24 Mayıs 2012 Perşembe

Vitrindeki Albümler 118: The Walkmen - Heaven (Fat Possum Records)


By on 18:09:00

© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet / 3 Haziran 2012

The Walkmen’i daha öfkeli ve sert sounduyla sevdim ben. Kaçınılmaz olarak ikinci albümleri “Bows + Arrows”dan “The Rat”i anacağım burada. Parmağınızı üzerinden çekmeden çaldığınız zil gibi acil bir durum ya da heyecan hissetirmeli gitarlar. Davula pervasızca vurulurken hem kafanız öne arkaya sallanmalı, hem bedeniniz arkaya öne hareket etmeli. Vokalist Hamilton Leithause’un sesi içinize işlemeli, “Can’t you hear me / I’m calling out your name” diye bağırmalısınız size sırtını dönüp gidene...

Her grup için aklınızda çizdiğiniz bir imaj vardır; The Walkmen için benim aklımda yer eden de böyle. Ama bir müzik yazarı olarak, grupları / müzisyenleri sınırları çok net çizilmiş bir alana sıkıştırmanın doğru bir yöntem olmadığını biliyorum. New York’lu grup The Walkmen, yeni çıkan “Heaven”la birlikte bugüne kadar yedi albüm yayımladı. Hem gençlik döneminin bunalımlarını, biten aşkları ve vazgeçilemeyen tutkuları iç yakan sözlerle anlattı hem de bunu enerjik bir soundla birleştirerek dinleyenleri hareketlendirmeyi bildi.

Giderek gelişen, her albümde biraz daha oturmuş bir sound elde etmeyi başardılar ve iki yıl önce çıkardıkları “Lisbon” en güzel albümleri oldu. İlk albümünü yayımladığı günden bu yana 10 yıl geçen bir grup için her adımı hazmedilerek tamamlanan bir süreç geçirdiler. Bu aşamadan sonra birçok grup gibi kendilerini tekrar etmeleri beklenebilirdi ama öyle olmadı; aksine “Heaven”la birlikte gelişimin hiçbir noktada sona ermeyeceğini kanıtladılar.

Yıllar içinde çoluk çocuğa karışıp aile babası haline gelmenin de etkisiyle olsa gerek, The Walkmen’in müziğine daha olumlu, daha sıcak bir hava gelmiş, sound hafiflemiş. Burada “hafifleme” fiiline olumsuz bir anlam yüklemedim; sadece The Walkmen’in müziğini dinlediğimde hissettiğim derin hüznü bu albümde fazla hissedemediğimi belirtmek istedim. “Heaven”da da dokunaklı sözler var. Mesela “Heartbreaker”da “You know I’m hopeless / Oh no, oh no you’re wrong / It’s not the singer / It’s the song” diyerek umutsuzluktan söz açıyor Leithause ama gitarlar ve davul eskisi kadar öfkeli değil, duraklayarak, soluklanarak çalıyor. “Nightingales”de “It’s all so still, man/ No one to call” diyerek yalnızlığa dem vursa da, daha umursamaz bir tavır var vokalde.

Grup üyeleri de prodüktör Phil Ek’in de katkısıyla (Fleet Foxes’ın prodüktörü) yeni bir liman bulduklarını ve bundan hoşnut olduklarını söylüyor. Müzikleri yine dokunaklı, yine duygusal ama bu defa biraz daha hem enstrümanlar hem de vokaller biraz daha rahatlamış. Albümün açılış şarkısı “Heaven”da “Don’t leave me now / You’re my best friend / All of my life, you’ve always been” sözleri, insanı daha ilk dakikada sürükleyen bir melodi eşliğinde duyunca, The Walkmen’in dingin bir atmosfere girdiği anlaşılıyor. Bunun en belirgin olduğu şarkı, Hamilton Leithause’un sadece akustik gitar eşliğinde seslendirdiği “Southern Heart”. Yalınlığıyla göz kamaştıran, saf ve içten bir şarkı.

Bana göre albümün en güzel anları, “The Love You Love”da yakalanmış. Başlangıçta “The Rat”e dair yazdığım hislere en yakın duran şarkı bu. “Heaven”ın ruhuna uygun bir şekilde öfkenin dozu yine biraz azaltılmış olsa da, The Walkmen’in konserlerinde herkesin hep bir ağızdan söyleyip içindeki acıyla sallanacağı melodi de bu.

Kusursuz bir albüm değil “Heaven” ama sürekli ilerleyerek olgunlaşan The Walkmen, 2012’de geldiği noktada da yine alkışı hak ediyor.

Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate