William Doyle etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
William Doyle etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Eylül 2015 Pazartesi

"SAHNEDE KENDİME BİR TÜR ÖZEL DÜNYA YARATIYORUM"


28.9.2015

Son birkaç yılda ismini sık duyduğumuz, hızla yükselen müzisyenlerden birisi William Doyle. Henüz 24 yaşında ama müzik yolculuğu yeni başlamadı. 2009-2012 arasında indie rock grubu Doyle & The Fourfathers’ın vokalistliğini üstlendi. Yoğun bir kayıt, konser, turne silsilesi şeklinde geçen o üç yılın sonunda grup üyeleri birlikteliklerine son verdi. Doyle’un asıl çıkışı, solo kariyerinde oldu. East India Youth adı altında iki albüm yayınladı. Bağımsız plak şirketi Stolen Recordings etiketiyle 2014’te yayınlanan ilk kaydı “Total Strife Forever” (TSF), önce kulaktan kulağa yayıldı, bloglarda dikkat çekti ve en sonunda Yılın Albümü dalında İngiltere’nin en prestijli müzik ödülü Mercury’e aday gösterildi. Onunla da kalmadı; ödül adaylıkları birbirini izledi. Bu başarının üstüne, arayı açmadan bu yıl XL recordings etiketiyle “Culture of Volume” (COV) adlı yeni bir albüm daha yayınladı. Adını şair Rick Holland'ın "Monument" adlı şiirinden alan bu albüm, Doyle'un solo kariyerinde kısa zamanda yöneldiği bir rotanın da izlerini taşıyor.

Kendisini Glastonbury’de izlediğimde ne yazık ki sahnede yaşanan bir teknik sorun nedeniyle fazla iyi bir performans sergileyememişti ama geçen yıl Salon’daki konseri tahminimin ötesinde başarılıydı.(O konser hakkındaki yazım bu linkte.)

Bu yıl ikinci albümü çıktıktan sonra 9 Ekim akşamı yine Salon’da dinleyeceğiz East India Youth’u. Krautrock, pop, ambient ve elektronik müziği buluşturan müziğinin ardında birçok esin kaynağı var. The Quietus’un onu “yeni çağın David Bowie’si” diye gördüğü söyleniyor ama ben katılamıyorum o yoruma. Bence öyle büyük laflar etmeden de East India Youth’un müziğinden keyif almak olanaklı. En iyisi merak ettiklerimi kendisine sormalı dedim ve Londra’daki evinden telefonla aradım Doyle’u.



Öncelikle yeni albüm “Culture of Volume” için kutlarım. Son birkaç yıldır aldığınız övgüler karşısında nasıl hissediyorsunuz?

Gerçekten teşvik edici oluyor. Aslında bu kadarını hiç beklemiyordum. İlk albümden sonra ikincide de beğeni kazanmak güzel elbette. Daha iyi değilse bile onun kadar güçlü bence. Benim için harika bir dönem oldu bu son yıllar; canlı performanslarım giderek daha da iyileşiyor, her şey daha güçlü bir hale geliyor.

“Total Strife Forever”, 2013’te ilk kez Mercury ve AIM Bağımsız Müzik Ödülleri’nde Yılın Albümü’ne aday gösterildi. İlk albümünüzün böyle karşılanması güzel elbette ama sizin için ödüllerin yeri ne?

Müzik üretirken ödüle aday gösterilip gösterilmeyeceğini hiç düşünmem; benim için o noktada önemli değil. Sadece onca emek verdiğiniz bir çalışmanın takdir edilmesi güzel.  İlk albümümün herhangi bir ödüle aday gösterilmesi beni çok şaşırttı. İyi olmadığını düşündüğüm için değil, ama başkalarının albüme giderek artan bir ilgiyle yaklaşıp sonunda Mercury’e aday gösterecek kadar beğenmesi çılgınca geliyor. Ama sonuçta bunu hissetmek, aday gösterilmek hoş bir duygu.

Röportajlarınızda “Total Strife Forever” nedeniyle tüm yaşantınızın değiştiğini söylüyorsunuz. İki albüm arasında büyük bir dönüşüm mü geçirdiniz?

Evet, öyle oldu. İki albüm arasındaki zamanda hayatım çok değişti. Sanırım zamana bağlı olarak doğal bir gelişme bu. İkinci albümüm bana ilkine göre daha farklı görünüyor; birincide var olan fikirlerin bir gelişimi söz konusu. Bir sanatçı olarak bilinçaltında daima gelişip evrilmeye çalışmak durumunda olduğunuzu hissediyorsunuz. Hayatınızın geri kalan kısmıyla bir bağlantı kurup daha ileriye gitmek için çabalıyorsunuz. Bu sırada hayatınız da değişiyor, sanatınız gelişiyor. Birbirini besleyen bir süreç.



"ŞARKI SÖYLEMEYİ SEVİYORUM"

Öyleyse şunu sorayım; “Culture of Volume”de “Total Strife Forever”da yapmadığınız neyi yaptınız?

Daha pop bir albüm oldu. İlk albüm oldukça içe dönük, bir soyutlanma, yalnızlaşma var onda. Bu nedenle ikincisinin çok daha renkli, dışa dönük olmasını istedim. Bunun sonucu olarak da daha çok şarkı söylüyorum “Culture of Volume”de. İkisinin arasında geçen 1.5 senede sesim de gelişmeye başladı ve bu konuda kendime daha çok güven duydum. Daha çok şarkı söylemek istediğimi fark ettim. Çünkü şarkı söylemeyi seviyorum. Bu nedenle de ikinci albümde şarkı formuna ağırlık verdim. Ortaya çıkan sound da daha ana akıma yakın oldu.

Birinci albümden sonra kazandığınız başarı müzik yapma yönteminizi etkiledi mi?

Evet, etkiledi sanırım. İki albümü tam olarak bu açıdan değerlendirmek zor ama...

İki albümü dinlediğimde bana da verdiği hisler farklı. Sizin de belirttiğiniz gibi ikincide daha pop odaklı bir sound var. Sizce “Total Strife Forever”ı sevenler “Culture of Volume”den de hoşlanıyor mu?

Öyle olmasını umuyorum. İlk albüm oldukça garipti gerçekten; sıradışı vokal kullanımı vardı. O yayınlandıktan sonra kariyerimin geri kalanında ciddi olarak underground elektronik rotada ilerleyeceğimi düşünmüştüm. Neden bilmiyorum ama daha niş bir sounda doğru ilerleyeceğimi sanıyordum, oysa zaman ilerledikçe farklı oldu. İkincisi temelde bir pop albümü olmasına karşın bazı deneysel etkileri de barındırıyor ama sonuçta melodiye bağlı olarak ve pop altyapısında oluyor bunlar. TSF’ı sevenlerin COV’den hoşlanmadığını biliyorum, fakat her zaman herkesi memnun edemezsiniz. Sonuçta ben istediğim şeyi yaptım ve bundan dolayı mutluyum.

Ve artık bir pop yıldızı olmak istediğinizi söylüyorsunuz... Bazı müzisyenler için pop yıldızı olmak berbat bir durum, bitmeyen bir kabus gibi; “Bugün şimdi bunu yapmak zorundasın,” diyen bir sürü insan var çünkü etrafınızda. Sizin fikrinizi tam olarak ne değiştirdi?

Pop yıldızı olmak sizin de söylediğiniz gibi gerçekten çok çalışmayı gerektiriyor. Berbat bir durum mu bilmiyorum ama eğer her şey yolunda giderse hoş bir yaşam tarzı da olabilir. Pop yıldızı olabilmek için gerçekten şarkı yazımında, sahne performansında ve kendinizle ilgili her şeyin sunumu konusunda çok usta olmanız lazım. Doğrusunu söylemek gerekirse pop şarkıları yazmakta iyiyim ama muhtemelen pop yıldızı olmak konusunda aynı şeyi söyleyemem. Pop listelerine giren bir albümüm olmadı... Sanırım deneysel yolu seçmem daha iyi. Gelecek albümüm pop olmayacak, o nedenle pek endişelenmeme gerek yok herhalde. Ama yaşayıp göreceğiz...

Geçen yıl sizi İstanbul’da canlı izledim. Harika bir konserdi. Takım elbiseli genç bir adamın bilgisayarla kaplı bir masanın ardında tek başına durup, kendinden geçercesine, her yerinden terler damlarken çılgınca gitar çalması çok rastlanan bir durum değil ama ben çok beğendim performansınızı. Bana öyle geliyor ki içinizden nasıl geliyorsa öyle davranıyorsunuz, sahnede sizi içgüdülerinizi yönlendiriyor ve kendinizi tamamen müziğe bırakıyorsunuz. Yine de sahnede olup biteni sizin ifadelerinizle duymak isterim.

O turun son konseriydi ve harikaydı. O ana gelinceye kadar canlı performansıma dair kendime olan güvenim gerçekten artmıştı. Sahnede kendime bir tür özel dünya yaratıyorum. Ritme kapılınca başka hiçbir şey ilgilendirmiyor beni. Bir şarkıdan diğerine geçmekten başka bir şey düşünmüyorum.

Sahnede yalnızsınız bütün bunlar olurken!

Evet, bu da çok hoşuma gidiyor.

Bazı müzisyenler sahne kapısı ile sahne arasındaki yolun bir anlamda tedirginlik yarattığını ama sahneye çıktıkları anda her şeyin yoluna girdiğini söylüyor. Sizin için durum nasıl?

Sahnede olduğunuz sürece yaptıklarınızı kontrol edebildiğiniz için kendinize güven duymanız önemli. O alanı yani sahneyi siz idare ediyorsunuz. Nasıl isterseniz öyle performans sergileyebilir, istediğiniz şekilde davranabilirsiniz. Orada olduğunuz sürece yargılamalardan, yönlendirmelerden uzak bir şekilde istediğinizi yapabileceğinize dair özgürlük duygusu çok önemli. Sahnedeyken içgüdülerimle hareket etmek, bende var olan potansiyeli ortaya çıkarmak açısından iyi bir yol. Benim için sahnenin anlamı bu.



Albüme dönersek... Kayıt sırasında sizi en çok zorlayan şarkı hangisi oldu?

Muhtemelen “Hearts That Never” ya da East India Youth dönemimden önce yeşeren “End Result”. Her iki şarkının da ortaya çıkışı tüm kayıt sürecini kapladı. Şarkıların içinde bulunan farklı yapılar sürekli değişti; özellikle ‘End Result’ın son halini alması birkaç yıl sürdü. Ama sonuçta her ikisinin de son halinden oldukça memnunum.

“Carousel”, en yavaş şarkı olmasına karşın albümün temeli gibi görünüyor bana. Atlıkarınca çocukluğa dair bir metafor mu? Anlatmak isterseniz arkasındaki hikaye nedir?

O duygusal geçmişi çok yoğun bir şarkı. O kadar fazla çağrışımı var ki sözleri tek bir açıdan yorumlamak zor. Çocukken atlıkarınca sizin için tam anlamıyla özgürlük demektir; o yaşta hiçbir endişesi olmayan bir insansınız, sorumluluklarınız yok. Ama o dönemde sizi özgür yapan şeyler büyüdükçe sizi sınırlar, sorumluluklarınız artar. Atlıkarınca işte bu içinden hiç çıkamadığınız sürekli hareketi anlatıyor. Atlıkarınca dönmeye başladığında bundan hoşlanıyorsunuz ama döndükçe işler karışıyor ve o isteseniz de istemeseniz de siz ölene kadar dönmeye devam ediyor. Bunu anlatıyor.

Hayat deneyimlerinizin ilk albümünüzün sound ve karakterini belirlediği açık. “Culture of Volume”ün kaydına sızıp bu açıdan etkide bulunan belirli geçmiş hayat deneyimleriniz oldu mu?

İlk albümü kaydettiğim döneme göre sosyal hayatım tamamen farklı. İlk albümde etrafımda fazla insan yoktu, daha çok kendimle konuşma gibiydi o. İkincisinde ise artık kendime göre bir dinleyici kitlem ve belli bir muhatabım vardı. Son birkaç yılda hayatımdaki dönüşümü yansıtan bir deneyim oldu COV. O nedenle daha renkli ve pop.

Sahnede tek başınıza öyle hareketlisiniz ki, zorlandığınız anlar oluyor mu? Canlı çalması en zor olan şarkı hangisi?

En zoru “Turn Away”. Sahnede aynı zamanda bas gitar çalıp, drum pad kullanırken şarkı söylüyorum ve oldukça karmaşık bir klavye bölümü var. O şarkıyı doğru yansıtabilmek için çok enerji harcıyorum, aynı anda çok fazla şey yapıyorum. Aslında performans sırasında zor olan, eski şarkılarla yeni materyalleri birlikte çalıp onların da belirgin şekilde ortaya çıkmasını sağlamak.



"GELECEK ALBÜMÜMÜN ESİN KAYNAĞI MİMARİ"

Bugüne kadar David Bowie, Brian Eno, Harold Budd, Laurel Halo, Tim Hecker, Oneohtrix Point Never, Factory Floor ve Sufjan Stevens’ı esin kaynaklarınız arasında saydınız. Müzik dışında ilham aldığınız şeyler var mı?

Müzik dışında en büyük esin kaynağım bulunduğum çevre; etraftaki insanlardan söz etmiyorum. Yaptığım gözlem, karakter odaklı değil; daha çok atmasfer odaklı soyut gözlemler. İçinde bulunduğum veya etrafımı çevreleyen yer, belli bir yere duyulan takıntı gibi her türden garip etkiler...

Belki gelecek albümde mimari etkilerden yola çıkarsınız...

Gelecek albüm için aklımda var olan fikir tam da bu!

Bu harika! İlginç olacaktır kanımca. Birçok sanatçı özgünlüğü önce öğrenmek ve sonra da öykünme yoluyla kazanıyor. Sizin için nasıl bir süreç bu? Bir sanatçı olarak kendi sesinizi buldunuz?

Bu oldukça ilginç bir süreç. İki albümde de ortaya koyduğum gibi tek bir tür içinde kalmıyorum. Bir şarkı dans müziği türündeyken bir sonraki ambient ya da pop şarkısı olabiliyor. Böyle olunca kendi soundum, albümdeki farklılıkları da barındırıyor. Müzik yaparken herhangi bir şeyden etkilenmekten çekinmiyorum, bu konuda bir sınırlamam yok. Bir kereden fazla dinlediğim her şey bir sonraki albümde farklı bir şekilde ortaya çıkabilir. Belki belli bir sound yaratmak için birkaç yıl tamamen sese odaklanıp, onun üzerinde çalışmak gerekir. Ama ben bundan sonraki için ne olur onu bilmiyorum. İlerde göreceğiz...

Favori grubunuz hangisi?

Muhtemelen Of Montreal... Üzerimde yarattıkları etki bakımından yeri büyük, “Hissing Fauna, Are You the Destroyer?” en sevdiğim beş albümden biridir hâlâ.  British Sea Power’ın büyük hayranıyım. Müzikleri çok zengin, şarkıları duygusal ve onları dinlemek çok keyifli. David Bowie ise, bence en iyi İngiliz müzisyen, İnanılmaz iyi!

Bowie konusunda hemfikirim. İnanılmaz iyi bence de! Yaptığınız remiksler konusunda bir sorum var. Son yıllarda Wild Beasts, Sasha Siem ve Genuflex için yaptığınız remiksleri dinledim. Remiks çalışmalarınızda tercih ettiğiniz belli bir yaklaşım var mı? Yanı orijinale sadık kalmayı yoksa onu bambaşka bir şekle sokmayı mı tercih ediyorsunuz?

Geçen yıl Wild Beasts’i remikslerken şarkıyı orijinaline sadık kalarak onun üzerinde bazı değişiklikler yapmıştım. Ama son dönemdeki remikslerde olabilecek en tuhaf şeyleri yaptım. Bazıları neden henüz yayınmanmadı bilmiyorum. Duruma göre mesela 3  dakikalık şarkıyı alıp 10 dakikanın üzerine çıkarmak, uzattıkça uzatmak gibi tuhaf şeyler de yapabilirim.

İstanbul konserinizde bir noktada atmosfer bir anda kulüp atmosferine dönmüştü. Bence şahaneydi. Belli ki müziğinizde yeraltı endüstriyel tekno sahnesinin etkisi var. Bu türe ilginiz ne zaman başladı?

4-5 sene önce Londra’nın doğu yakasındaki East India bölgesinde yaşadığım sırada gittiğim rave kulüpleri vardı. Artık orada yaşamıyorum ama bir dönem epey cezbetti beni. Corsica Studios’ta gece 10’da başlayıp sabah 10’da biten endüstriyel tekno partileri olurdu. Özellikle onların üzerimde büyük etkisi oldu.

9 Ekim’de İstanbul Salon’daki konserinizi heyecanla bekliyorum. Görüşmek üzere teşekkürler!

Ben teşekkür ederim. Görüşürüz orada!

(Fotoğraflar bana aittir.)

14 Aralık 2014 Pazar

2014'TE İZLEDİĞİM EN İYİ KONSERLERLEN BİRİ: EAST INDIA YOUTH @ SALON


14.12.2014

Bazen bir konsere gidersiniz; müzisyeni daha önceden biraz tanıyorsanız ne ile karşılaşacağınızı az çok tahmin ediyorsunuzdur. Üstelik müzik eleştirmeniyseniz, daha fazla bilginiz olması beklenebileceğinden, konserlerde nadiren şaşırırsınız. Bir şeyler ters giderse, olumsuz anlamda şaşırmanız daha olasıdır. Albüm iyidir ama o akşam konserde yaşanan aksilikler sonucunda umduğunuz etkiyi hissedemezsiniz. Bazen de beklediğinizin üzerinde bir etkiyle sarsılıp çıkarsınız konserden.

Ben East India Youth (EIY) ile her ikisini de yaşadım. Olumsuz deneyim, bu yıl Glastonbury'de başıma geldi. Kenarları açık büyük bir çadır sahnede çalıyordu William Doyle. Ancak bir türlü teknik arıza giderilemediğinden çalmaya başlayamadı. Teknisyenler koşuşup dururken onun da morali bozuldu. Epey bekledik, sonra birden çalmaya başladı. Fakat kısa bir süre sonra yine arıza çıktı, o da bilgisayara vurup sahneden geri indi. Sahne arkasında birileriyle tartıştığını görebiliyorduk. Zaten o aşamada her şey düzelse bile dinleyicinin de beklemekten hevesi kaçmış gibiydi. Oldukça şanssız bir olaydı. Başka bir konseri yakalamak istediğim için üzülerek ayrılmıştım o çadırdan.

Bu yüzden dün akşam ne ile karşılaşacağımı tam olarak kestiremeden gittim Salon'a. 23 yaşındaki İngiliz müzisyen William Doyle'un ilk albümü "Total Strife Forever", 2014'te en çok konuşulan kayıtlarından biri oldu. Solo çalışmaya başlamadan önce adını ilk kez Doyle and the Fourfathers grubuyla duyuran genç müzisyen, tek başına elektronik müzik yapmayı daha cazip bulunca East India Youth olarak çıktı karşımıza. Elektronika, ambient ve tekno arasında gidip gelen albümü oldukça uzun bir süreç içinde kendi evinde kaydetmiş Doyle ve hiçbir zaman da bu kadar ilgi göreceğini, Mercury ödülüne aday gösterileceğini elbette tahmin etmemiş.

Dün akşamki konser, yılın en büyük çıkış yapan müzisyenlerinden biri olan EIY'un ülkemizdeki ilk canlı performansıydı. Açıkçası ben daha fazla ilgi olacağını sanıyordum; ne yazık ki Türkiye'de yeni sesler keşfetme merakına sahip fazla insan yok. EIY, elektronik müzikte sıradışı bir duruşu da yansıtıyor. İyi gözlem yapıp, bu türde müzik yapanların nedense kendilerini belirsizleştirmeye çalıştığını, albüm fotoğraflarında ya da görsellerde kendi kimliklerini öne çıkarmadıklarını tespit etmiş. Kendisinin basında yer alan fotoğraflarında, bunun tersine belirgin bir kimlik yansıyor.

Bu tavrının en net görüldüğü alan ise sahne. Ceket, kumaş pantolon, gömlek, kravat ve kravat iğnesi ile sanki resmi bir iş toplantısına gidiyor ya da ofisten henüz ayrılıp sahneye adım atmış bir İngiliz beyefendisi gibi son derece temiz ve düzenli bir görünümle çıkıyor dinleyicinin karşısına. "İnsanlar sahneye yerleştirilen bilgisayarın üstündeki elmayı gördüğü anda kafalarında nasıl bir konser olacağına dair belli bir fikir oluyor, onu kırmaya çalışıyorum" demişti bir röportajında. Gerçekten de o imajı tamamen yıkıyor. Uzunca bir enstrümantal giriş yapıyor, sonra vokali devreye sokuyor, arada boşluk bırakmadan şarkıları birbirine bağlıyor ve böylece dinleyicilere alkışlamak için zaman bırakmıyor. Bunu yapma nedeni, insanların kafasını karıştırıp ilgiyi canlı tutmak. Çünkü konserleri ses evreninde bir macera gibi görüyor. O macerada kendisine eşlik edebilmeniz için de kurguyu çok akıllıca yapıyor.

Dün akşam, sakin bir şekilde ambient tınılarıyla sürüklenen bir parçanın krautrock'a evrilip çılgın gitar riff'leriyle devam etmesi ve arkasından bilgisayar ve elektronik aletlerin yardımıyla teknoya evrilmesini büyük bir zevkle dinledim. Nicedir gitarı böyle kan ter içinde, adeta yer gibi katartik bir hisle çalan bir müzisyen izlememiştim. Gitarı ile Doyle arasında inanılmaz bir etkileşim, titreşim var ve onu en çarpıcı şekilde dinleyicilere geçiriyor. O kadar ki, dün konserde arkadaşımız Özgür bir ara dayanamadı, bir adımda sahneye çıktı ve Doyle'a sarılarak "I Love You" dedi. Kendisini müziğe o derece kaptıran bir müzisyeni görünce sadece yerinizde durup bakamıyorsunuz. Yazının başında EIY ile hem olumsuz hem de olumlu konser anılarım oldu demiştim ya, Glastonbury'deki kendisinden kaynaklanmayan nedenlerle ne kadar olumsuzsa, Salon'daki de kendisinden kaynaklanan nedenlerle o kadar olumluydu!

2015'te yeni bir East India Youth albümü yayınlanacağını duydum ve menajerinin söylediğine göre bu defa sahnede bir masa arkasında olmayacakmış Doyle, bacaklarını görecekmişiz. Bu acaba daha az elektronik olacak anlamına mı geliyor, göreceğiz. Fakat ne yaparsa yapsın, onda bu yetenek ve tutku olduğu sürece iyi kayıtlar yapacağına kuşkum yok. Hem kendisine idol olarak David Bowie ile Brian Eno'yu; özellikle ikilinin Berlin dönemini seçmiş bir müzisyen baştan doğru yolda demektir. Yılın en güzel konserlerinden biri için Salon ekibine teşekkürler!


(Fotoğraflar bana aittir. Dün konserde bir video kaydettim ama ses patlamış; o yüzden paylaşmıyorum. Onun yerine Latitude Festival'daki konserinde çekilen videoyu aldım buraya.)

Translate