Cloud Nothings etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Cloud Nothings etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Nisan 2014 Salı

Video: Cloud Nothings @ Bowery Ballroom


28 Mart 2012 Çarşamba

Cloud Nothings @ Mercury Lounge


Bu yıl SXSW kapsamında canlı dinleme lanağı bulduğum gruplar içinde performanslarını en çok beğendiğim ilk 10 gruptan biriydi Cloud Nothings. Ancak daha önceki bir yazımda da belirttiğim gibi, orada konsere ilgi çok yoğundu ve koşulları pek de iyi olmayan bir mekanda çalmıştı grup. Kalabalığın da etkisiyle müziğe odaklanmak zor olmuştu.

Neyse ki grubun dün akşam New York'ta Mercury Lounge'da verdiği konsere gitme olanağım oldu. Aslında konserin biletleri günler öncesinden tamamen tükenmişti ve benim biletim yoktu. Yine de şansımı deneyeyim, belki gider kapıda bilet satan birini bulurum dedim. Önce gidip gişedeki görevliye bilet almak istediğimi söyleyip epey dil döktüm ama işe yaramadı; oldukça sert yanıtlar veren kadın, "Olanaksız. Bilet kalmadı!" diyerek yanıtladı talebimi.

Sonra başka bir görevli, akşam mekanın kapasitesi çok zorlanmazsa birkaç bilet satabileceklerini söyleyince geri dönmek üzere ayrıldım. Saat 22.00 civarında tekrar Mercury Lounge'un önünde beklemeye başladım. Kapıdaki güvenlik görevlisi, "Birisini mi bekliyorsunuz?" diye sorunca, durumu anlattım. O anda cebinden bir bilet çıkarıp uzattı ve "Al bunu gir içeri. Sadece güzel olduğun için yapıyorum bunu!" diye de ekledi. Böylece kendimi bir anda içeride buldum.

Dört ayrı grubun arka arkaya çaldığı bir gece olduğundan Cloud Nothings, 23.00'da sahneye çıktı. New York'ta Mercury Lounge'a gidenler bilir; oldukça ufak, kapasitesi en fazla 100 kişilik bir mekan. Ses sistemi de mükemmel değil ama sahne ile seyirci arasına engeller koymayan, yoğun etkileşimli konserlere elverişli bir salon. Fotoğraf ve video çekmeyi istediğim için, en önde kendime yer bulmam da hiç zor olmadı. Austin'deki izdihamın tersine New York'taki salonda ferah ferah izledik konseri. Cloud Nothings'in damarlardaki kanı ateşleyen müziği başlayınca pogo dansı yapanlar oldu elbette; bir ara üzerime arkadan gelen bira da döküldü ama Austin'deki itiş kakışla kıyaslayınca çok daha sakin bir ortam olduğunu söyleyebilirim.

Vokalist Dylan Baldi'nin 3 yıl önce Cleveland, Ohio'da yatak odasında yaptığı lo-fi kayıtlarla başlattığı müzik serüveni, New York'ta alternatif rock'ın belli mekanlarından birine bu kadar kısa sürede taşınmış olması bir başarıdır. Bu yıl çıkan "Attack On Memory" adlı albümleriyle de sadece kendilerini eğlendirmek için giriştikleri bu serüvenin önünün çok açık olduğunu kanıtladılar. Gitarların adeta nehir gibi akıp gittiği konserleri, özellikle davulda Jayson Gerycz'in olağanüstü performansının da katkısıyla, dinleyeni uyandırıp kendine getiren son derece dinamik bir atmosfer yaratıyor. Çıkışta belki kulaklarınız çınlıyor ve bir süre az duyuyor ama ruhunuz şaha kalkıyor.

(Aşağıdaki videlordan ilkinde Jason Gerycz'in 05:20 ile 06:50 arasındaki solosuna dikkatinizi çekerim. O arada öyle kendinden geçti ki, bir küfür de salladı. Ayrıca Jason'ın konser henüz başlamadan önceki haliyle, çaldığı andaki görüntü farkını ortaya koymak için iki fotoğraf paylaşıyorum. O farkı yazıyla anlatamam. Müthiş bir davulcu kendisi.)





1 fotoğrafı konser başlamadan az önce, 2. fotoğrafı konser sırasında çektim.




(Fotoğraflar videolar bana aittir.)

-

22 Mart 2012 Perşembe

SXSW'da En Beğendiğim 10 Canlı Performans -2


13-18 Mart tarihlerinde Teksas’ın başkenti Austin’da yapılan South By Southwest (SXSW), benim için çok verimli bir festival oldu. Her gün öğlen vaktinden gece yarısına kadar bir mekandan diğerine koşturmak oldukça yorucuydu ama bütün zorluklara değerdi. Çünkü tanıdığım grupların yanı sıra, ilk kez dinlediğim ve adlarını bile yeni duyduğum gruplar oldu.

Aslında festival yapısı itibariyle organizatör, menajer, plak şirketi temsilcileri gibi müzik endüstrisinde yer alan kişiler için kurgulanmış. Her saatte bir yeni bir isim sahneye çıkıyor ve 40 dakikalık bir performans sergiliyor. Kalan 20 dakika sahnedeki ekipmanlarını toplaması ve arkasından gelecek müzisyenlerin yerleşmesi için ayrılmış. Sonuçta 20 dakika içerisinde ses ne kadar oturtulabilirse ancak o kadar oluyor. Bar, bilardo salonu, sinema salonu, otel lobisi, otopark, garaj, kilise vb. ne varsa konser alanına dönüştürülüp yüzlerce mekan yaratılmış.

Bu, az önce de söz ettiğim nedenle de birleşince, konserlerin çoğunda ses sorunu vardı. Ama festivalde asıl amaç, grupların sahne performansı hakkında müzik endüstrisine bir fikir vermek olduğundan bu konuya kimse fazla takılmıyor.

Ben festivale gitmeden önce açıklanan yüzlerce etkinlik içinden seçim yapıp kendime bir program oluşturmaya çalıştıysam da bunda pek başarılı olamadım. Çünkü son anda açıklanan çok sayıda performans oldu ve birbiriyle çakışanlar arasında tercih yapmak gerekti. Yine de ne olursa olsun göreceğim dediğim bazı isimler vardı. Onları atlamadım. Henüz tam olarak sayamadım ama sanıyorum 5 günde 35-40 arasında ismi canlı dinlemeyi başardım.

Bunlar arasında en beğendiğim ilk 10 şöyle belirlendi:


1-Deafheaven : Festivale gitmeden önce aklıma koymuştum Deafheaven’ı görmeyi. San Franciscolu grup, black metal, shoegaze ve post-rock’ın karışımını yansıtan müziğiyle dikkatimi çekmişti. Hiçbir videolarını izlemeden müziğin etkisinde kalmış ve konserde gördüğümde hissedeceklerimi merak etmiştim. Gece 01.30 civarında The Bat Bar denilen ufak ve biraz da perişan bir barda sahneye çıktılar. İçeri girdiğimde günün tüm yorgunluğu üzerime çökmüştü, ayakta zor duruyordum. Gece çok geç bir saat olmasına karşın tahmin ettiğimden daha fazla ilgi vardı gruba. Beş kişilik ekipte vokalist George Clark’ın adeta çığlık atarcasına söylediği sözler, gitar ve davulun yarattığı karanlık ortamı daha da derinleştirip dinleyeni bir anda yerle bir ediyor. Black metal’in vurucu olduğu aşikar ama daha önce bir konserde sanki iç organlarımın sökülür gibi olduğunu hiç hissetmemiştim. Şüphesiz bugüne kadar izlediğim en etkileyici performanslardan biriydi; müziği icra edenle dinleyenin aynı potada eriyip tükendiği ve sonunda yeniden doğduğu, vahşi, katıksız, sınırsız, kaotik bir konserdi. Bir ara dinleyicilerin vokalisti bacaklarından tutup parçalayacağını düşünmedim değil. NPR, grup için “Black metal’in Sigur Ros’u” demiş. Çok tuttum bu tanımı. Deafheaven’ın herkese göre olmadığı kesin ama sarsılmak isteyenler grubu yakaladığı yerde konserine gitsin derim.

Duyduğuma göre yeni albümleri öncekinden çok daha karanlık, daha hızlı ve deneysel olacakmış. The Bat Bar’daki deneyimin daha ötesini şu anda hayal edemiyorum ama bu bile heyecan verici.

2- Patrick Watson : Patrick Watson hakkında daha önce de düşüncelerimi yazmıştım. Kanadalı müzisyen, bana göre 2000’li yılların en yetenekli isimlerinden birisi. Daha önce Salon’da canlı dinleme olanağı bulduğumdan neyle karşılaşacağımı biliyordum ve SXSW’da sadece daha önce görmediğim grupları izleme kuralımı onun için bozdum. Bir kilisede vereceği konserin özel olacağından hiç kuşkum yoktu. Üstelik yeni albümü beklediğimizden yeni şarkıları duyma olasılığı da vardı; diğer bütün konserleri bir yana bırakıp St David’s Historic Sanctuary adlı kiliseye koştum. Loş bir ışıkta kilise sıralarındaki yerimi aldım. Patrick Watson ve ekibi, Salon’daki konserde olduğu gibi, yine insanda hayranlık uyandıran bir ustalık ve uyumla çaldı. Onları dinlerken dünyanın iyi yanlarına odaklanıp nahif düşünceler içine giriyor insan; ılık bir rüzgarda içine ürperti düşmeden deniz kenarında yürüyor, hafifliyor. Karanlıkta parmaklarına geçirdiği minik ışıklarla piyanoyu çalan adam, duygusal, romantik ve esprili. Farklı sesler bulmaya da meraklı. Daha ne olsun? Patrick Watson’ı canlı dinleyirce çok mutlu çıktım o gece kiliseden.

3- Cloud Nothings : Cleveland, Ohiolu indie rock/alt-punk grubu, ne yazık ki Austin’de bir gece yarısı 512 Bar adlı mekanın ikinci katında dar bir alana hapsedilmişti. Bara vardığımda zorlukla içeri girebildim. İlgi oldukça yoğundu. Cayır cayır çalar gitarlar, bangır bangır bir davul ve vokalist Dylan Baldi’nin derin vokali, dinleyici kitlesini tamamen avucunun içine almış, herkes kan ter içinde müziğe odaklanmaya çalışıyordu. Kendime uygun bir yer bulamadığımdan sonunda bir koltuğun üzerine çıkıp sahneyi görmeye çalıştım. Videoyu da tanımadığım bir adamın kolumdan tutup destek olması sayesinde çekebildim. Aslında ortamdaki kargaşa, punk ruhunu yansıtan müziğe de uygundu. Çünkü punk özü itibariyle steril mekanlara uygun değil; ama o gece ses sistemi de iyi değildi. Her şeye rağmen grubun kendini kanıtlamak için fazla çaba harcamasına gerek yoktu. Yaptıkları müzik ve performansları yeterince güçlü ve etkileyici. Daha iyi koşullarda daha büyük zevk alarak dinlemeyi umuyorum ama SXSW’daki de bana gurubun potansiyeli hakkında iyi bir fikir verdi.

4- Silverbus : Bu yıl ilk kez canlı dinlediğim gruplardan birisi. SXSW’nun sitesinde grupları tanımaya çalışırken keşfettim onları . Post-rock sevenlerin dikkatinden kaçmaması gereken, çok başarılı bir ekip Silverbus. 20’li yaşlarında gözüken üç gençten kurulu. Son derece akıcı ve melodik bir müzik yapıyorlar. O gece orada tanıştığım Austinli bir fotoğrafçı, “Neden bu gece bu barı tercih ettiniz?” deyince, “Silverbus’ı merak ediyorum. O kadar müzik dergisi festival için öneri listeleri yayınladı ama kimse de Silverbus’tan söz etmedi” dedim. Oysa o, NPR’ın önerisini duyup Silverbus’ı listesine almış. Ben duymamıştım ama NPR, isabetli öneride bulunmuş. Silverbus’ın dinamik müziği gelecek vaat ediyor.

5-The Twilight Sad : İskoçya’nın müzik dünyasına kazandırdığı en iyi şeylerden birisi bu grup. 2003’ten beri müzik yapıyorlar ve bu yıl üçüncü albümlerini çıkardılar. Albümlerini severek dinliyorum ama canlı görünce gruba karşı sevgim, 5 katı arttı diyebilirim. Nedeni vokalist James Graham elbette; konser sırasında meyve suyu içerek kendi aleminde takılan diğer grup elemanları değil. Konseri birlikte izlediğimiz Harun İzer, bunun da kendi içinde ilginç bir tezat yarattığını söylemişti. Bu durum, o açıdan da değerlendirilebilir tabii. Brooklyn Vegan’ın açık hava bir mekandaki partisinde sahneye çıktı The Twilight Sad. Krautrock etkili bir alt-rock denilebilir müzikleri için. Şarkı söylerken gerçek anlamda gözleri dönen James Graham, ikinci bir Ian Curtis sanki. Yumruklarını sıkıyor, yere çömeliyor, gözlerini kapatıyor ve kendini tamamen müziğe vererek söylüyor. Adeta bir dönüşüm geçiriyor sahnede. Bazıları için belki agresif bir sound olarak nitelenebilir ama benim ruhuma çok iyi geldi bu doğrudanlık. Büyük keyif aldım konserden.

6- The Suicide of Western Culture (TSOWC): Festivale gitmeden önce SXSocial aracılığıyla grubun plak şirketinden ve menajerinden iletiler aldım. Beni ısrarla grubun Mohawk adlı kulüpte gerçekleşecek performansına davet ediyorlardı. Terrence Malick’in gelecekteki bir projesi için konseri filme alacağı bilgisini de bana iletmişlerdi. Sonunda Erykah Badu konseriyle çakışsa da, ne yapıp edip gittim TSOWC’ı görmeye. İyi ki de gitmişim. Mohawk’ın alt katındaki ufak barda çalıyordu İspanyol ikili. İnsanın içine ürperti vererek sürükleyen bir soundu var müziklerinin. Işıkların tamamen kapatıldığı bir ortamda, sadece hızla akan garip görüntülerin yer aldığı bir video ekranının önünde çaldılar. Hiç ara vermeden seri bir şekilde bitirdiler seti. Az sayıda dinleyici vardı ama ben onların arasında olduğum için çok mutluydum. Yoğun ve tutkulu bir müzikti. Batı Kültürünün İntiharı, bundan böyle ilgi alanımda olacak.

7- Edward Sharpe and the Magnetic Zeros : Çok sevdiğim ve canlı dinlemeyi çok istediğim bir gruptu. Mumford and Sons ve Old Crow Medicine Show’la çıktıkları bir Amerika turnesini anlatan belgesel filmden sonra yine onlarla birlikte sahneye çıktılar. Tek başlarına verdikleri bir konser değildi ama sonuçta Alex Eberti sahnede gördüm. Ayrıca şarkı söylerlerken ağırlık onun üzerindeydi. Aslında çok mutlu müziklere eğilimim yoktur ama sanırım bunun istisnası Edward Sharpe and the Magnetic Zeros. Sahneyi tamamen kaplayan bir düzineden fazla müzisyenin kolektif çabasını, yeteneklerini ve enerjilerini seviyorum; onlar çalarken tempo tutup gülümsüyorum. İstisnalar özeldir, onlar da öyle.

8- Exitmusic : Portishead, Sigur Ros ve Radiohead’in bir projede buluştuğunu düşünün. Brooklyn’den çıkan evli bir ikilinin kurduğu Exitmusic, ancak böyle anlatılırsa bir fikir verebilir insana. SXSW kapsamında sekiz performans gerçekleştiren grubun karanlık müziği, Aleksa Palladino’nun sanki havada süzülüyormuş hissi veren yumuşak vokaliyle tam bir uyum içinde. Elektronik seslerle akustik enstrümanları kaynaştırıp çözemediğiniz gizemler yaratan ilginç bir müzik.

9- Gossip : Yıllardır albümlerini severek dinlediğim ama hiç konserlerine gitme fırsatı bulamadığım bir gruptu Gossip. Festivalde Google ile Youtube’un ortak etkinliğinde yer aldıklarını öğrenince soluğu bir otaparkın terasında aldım. Beth Ditto, olağanüstü güzel sesinin verdiği güvenle sahneye çok hakim, eğlenceli, esprili ve enerjik bir şarkıcı. Albüm soundunu sahnede tutturmak zordur; Gossip bunu başarabilen gruplardan birisi. Ne yazık ki sanıyorum iyi duyurulamadığı için konsere ilgi düşündüğümden azdı. Ama benim keyfim çok yerindeydi. Ne ses sorunu oldu, ne kalabalık rahatsız etti. Beth Ditto gibi bir lideri olan grubun kötü bir konser verebileceğini düşünemiyorum.

10- Plants and Animals : Patrick Watson konserinden önce yine aynı kilisede Plants and Animals’ı dinledim. Kanadalı indie rock grubu, o gece kiliseyi tam anlamıyla inletti. Bu yıl üçüncü albümlerini yayımlamalarına karşın yeterli ilgi görmediklerini düşünüyorum. Oldukça sağlam altyapılı bir alternatif rock yapıyorlar. Müzikleri sıradan değil, güçlü sounduyla insanı derhal içine alıyor. Kilise ortamının dışında, açık hava festivallere de çok uyabilecek bir grup O gece dinleyici tarafından ayakta alkışlandılar.

21 Mart 2012 Çarşamba

SXSW'da En Beğendiğim 10 Canlı Performans


Uzun uzun yazmadan sadece bir liste yapmak istedim. Geçen hafta boyunca videolarla, tweetlerle görüşlerimi aktarmaya çalışsam da böyle bir liste gerekiyor bence. SXSW'da canlı dinleme olanağı bulduğum düzinelerce grup içinden beni performansıyla en çok etkileyen 10 isim belirledim. Bunlar hakkında önümüzdeki günlerde daha ayrıntılı yazılar yazacağım.

1-Deafheaven
2-Patrick Watson
3- Cloud Nothings
4- Silverbus
5- The Twilight Sad
6- The Suicide of Western Culture
7- Edward Sharpe and the Magnetic Zeros
8- Exitmusic
9- Gossip
10-Plants and Animals

16 Mart 2012 Cuma

Cloud Nothings @ SXSW




Translate