin tarzı elbette farklıdır ama sonuçta her müzisyen dinlenmek ister. Müziği gözü kapalı olsa bile dinleyip zevk alacak kadar sevmek nedir, bilen bilir. Yıllar içinde bu kaybedildi. Konserlerde eksik olan bu. Üzerinde biraz düşünürseniz, bağımsız müziği doğrudan etkikeyen bir faktörden söz ediyorum. "Dinleyiciye müzikten başka sunacak bir şeyi olmayanlara neden ilgi gösterilmiyor?" sorusunun yanıtıdır bu. Büyük şirketlerle çalışmayanların sahnede büyük prodüksiyonlar yapması da olanaksızdır. Çoğunlukla kendi olanaklarıyla kaydettikleri müziği sahnede de en sade şekliyle çalarlar. Ama sahneden yansıyan içtenliğin peşindeyseniz, onu da o müzisyenlerde bulursunuz.

Yazı, düşündüğümden daha uzun oldu. Konuşulanların hepsini yazmam zaten olanaklı değil. Ancak bağımsız müzisyenlere şunları önererek sözlerimi bitireceğim.

1- Yaptığınız işten vazgeçmeyin, başlarda yeterli ilgi görmeseniz de devam edin. Bir belgeselde izlemiştim; The Clash dağıldıktan sonra Joe Strummer'ın elinde The Mescaleros'un CD'siyle tek tek radyoları dolaşıyor, kapı zilini çalıyor, hoparlörden kim olduğunu sorana büyük bir tevazuyla "Ben Joe Strummer, size albüm kopyası getirdim," diyerek kendi eliyle dağıtıyor.
2- Daima kendiniz olun, rol yapmayın. Düşüncelerinizi söylemekten çekinmeyin.
3- Bulduğunuz her fırsatta konser verin. "Practice makes perfect": Canlı çalmak, belki mükemmelliği sağlamaz ama olduğunuzdan daha iyi hale gelmenizin tek yoludur. The Beatles'ın prodüktörü Ken Scott ile röportaj yaptığımda, "The Beatles Hamburg'da haftada altı gece bedava konser vererek iyi çalmayı öğrendi. Onu yapmasalardı sonradan o kadar iyi olamazlardı," demişti.
4- Sizin için özel olarak tanıtım yapacak birileri yoksa, sosyal medyada aktif olun. Takipçilerinizle interaktif bir ilişki kurup, müziğiniz hakkında olabildiğince çok bilgi, görsel, doküman, video paylaşın.
5- Kayıtlarınızı hem internet üzerinden hem de konserlerinizde ücretsiz paylaşın. Bu şekilde hakkınızda kulaktan kulağa yayılan sözlerle dinleyici kitlenizin artacağını unutmayın. Bu çabalar mutlaka size geri döner.
6- Yine Ken Scott'tan bir öneri: Bu işe para kazanmak için girmeyin. Öncelikli amacınız iyi müzik yapmak olsun. Eğer şanslıysanız para da onun arkasından gelir.
-

Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate