3 Ağustos 2011 Çarşamba

"BAUDELAIRE'İ HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRATIRDIM"


By on 03:55:00

© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet / 3 Ağustos 2011

Elektronik müziğin önde gelen isimlerinden Moby, geçtiğimiz haftalarda Rock’n Coke'un kapanışında festivalin en iyi konserini verdi. Bu yıl kendi plak şirketinden yayımladığı “Destroyed” adlı albümüyle de oldukça gündemde.

Moby’yi İstanbul’da bulmuşken konser öncesinde röportaj fırsatını kaçırmadım; hem kendi çektiği fotoğraflardan oluşan bir kitapla birlikte çıkan kitap-albüm projesi, hem de edebiyat ve sanat hakkında sorular sordum.

Bu benim Moby ile bugüne kadar yaptığım üçüncü röportaj. İlkini 9 yıl önce "18" adlı albümü çıktığında New York'ta yapmıştım. O röportajda 15 dakika olan süremi kendi inisiyatifiyle 50 dakikaya çıkarmış, uzun uzun yanıtlamıştı sorularımı.

İkincisi, 2009'da "Wait For Me" adlı albümü yayınlandığında yaptığım bir telefon röportajıydı. Bu üçüncüsünü ise, bu defa İstanbul'da yine yüz yüze yapma olanağı buldum. Konser öncesi sınırlı zamanım vardı. Süreyi biraz aştık, asistanı uyarınca da röportajı kestik. Zaman yeterli olmasa da güzel bir söyleşi oldu.

Bugüne kadar röportaj yaptığım onca isim arasında sorulan sorulara en açıklayıcı yanıtlar veren müzisyen kendisi. Kelimeleri dikkatle seçip, çok özenli yanıtlar veriyor. Müthiş bir otokontrolü var. Beklemediği bir soru gelirse, 9-10 saniye düşünüyor, öyle yanıtlıyor.

TURNEDEKİ YALNIZLAŞMA VE SOYUTLANMA

Uzun süredir turnedesiniz, her gün farklı bir ülkedesiniz. Konserden önce dinlenme fırsatı buldunuz mu?

Buldum. Biraz kestirdim. Kısa bir uykudan birden uyandığınızda nerede olduğunuzu hatırlamadığınız oldu mu? Ben o durumdayım. Özellikle turne sırasında bir hafta içinde 8 ya da 9 ülkeye gittiğinizde oluyor bu. Birisi iki gün önce neredeydin diye sorsa yanıtlayamam. Son iki haftada üç kere Viyana’ya gidip döndüm. Güzel bir kent ama böyle olunca zamanın akış hızına yetişemiyorum.

Yine de iyi görünüyorsunuz.

Öyle görünmem iyi.

Bu albüm projesi böyle geniş bir konsepte nasıl kavuştu? Kulakla birlikte neden göze de hitap etmeyi tercih ettiniz?

Üç yıl kadar önce turdaydım. Canlı müzik çalmayı seviyorum ama tura çıkmaktan pek hoşlanmıyorum. Bu nedenle turnedeyken kendimi projelerle meşgul etmeye çalışıyorum. Geçen turnedeki projem de, gittiğim yerlerde bolca fotoğraf çekip uykusuzluktan beslenen müzikler yapmaktı. Turun sonunda elimde bir sürü fotoğraf ve müzik vardı. Bunları bir kitap ve albümde toplamanın “sabaha karşı saat 3’te sessiz bir kentte uyanık olma” konseptini açıklamak bakımından ilginç olacağını düşündüm. Turnedeki yalnızlaşma ve soyutlanmayı sergiliyor aslında.

Böyle bir fotoğraf kitabının dinleyicinin hayalgücünü etkileyip albümün algılanışını manipüle edebileceğinden endişe ettiniz mi?

