M83 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
M83 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Mayıs 2012 Pazar

Vitrindeki Albümler 115: Chromatics - Kill For Love (Italians Do It Better)


© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet / 13 Mayıs 2012

Johnny Jewel adını ilk anda anımsamayabilirsiniz ama onun müziklerini bir şekilde duymuş olmanız muhtemel. John Carpenter ve ünlü ses mühendisi Alan Howarth’ın 1970’lerde kullandığı klavyeler ve eski elektronik davul makineleriyle (drum machine) elektropop'un en iyi işlerini çıkaran yetenekli bir prodüktör Jewel. Birden çok projede farklı kadın vokalistle işbirliğini sürdürüyor, bir yandan da film müzikleri yapıyor. Glass Candy, Desire ve Chromatics adlı üç ayrı grupta yer alıyor. Ayrıca New Jersey’de kurulan Italians Do It Better adlı plak şirketinin ortaklarından birisi. Müzik dünyasının yetenekli cevherlerinden birisi kısaca.

The Guardian, birkaç yıl önce Jewel’in birlikte çalıştığı güzel, derinlikli ama kendilerini karışık ifadelerle anlatan kadınları (Glass Candy’de Ida No, Desire’da Megan Louise, Chromatics'de Ruth Radelet) Antonioni filmlerindeki kadınlara benzetmişti. Jewel da, Antonioni gibi insana özgü duyguları ortaya koyan nostaljik işler yapmaya eğilimli ama aynı zamanda dans pistinden kopamayan bir karakter olarak tanımlanmıştı. Beğendiğim için aklımda kaldı bu benzetme.

Jewel’in projeleri arasında en çok Chromatics bu tanıma uyuyor. 2001’de Oregon’da kurulan grup, ilk iki albümündeki ağırlıklı gitar sounduyla post-punk sevenlere hitap ederken, grupta yaşanan kadro değişikliklerinden sonra müziklerinde de belirgin bir yön değişikliğine gitti. Şu anda yollarına başından beri grupta olan tek eleman gitarist Adam Miller, multi-enstrümantalist Johnny Jewel, vokalist Ruth Radelet ve davulda Nat Walker ile dörtlü olarak yollarına devam ediyorlar. Adam Miller, en kıdemli üye olsa da, Chromatics’in bugünkü soundunu yönlendiren isim Johnny Jewel olduğundan yazıya onunla başladım.

Sound konusunda riskler alıp, farklı rotalara giren grupların geçirdiği evrimi her zaman merakla izlediğim için Chromatics’in değişimi de ilgimi çekti. Bu değişim, her grup için her zaman olumlu sonuç vermiyor ama Chromatics’in kaotik post-punk soundundan, romantik Italo disco’ya geçişi, şaşırtıcı şekilde başarılı oldu.

Italians Do It Better’dan 2007’de çıkan “Night Drive”da gibi “Kill For Love” da, grubun 70 ve 80’lerden kalma analog ekipmanları elektronik altyapıyla buluşturup, minimal düzenlemeler ve basit sözlerle işlediği bir albüm. 90 dakikalık albümü bir süre tekrar tekrar dinledikten sonra yorumum şuydu: New Order, M83 ve Young Marble Giants ortak bir albüm yapsa böyle olurdu. Gitarlar daha ilk dinleyişte akla New Order’ı getirirken, synth soundu M83’ü, Ruth Radelet’in vokali ise Alison Statton’ı çok andırıyor.

Açılışı yapan şarkı, “Into the Black”, Ruth Radelet’in pürüzsüz sesinden duyduğumuz “Out of the blue and into the black” sözleriyle daha en başından albüme ilişkin bir fikir veriyor. Chromatics, Neil Young’ın 1979 tarihli “Rust Never Sleeps” albümünde yer alan “Hey Hey My My (Into the Black)” adlı şarkıya yaptığı bu cover’la, geçmişe referans vererek ama onu dönüştürerek dinleyiciye merhaba diyor. Yeni bir albüme cover bir şarkıyla başlamak, ciddi bir risk. Neil Young’ın bu unutulmaz şarkısı birçok kere coverlandı. Ama Chromatics’inki Ruth Radelet’in sesindeki yalnızlık hissiyle kusursuz bir melankolik hava yansıtıyor ve aldığı riskin sonucunda hanesine büyük bir artı yazdırıyor.

