Curtis Mayfield etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Curtis Mayfield etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Mart 2012 Pazar

'PATRON' MÜZİK DERSİ VERDİ


© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet / 18 Mart 2012

AUSTIN - 6 gün boyunca 90’dan fazla mekanda 2000’i aşkın performansın sergilendiği dünyanın en büyük müzik festivallerinden South By Southwest (SXSW), Teksas’ın başkenti Austin’de gerçekleştirildi. Bu yıl 22. kez yapılan etkinliğin 1987’de 700 katılımcısı varken, bugün bu sayı 16 bin dolayında. Ayrıca sinema ve interaktif bölümleriyle birlikte düşünülürse, 9 güne yayılan çok kapsamlı bir etkinlik SXSW.

Festivalin en önemli özelliği, keşfedilip adını duyurmaya çalışan yeni isimlere fırsat sunması. Bir sonraki yıl çıkış yapacak gruplar, müzisyenler bu festivalde dikkatleri çekiyor. O nedenle müzik dünyasının gözü, bu festivalden yansıyan haberlere odaklanıyor.



Bu yıl festival programı açıklandığında en çok ilgi çeken müzisyenlerden birisi, BBC Sound of 2012’yi kazanan Uganda asıllı Michael Kiwanuka’ydı. Kusursuz sesiyle İngiliz soul müziğinin yükselen yıldızının Austin Kongre Merkezi’nde sadece akustik gitarını çalarak verdiği 40 dakikalık konser, büyük ilgi gördü. Michael Kiwanuka’nın Otis Redding’i anımsatan tarzıyla gelecek yıllarda müzik gündeminde çok yer alacağı kuşkusuz.



En yoğun ilgi gören konserlerinden bir diğeri ise, yedi yıldır yeni albüm çıkarmayan Amerikalı müzisyen Fiona Apple’ınki oldu. Ozan şarkıcı geleneğinin güçlü temsilcilerinden Apple, haziran ayında yayınlayacağı dördüncü stüdyo albümünün öncesinde ilk canlı performansını Austin’de verdi.

Aşırı talepten dolayı uzun süre sırada bekledikten sonra şanslı olanların içeri girebildiği açıkhava bir mekanda gerçekleşti konser. Eski ve yeni şarkılarını seslendiren Apple, “Kalabalık önünde çaldığımı kendime hatırlatmam gerek” diyerek aslında sahnede pek de rahat olmadığını duyumsatsa da, özgürce dans etti, piyano çaldı. Müziği açıkhava bir kulüp için belki fazla sofistike ama o akşam onu dinlemeye gelenlerin şarkılarla olan güçlü bağı, kanımca bu sorunu yok etti.

FESTİVAL AÇILIŞ KONUŞMASI SPRINGSTEEN’DEN

SXSW’nun bu yılki odak noktası, açılış konuşmasını üstlenen Patron’un (The Boss) yani Bruce Springsteen’in üzerindeydi. “Wrecking Ball” adlı yeni albümü bu ay yayımlanan müsizyenin çarşamba günü yaptığı 50 dakikalık konuşma, adeta müzik tarihi üzerine bir ders niteliği taşıyordu.

İlk gençlik döneminden bu yana kendisini etkileyen müzisyenleri tek tek sayıp, onların ne anlama geldiğini anlattı Springsteen. Onun için her şeyin 20. yüzyılın ilk modern erkeği diye nitelediği Elvis Presley’i televizyonda şarkı söylerken gördüğü an başladığını söyledi. O tarihten beri Elvis’e özenip ayna karşısında dans ettiğini söyleyince salondan kopan kahkayaya karşılık, “Siz yapmıyor musunuz?” diye sordu.

50’lerin sonu, 60’ların başındaki doo-wop tarzını gelmiş geçmiş en duyarlı müzik diye niteledi. Roy Orbison’ın romantik karanlığını, Phil Spector’ın The Wall of Sound tekniğinin üzerinde bıraktığı etkiye değindikten sonra, The Beatles’ın müziğini yapan 4 genci kendine yakın hissettiğini, arkasından The Animals ile tanıştığını anlattı.

O sırada gitarını alıp “We Gotta Get Out of This Place”i seslendirdi. Konuşmadaki en komik anlardan birisi, Springsteen’in The Animals’ın şarkılarının yanı sıra, grup üyelerinin hiçbirisinin yakışıklı olmamasının da ona ayrı bir umut verdiğini itiraf etmesi oldu. Gençliğinde kendisini beğenmediği için, onları görünce “Yakışıklı olmasam bile ben de müziğimle başarılı olabilirim!” diye düşünmüş.

The Sex Pistols’ın şoke edici değil, dehşet verici olduğunu; müzikleriyle insana cesaret aşıladıklarını söyledi ama ilk gençlik döneminden çıkıp yetişkin olduğunda soul, country ve blues’a yöneldiğini anlattı. Curtis Mayfield’in adını yurttaşlık hakları hareketinin müziğini yapanlar arasında andı. The Rolling Stones’u da çok sevdiğini ama gelmiş geçmiş en iyi sahne performansının bugün bile hak ettiği değerin tam verilmediğini söylediği James Brown’a ait olduğunu söyledi.

Springsteen konuşmasında Bob Dylan ve Hank Williams’a ayrı bir yer ayırmıştı. Bob Dylan için, “60’ların gençliğinin sesiydi, kalbimizi anlamamızı sağladı. Ona teşekkür ediyorum” dedi.

Kimlik arayışı sürecinde Woody Guthrie’nin özgürlük felsefesinden çok etkilenmiş Patron. Gitarını alıp Amerika’nın en ünlü folk şarkılarından “This Land Is Your Land”i çaldığında binlerce dinleyicinin olduğu salonda çok sayıda kişinin gözlerini doldurdu.

Konuşmasını gençlere verdiği şu öğütlerle tamamladı Patron: Kendinizi çok önemsemeyin ama ölüm kadar da ciddiye alın. Kendinize güven duyun. Fakat şüpheci olun ki bu sizi alarmda tutsun.

Rock müziğin efsane isimlerinden birisini ayakta alkışlarken, esprilerle, bilgiyle, anılarla donatılmış mükemmel bir konuşma dinlemenin mutluğunu yaşadık.
http://cumhuriyet.com.tr/?hn=323332

(Bruce Springsteen fotoğrafları dışındaki diğer görseller bana aittir.)

-

17 Ocak 2010 Pazar

Pop yıldızı değil, müzik işçisiyiz!


© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet/16 Ocak 2010

Onların adını ilk önce Depeche Mode ve Erasure ile çıktıkları turnelerde duyduk. Sonra sahnede sürekli giydikleri İskandinav hosteslerinin üniformalarıyla tanıdık. Müzik kariyerlerini, Client A (Kate Holmes), Client B (Sarah Blackwood) gibi takma adlarla sürdüren ilginç müzisyenleri merak ettik. Albümlerini dinledikçe de sevdik grubu...

Synth-pop’un başarılı grubu Client’tan söz ediyorum tabii ki. İstanbul’da daha önceki yıllarda da konser veren grup, bu kez 16 Ocak’ta Beyoğlu’ndaki Bronx Pi Sahne’de olacak.

Client’tan 2008’deki remiks albümünden bu yana ses çıkmıyordu; ama 2009'da dördüncü albümleri yayımlandı. “Command” adını taşıyan bu çalışma, geçen yıl bu türde yapılan albümlerin en iyilerinden birisi.

Konser öncesinde sorularımı Client B’ye yönelttim; üniforma sevdasının nedenini de sordum.


Yeni albümünüz, daha az synthesizer kullandığınız “Heartland”den sonra bir tür eski rotaya geri dönüş olmuş.

Temel çıkış noktamıza dönmek istedik. Fazlalık gibi duran her şeyi bir kenara bırakıp, Client’ın özünü oluşturan unsurlara yöneldik. O nedenle, ikinci çalışmamız “City”e kıyasla, ilk albüme çok daha yakın bir sound söz konusu.

Müziğiniz için “strictly dirty” şeklinde bir tanımlama kullanılıyor. Ne diyorsunuz buna?

Kesinlikle öyle! Ayrı ayrı sözcükler olarak düşünüldüklerinde karşıt anlamları var. Ama birlikte kullanıldıklarında tamamen bizi anlatıyor.

CURTIS MAYFIELD COVER'I

Elektronik müzikle duyguları aktarmanın olanaklı olmadığını düşünenlere bir yanıtınız var mı?

Elektronik müziğin bir hedonist ve direkt olma yönü var. Ancak bu şekilde düşünmek saçmalık. Ben, elektronik müziğin bazen duyguları, “four chords and the truth” denilen o standart formülden daha iyi aktardığını düşünüyorum; özellikle canlı performanslarda yükses sesle çalındığında. (Not: Müzisyen Harlan Howard’ın “Country müzik, üç akord ve gerçekten ibarettir” sözüne atıf yapıyor. ZK.)

Tangerine Dream’den “Love on a Real Train”i, William Orbit’ten “Water from a Wine Leaf”i, Depeche Mode’dan “Home”u ve “Black Celebration”ı kim unutabilir? Bu isimler, dram ve melankoliyi, hiçbir gitar grubunun hayal bile edemeyeceği ölçüde yansıtmayı başardı.

Yeni albümde Curtis Mayfield’in “Make Me Believe in You” adlı parçasını yorumladınız. İlginç bir seçim...

Öyle. Bir elektronik müzik grubundan duymayı beklemeyeceğiniz sıra dışı bir parça olsun istedik. Zor bir işti. Melodinin bir kısmını ve sözleri yeniden yapılandırmak zorunda kaldık. Çünkü ben bir soul divası değilim. Ama bu şarkı için çalışırken çok keyif aldık. Bir yandan da sanırım bu, bizim müzik zevkimizin nasıl geniş bir perspektifi olduğunu da gösteriyor. Sadece Kraftwerk ve DAF dinlemiyoruz!

"ANONİM OLMA FİKRİNİ SEVİYORUZ"

Takma isimler kullanıyorsunuz. Albüm kapaklarında hiçbir zaman yüzünüzü görmüyoruz. Yeni albümün kapağında da yine başı görünmeyen üniformalı bir kadın var. Anonimlikteki bu ısrar niye?

Pop prenseslerine benzemeyi önleyen sofistike bir hava veriyor. Grubu ilk kurduğumuzda, insanların bizi müziğimizle değerlendirmesini istedik; önemli olan cinsiyetimiz ve görüntümüz değildi. Başkalarının onlar için yazdığı şarkılardan çok, kendilerini giydiren moda tasarımcılarının ürünleriyle tanınan yıldızlardan sıkılmıştık. Biz, kendi şarkılarımızı yazıp kendi müziğimizi yapıyoruz. “Command”in kapağındaki de “Client ordumuzdan” herhangi bir müzisyen olabilir. Bizde yıldız ya da diva yok. Hepimiz aynıyız.

Konserlerde hepiniz üniforma içinde kusursuz bir görüntü sergiliyorsunuz. Müziği daha iyi yansıtmak için gizlenmek istiyorsunuz ama bu şekilde daha dikkat çekici olmuyor musunuz?

Yalan söyleyemem; sahnede ne giyeceğimizi düşünmemek çok rahatlatıcı. Sadece temiz olan üniformayı alıp düşüyoruz yola! Ama işe giderken üniforma giyme fikrini de seviyoruz. Aynen bir hemşirenin yaptığı gibi. Bu, sizi işe fikren de hazırlıyor. Biz müzik endüstrisinde birer işçiyiz sadece! Aynı zamanda bir tür “alter ego” bu. Sahneye çıkan Sarah ya da Kate değil, Client B ve Client A. Bu ayrı bir güç de veriyor.

Ayrıca resmi tavırlı kıyafetlerin elektronik müziğin beat’leriyle iyi gittiğini de düşünüyorum. O şarkıları kot pantolon ya da çiçekli elbiselerin içinde söyleyemezdim!

Translate