Bazı insanlar müziği dinlerken fotoğraflara da aynı anda bakabilir. Yalnız şöyle bir durum söz konusu. Kitaplı versiyondan sadece 10 bin kopya basıldı. Ama albüm olarak 100 binlerce kopya var. Demek ki, çoğunluk fotoğrafları hiç görmeden sadece müziği dinleyecek. Bir de şu var. Bazı sanat formları vardır ki, topluma mal olduğunda herkes tarafından aynı şekilde deneyimlenir. Örneğin roman. Romanı bir yere oturur ve okursunuz. Oysa müzik toplumda herkes tarafından farklı deneyimlere konu olur. Kimisi oturup dinler, kimisi başka bir iş yaparken bir yandan da müzik dinler; bazen alışveriş merkezinde dinlenir, bazen büyük hoparlörlerden dinlenir, bazen de kulaklıkla. Aynı şey fotoğraflar için de geçerli. İnternette görebilirsiniz, kitaptaki fotoğraflara bakabilirsiniz. Sonuçta, bir müzisyen ve fotoğrafçı olarak böyle bir çalışmayı insanlara sunduğunuzda, onların onu nasıl deneyimleyeceğine ilişkin en ufak bir fikriniz olmuyor. Belki oturup müziği dinlerken albüme bakacaklar ya da kahvaltı yaparken şarkılarımdan birini duyacaklar ve The Sunday Times ekinde fotoğraflarımdan birini görecekler. Bunları bilemeyiz. Bir albüm yaptığımda tek beklentim onun dinlenmesi. Beni mutlu eden tek şey bu. Onun nasıl dinleneceğine ilişkin bir öngörüm yok.

GECE YARISI LOS ANGELES, ALACAKARANLIK MAVİSİ VE EDWARD HOPPER

Peki siz bu albümü bir manzara, bir renk ve bir resim ile ilişkilendirmek isteseniz neleri seçerdiniz?

(Bu soruyu yanıtlamak için epeyce düşündü Moby.) Manzara Los Angeles şehir merkezinin gece geç bir saatteki görüntüsü olurdu. Çünkü o saatlerde tuhaf bir şekilde çok boş, durgun ve fütürist bir görüntüsü var. Renk için, en sevdiğim renklerden birisi olan gece karanlığı çökmeden önceki maviyi seçerim. Tablo ise, muhtemelen Edward Hopper’ın bir eseri olurdu.

İçinde bir ya da iki insan olan, boş mekanları gösteren resimler...

Evet, belki de insansız... Amerikan tarzı bir restoranda gece yemek yiyen insanları resmettiği “Nighthawks”tan (Gece Kuşları) söz etmiyorum ama. Edward Hopper’ı sevmemin nedeni, boşluğu resmetmesi. Çoğu müzisyen, fotoğrafçı ya da ressam, eserini mümkün olduğunca doldurmaya çalışır. Ben, boşlukların ön plana çıktığı, sadece birkaç unsura yer verilen çalışmaları seviyorum.

Bu kitaptaki fotoğraflardan tek bir tanesi çok sayıda insanın ilgisini çekip genel bir beğeni kazanacak olsa, hangisi olsun isterdiniz?

Muhtemelen kapaktaki fotoğraf.

Neden özellikle o?

Çünkü orada sadece birkaç unsur var. Benim fotoğrafçı olarak yapmaya çalıştığım şey, alışılagelmiş bir görüntü olsa da aynı zamanda alışılmışın dışında olabilen şeyleri fotoğraflamak. O kapak fotoğrafında uzun bir koridor ve basit bir yazı var, her şey çok normal görünüyor. Ama aynı zamanda çok çarpıcı bir garipliği de yansıtıyor.

BİRKAÇ YIL SONRA AKUSTİK ALBÜM

Yeni albümü kaydetmeden önce tamamen akustik bir albüm yapacağınızı söylüyordunuz ama öyle olmadı. Farklı bir yola sapmanızın nedeni neydi?

Evet, akustik albüm üzerinde çalışmaya başlamıştım. On gün boyunca stüdyoda akustik şarkılar kaydettim. Ama bir noktada daha elektronik, atmosferik soundlu bir albüm yapmak istediğimi anladım. Bir gün gerçekten tamamen akustik bir albüm yapmayı isterim. Birkaç sene sonra olabilir bu.

Dünyadaki en geniş eski elektronik davul (drum machine) koleksiyonuna sahip olduğunuzu biliyorum. Elektronik davulun gerçek bir davulcuda olmayan bir özelliği var mı?

1980’lerde gerçek davullarla ve bu tür aletler üzerine büyük bir tartışma yaşanmıştı. Bence ikisi neredeyse farklı enstrümanlar. Özellikle benim kullandığım eski elektronik davulların fazla bir fonksiyonu yok; sesleri gerçek bir davulunki gibi değil. 80’lerde, 90’larda ve bugün kullanılan bazı elektronik davullar ise gerçek bir davulcu çalıyormuş gibi ses çıkarabiliyor. Bir elektronik davulun yapıp gerçek bir davulcunun yapamayacağı şey, daha basit ve daha az ses çıkarması olabilir.

Yeni albümde de ilginç isimleri olan enstrümantal şarkılarınız var. Bunlar için isimleri nasıl seçiyorsunuz, o isimleri o şarkılarla nasıl buluşturuyosunuz?

Bu çok iyi bir soru. Şarkılarda genellikle en çok tekrar edilen sözlerden isim çıkarılır. Örneğin “Why Does My Heart Feel So Bad?”de öyledir. O dize sürekli tekrarlandığı için o ismi aldı. Enstrümantal şarkılarda ise birşey uydurmanız gerekir. Bu son albümde kitaplardan ve yazarlardan esinlendim. Şarkılara isim vermekte zorlandığımda kütüphaneme bakıyorum. Mesela Rimbaud’nun şiir kitaplarından esinleniyorum.

Esinlendiğiniz şairlerden birisi de Sylvia Plath. Sizin için neyi temsil ediyor Plath?

Kültürel olarak bakarsam, Plath New Englandlı; ben de orada büyüdüm. İkimiz de oradaki Beyaz Protestan Amerikalı (WASP) grubun içinden çıktık. Sanatsal açıdan bakarsam, çok yetenekli bir yazar. Şiirindeki duygusal dürüstlük, sevgiye duyduğu özlem ve olayların farklı olmasına karşı duyduğu istek çarpıcı. Son kitabı ise çok acımasız ve saldırgan. Onu artık her şeyden vazgeçmiş bir haldeyken yazmıştı. Daha genç ve iyimserken yazdığı şiirler çok güzel. Ama hayatının sonuna doğru yazdığı şiirlerde de sanki bambaşka bir şairin yazdığı büyüleyici bir hava var.

Bugüne kadar 10 stüdyo albümünüz yayınlandı. Bunların arasında hangisinde hayata ve müziğe dair hislerinizi en iyi biçimde açıkladığınızı düşünüyorsunuz?

10 mu emin değilim. 10 albümden fazla olabilir. Kariyerimin ilk yıllarında küçük bir plak şirketiyle anlaşmıştım ve çalıştıkları tek sanatçı bendim. Başka birinin albümüymüş gibi algılansın diye farklı isimler altında benim müziklerimi yayınladığımız olmuştu. Onları da sayarsak 12 ya da 13 sanırım.

Tamam. Onları da katarsak hangisi?

Hiçbir fikrim yok aslında. Dürüstçe söylersem, yeni albüm ve “Wait For Me” sanatsal açıdan en çok tatmin duyduğum iki albüm. Çünkü onları sadece albüm yapmayı sevdiğim için yaptım; yaparken de otomatik olarak satar mı, radyoda çalınır mı, eleştirmenler ne der diye düşünmedim. Gerçekten sadece ilginç olabileceğini düşündüğüm müzikleri yaptım. Soruya tam bir yanıt vermek gerekirse, sanırım “Wait For Me”yi seçerim.

"30 ROCK", KİTAPLAR VE KICK BOKS

Bir yerde artık içkiden uzak durduğunuzu okudum. Doğru mu?

Evet, artık içmiyorum.

Bu çok iyi. Ama biliyorsunuz Baudelaire ne der; “Bir insan daima sarhoş olmalı. Bütün mesele bu. Ama neyle? Şarapla, şiirle ya da erdemle, hangisini seçerseniz seçin ama sarhoş olun.” Bu durumda siz neyle sarhoş oluyorsunuz? (Yanlış anlaşılmasın; bu soruyu sordum, çünkü Moby'nin alkol zaafına daha önce birçok kez bizzat tanık oldum. Bu alışkanlığından kurtulmuş olmasına gerçekten sevindim.)