Ardından gelen “Kill for Love”da Radelet, bu defa 2000’lerin yeni Debbie Harry’si rolüne soyunmuş; sesin karakteri bir şarkıdan diğerine fark edilir şekilde değişiyor. “In my mind I was waiting for change / while the world just stayed the same” diyor sözlerde. Geçmiş ile gelecek arasındaki geçiş teması burada da karşımıza çıkıyor.

Albümdeki iki erkek vokalli şarkıdan biri olan “These Streets Will Never Look the Same”, 2012’de duyduğum en güzel synthpop şarkılarından biri. Baskın gitar sounduyla vokaldeki duygusallığın zıtlığı, garip şekilde çekici. 8 dakikayı aşsa da, bu zıtlık dinlerken hiç sıkmıyor.

Şarkılar arasında bir diğer kategori, “Broken Mirrors”, “The Eleventh Hour”, “Dust to Dust” gibi 70 ve 80’lerdeki deneysel elektronik müziğini örnekleyen, minimal enstrümantal parçalar. Bunların arasında en sevdiğim, “There’s a Light Out on the Horizon” oldu. Albümün ayrıca yayınlanan "Drumless" adlı 11 şarkılık versiyonunda da yer alıyor bu parça ve ben "Kill for Love"dakini değil "Drumless"takini beğendim. (Bu versiyonu internet üzerinde bulamadığım için Soundcloud'a yükledim.)



"Drumless"ta davul sesi çıkarıldığı için, her bir klavye ya da synth sesi davul gibi ritim tutuyor. Parçanın ortasında bir telefon mesajı duyuluyor. Gök gürleyip yağmur yağarken şifresini girip mesajlarını dinleyen kişi, bir kadının bıraktığı “It’s me. Just wondering if you got my text. Anyway, I’m going to bed pretty soon. Hope you’re okay out there, wherever you are. Good night. Love you.” şeklindeki mesajı dinledikten sonra siliyor. Karşı tarafın yazılı mesajına yanıt verilmeyip habersiz bırakılmış olması, bir terslik olduğu izlenimi yaratırken, müzik şüphe duygusu yaratacak şekilde kurgulanmış. Telefon mesajının gece bırakılması, şarkının karakteriyle uyuşuyor. Söz konusu karakter karanlık ama bir yandan da şarkının ismi ufukta görülen ışığı müjdeliyor. Belki de umut, o telefon mesajında. Her şeye karşın merak eden, sevdiğini söyleyen birisi var. Ancak müzik rahatlatıcı değil, endişe verici... Bütün o soğuk denilebilecek elektronik sesler arasında yağmur ve makineden de duyulsa insan sesinin yarattığı garip bir duygusallık hakim şarkıda. İstesem sayfalarca yazı yazabilirim bu şarkının hissettirdikleri hakkında. Belli ki gece yürüyüşlerime eşlik edecek yeni bir soundtrack olacak, ayrıntılara dalıp yeni öyküler yazdıracak bana... 2012’de beni çarpan şarkılar listemde de yer alacak.

Kapanışı yapan 14 dakikalık “No Escape”, insanı adeta bir bilinmezliğin içine sürükleyen, derin bir atmosferik müzik. Sesin yavaş yavaş alçalıp tamamen yok oluşuyla sona eriyor 90 dakika. Sanki sahne sahne bir film şeridi gibi akıyor albüm.

Aşk, ölüm, hayal kırıklığı, yalnızlık ve umut gibi hayata dair başlıca temaları, cesaretle yorumlayan, sıra dışı ve çok güzel bir albüm “Kill for Love”. Sıradan bir synthpop albümü olmanın ötesinde ince işlenmiş; ana yoldan değil sokak aralarından gidiyor ve dinleyicinin içine girmek için özel çaba göstermesini gerektiriyor.

Albümün tümünü Soundcloud üzerinden dinleyebilirsiniz.



COMPLETE ALBUM BLENDED TOGETHER FOR YOUR UNDISTURBED LISTENING PLEASURE.
ENJOY
XO
JOHNNY JEWEL

01. INTO THE BLACK (5.23)
02. KILL FOR LOVE (3.58)
03. BACK FROM THE GRAVE (3.43)
04. THE PAGE (3.36)
05. LADY (5.08)
06. THESE STREETS WILL NEVER LOOK THE SAME (8.37)
07. BROKEN MIRRORS (7.03)
08. CANDY (2.30)
09. THE ELEVENTH HOUR (3.28)
10. RUNNING FROM THE SUN (7.07)
11. DUST TO DUST (2.41)
12. BIRDS OF PARADISE (4.26)
13. A MATTER OF TIME (5.06)
14. AT YOUR DOOR (3.53)
15. THERE'S A LIGHT OUT ON THE HORIZON (4.44)
16. THE RIVER (6.10)
17. NO ESCAPE (14.01)

_

_

15 Ağustos 2011 Pazartesi

Vitrindeki Albümler 80:


© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet / 14 Ağustos 2011

THE JAPANESE POPSTARS - Controlling Your Allegiance (Virgin Records)

Son yıllarda dans müziğinde “canlı performansı görülmesi gereken” isimlerden biri olarak öne çıktı The Japanese Popstars. İrlandalı üçlünün The Chemical Brothers ve Underworld gibi bu alanda artık dünya lideri olmuş grupların yerini alacağı söyleniyor. Kendilerinin de idol olarak kabul ettikleri bu gruplarla aynı lige çıkmaları için bu yıl yayımlanan “Controlling Your Allegiance”ın yayımlanması gerekti.

Aslında dikkati 2008 yılında ünlü DJ Mag dergisinin elektronik müziğin en iyilerini seçtiği “Best Of British” Ödüllerinde “En İyi Çıkış Yapan Prodüktör” ödülünü aldıklarında çektiler. O yıl yayımladıkları ilk albümleri “We Just Are” böylece hak ettiği ilgiyi de görmüş oldu. Ardından bu yıl İrlanda Dans Müzik Ödülleri’nde “En İyi House DJ’i” ve “En İyi Canlı Performans” dahil dört dalda aday gösterildiler.

“Controlling Your Allegiance”, dans pistleri dışında da dinlenebilecek, kulaklığınızı takıp dinleyebileceğiniz, elektronik müziğin farklı türlerini barındıran bir albüm. Beni albümle ilgili en çok etkileyen şey, grubun tek bir türe odaklanmadan, geçişler yapması ve house, progresif house, disko, tekno, trans arasında sürekli dolaşması oldu. Sound, zengin synth kullanımı güçlü perküsyon ve sağlam baslarla desteklenmiş; aynı parçanın içinde bile değişen ritimler albüme belirgin bir canlılık katmış.

Albümle ilgili bir diğer önemli özellik de, konuk vokal kullanımı. The Cure’un vokalisti Robert Smith, Editors’dan Tom Smith, Blues Explosion’dan Jon Spencer, Chicago House efsanesi Green Velvet, folk müziğin İrlandalı ozan şarkıcısı James Vincent McMorrow, M83’le yaptığı çalışmalardan tanıdığımız Morgan Kibby, indie folk şarkıcısı Lisa Hannigan ve prodüktör/şarkıcı Dot JR, The Japanese Stars’ın bu albümde birlikte çalıştığı isimler.

12 parçadan oluşan 63 dakikalık albümde vokallerin öne çıktığı parçalar olduğu gibi, buna ihtiyaç göstermeyenler de var. Ben özellikle iki şarkıdan söz etmek istiyorum.

Tom Smith’in vokalde yer aldığı “Joshua”nın en çarpıcı yanı, hiç kuşkusuz vokaller. Tom Smith’in bariton sesi Editors şarkılarından da bildiğimiz gibi zaten çok güçlü; ancak aynı zamanda elektronik müziğe nostalji ve romantizm katarak onunla da büyük uyum gösterebiliyor. The Japanese Stars’ın Editors’ın “Papillon” adlı şarkısına yaptığı remiks de bunu daha önce ortaya koymuştu. Bana göre albümün en güzel parçası "Joshua".

Robert Smith’in eşsiz vokalini duyma zevkini bir kez daha yaşatan “Take Forever” da “Joshua” kadar iddialı. Smith’in yorumlayıp da damgasını vurmadığı herhangi bir şarkı yoktur. “Take Forever”a da sesindeki tüm melankoliyi enjekte etmiş Smith. Elektronik müziğin klasikleri arasında girecek kadar başarılı bir parçaya imza atmış The Japanese Popstars.





-

Translate