Bugünlerde “30 Rock” dizisini seyrederek sarhoş oluyorum diyebilirim. Canlı performanslarla sarhoş oluyorum. Ama sanırım ben Baudelaire’i hayal kırıklığına uğratırdım. Turne sırasındaki hayatım turne dışındaki hayatımdan çok daha normal.

Turne dışında peki? Bir şey bulmanız lazım...

Okumakla sarhoş olabilirim. (Soruyu yanıtlamadan önce yine bir süre düşündü Moby.)

Bu harika!

Ayrıca kick boks yapıyorum. Evde kendime kick boks yapabileceğim bir düzen kurdum. Ama ne yazık ki alkol yok artık.

"ZENGİNLERİN ÇEVRESİNDE OLMAK İSTEMİYORUM."

Son dönemde bir değişiklik daha oldu hayatınızda, Los Angeles’a taşındınız. Bence New York’un bütün o farklı yapılarına uyan bir kişliğiniz vardı. Orada fakirliği de yaşadınız, zenginliği de. Bütün müzik geçmişiniz orada; punk rock yıllarınız orada geçti, hip-hop'tan orada etkilendiniz, disko döneminin hep içindeydiniz. Ayrıca müziğiyle yalnızlaşmanın getirdiği melankoliyi yansıtan birisi olarak Los Angeles’ta kale gibi büyük ve aydınlık bir malikaneye taşınmanız da ilginç. Adı New York'un müzik sahnesiyle özdeşleşmiş bir müzisyensiniz. Neden taşındınız Los Angeles'a?

Taşındım; çünkü Los Angeles, New York’ta olmayan işlevsiz bir garipliğe sahip...

New York da garip... Ayrıca New York'a çok düşkündünüz eskiden...

New York, bildiğiniz gibi özellikle Manhattan, bankerlerin ve turistlerin yaşadığı bir yer haline geldi. Hala seviyorum orayı; zaman zaman ziyaret etmek de eğlenceli. Ama artık sanatçıların, müzisyenlerin kenti değil; zenginlerin kenti orası.

Siz de zenginsiniz.

Ama ben zengin insanların çevresinde olmak istemiyorum.

Eskiden Los Angeles’ın “celebrity” kültüründen şikayet ettiğinizi hatırlıyorum. Onunla nasıl baş ediyorsunuz?

Ondan uzak durarak. O kültür kentin batı yakasında, Beverly Hills tarafında. Ben doğu yakasındayım. Los Angeles’la ilgili en ilginç şey şu: İnsanlar orada bir şeyler üretiyor. New York’taki bankerler ise üretim yapmadan başka insanların ürettikleri üzerinden kazanç sağlıyor. Eleştirmiyorum onları ama durum bu. Herkesin bir şeyler üretmeye, yaratmaya çalıştığı bir yerde yaşamak daha ilginç. Elbette hiçbir yer mükemmel değil. Ayrıca kışın New York’a göre daha sıcak. Ama en çok hoşuma giden şey, Los Angeles’ın garipliği. Bu konuda aadece bazı Çin kentleriyle, örneğin Pekin’le kıyaslanabilir. Dünyada Los Angeles kadar bütünüyle tuhaf bir kent yok.

Sanırım Los Angeles’a aşık olmuşsunuz.

Aşk değil ama derin bir hayranlık söz konusu...
_____________

Röportajın sonunda "İstanbul'da daha uzun kalabilmeyi isterdim" dedi Moby. Umarım bu defa 8 yıl ara vermeden kısa zamanda yine gelir ve kendisini yine canlı dinleme olanağı buluruz.

Kulisteki odasından çıkarken de, "İyi bir konser olacak herhalde" dedi. Kendisini defalarca canlı izlemiş biri olarak zaten hiç şüphem yoktu. Rock'n Coke'un kapanışında gösterdiği performans unutulmazlar arasına girdi.

Bu yazı arasında gördüğünüz mekan fotoğrafları Moby'nin "Destroyed" adlı fotoğraf kitabında yer alıyor. Kendisinin dünyanın çeşitli yerlerinde çektiği fotoğraflardan oluşan bu kitabı fotoğraf meraklılarına öneririm. Ben kitabımı aldım ve Moby'ye imzalatıp kütüphaneme koydum bile.

Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate