Belle and Sebastian etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Belle and Sebastian etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Ağustos 2012 Pazar

Vitrindeki Albümler 129: Jens Lekman - I Know What Love Isn’t (Secretly Canadian)


© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet / 26 Ağustos 2012

Huzurlu melodiler, çocuksu bir saflık ve basit sözcüklerle kurgulanmış sakin pop şarkıları seviyorsanız Jens Lekman’a kulak vermenizi öneririm. Özellikle Belle and Sebastian ve Kings of Convenience sevenler, Lekman’ın melankoliyi duru bir romantizmle yansıtan şarkılarında güvenli bir liman bulacaktır. Lekman'ın müziğini tanımlamak için genellikle barok pop, chamber pop gibi ifadeler kullanılıyor ama ben onu belli bir türe sokmak niyetinde değilim; sadece akustik ile elektroniği bir arada kullanan, gitar pop’unu elektronik davullar, sample’lar ve ince ince duyulan yaylılarla birlikte ördüğü, kimi zaman disko ritimlerini de işin içine kattığı bir sentezden söz edeceğim. Lekman’ın müzik yapmak için belli bir formüle göre değil, o anda şarkı ne gerektiriyorsa, kendisini onun rehberliğine bıraktığını hissediyorum. Belki de dinlerken hissedilen akıcılığın nedeni de o.

31 yaşındaki İsveçli müzisyen, daha 14 yaşında “Guantanamera”nın bas riff’ini kendi kendine öğrenmiş. 15’inde etrafındaki çeşitli konuşmaları bir ses kayıt cihazı ile kaydetmeye başlamış ve onları konsepte uygun öyküleri anlatan şarkılar içinde kullanıp bir CD haline getirmiş. Sadece 100 kopyası basılan “I Killed a Party Again”in ortaya çıkış hikayesi böyle.

Lekman, 20 kopya olarak yayınladığı “The Insect” adlı EP’den bu yana çok sayıda single, derleme, çeşitli işbirlikleri ve EP çalışması yaptı. 2003’te bağımsız plak şirketi Secretly Canadian’dan çıkan “Maple Leaves” adlı EP’den sonra yolu daha çok açıldı ve bugüne kadar aynı şirketten üç albüm yayınladı.

Jens Lekman’ın şarkı sözleri ve yorumu, sık sık The Magnetic Fields’den Stephen Merritt’e benzetilir. Bir röportajında, “Kendi albümlerimi yayınlamaya başladığımda sadece tek bir The Magnetic Fields albümüne sahiptim. Herkes birden bu benzetmeyi yapmaya başladı. Şimdi oturup diğer albümlerini dinleyemiyorum bile. Garip geliyor” diyerek, Merritt’in üzerinde büyük bir etki yapmış olduğu iddiasını bir anlamda reddediyor.

Belki de hiç akla gelmeyecek birinin, Mariah Carey’in şarkılarından hoşlandığını itiraf ediyor. "Fantasy“”en sevdiği şarkıymış. Basit, doğrudan ve dinlerken insanı adeta bir hayal aleminin içine sokan aşk şarkılarını seviyor belli ki. Yeni çıkan üçüncü albümü “I Know What Love Isn’t” da bu özellikleri taşıyan şarkılarla dolu. Tabii bunu söylerken Lekman’ın müziğini Mariah Carey’le aynı potaya koymuş gibi algılanmak istemem. Carey’in sıradan sözlerle dolu pop baladlarının yanında Lekman’ın şarkıları çok daha sofistike. O da derdini metafor kullanıp derinlikli ifadelerle ortaya koymayı sevmiyor ama müziğin verdiği his çok daha içten ve saf. Bazen albümün son şarkısı “Every Little Hair Knows Your Name”de olduğu gibi sadece bir akustik gitara ya da piyanoya eşlik edebiliyor.



Albümlerinde parlatılmış bir prodüksiyon yok, sözleri ortaya çıkaran da doğrudan kendi hayat deneyimleri. Artık kendisiyle birlikte olmak istemeyen sevgilinin açtığı derin yaraları flüt ve yaylıların katkısıyla aktaran “She Just Don’t Want to Be With You Antymore”, albümün en dokunaklı şarkısı.

The World Moves On”da nasıl ayakta kaldığını “Kalp kırıklığından tam olarak kurtulamazsın ama onu ağırbaşlı bir şekilde kabul etmeyi öğrenirsin” diyerek anlatmış Lekman.

Gerçekten de bir aşk acısının üzerinden ancak uzun zaman geçtikten sonra sakinleşip kaydedilebilecek kadar ağırbaşlı bir albüm yapmış Lekman. Garip bir şekilde dinlerken insanda terapi hissi uyandırıyor.



-

10 Nisan 2011 Pazar

Vitrindeki Albümler 64:


© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet/ 10 Nisan 2011

MIDLAKE-Late Night Tales (EMI)

Bugünlerde albüm önerisi soran herkese, hangi tür müziği daha çok sevdikleri hakkında bilgim olmasa da, önerebileceğim ender albümlerden birisi bu. Yanlış anlaşılmasın; çok sayıda güzel albüm çıkıyor ama çoğu belli bir müziği sevene hitap edecek türden.

Midlake’in Late Night Tales serisinden çıkan bu derlemesi ise, art-rock/folk-rock ağırlıklı olmasına karşın, dinleyen herkesi farklı atmosferlere ve ruh hallerine sokarak peşinden sürükleyecek kadar başarılı.

Late Night Tales serisi, aynı adla kurulan bağımsız bir plak şirketi tarafından başlatıldı. Son 10 yılda Belle & Sebastian, The Flaming Lips, Groove Armada, Four Tet ve Jamiroquai’nin de aralarında olduğu çok sayıda grubun/müzisyenin yaptığı derlemeler yayınlandı.

Bu serinin özelliği, sanatçıların kendilerine ilham veren, en sevdikleri parçaları bir araya getirmesi. Böylece onların müzik macerasının temel taşlarını öğrendiğimiz gibi, çok güzel albümler dinleme olanağı da buluyoruz.

Serinin Midlake’in imzasını taşıyan yeni ürünü, doğrusu diğerlerini kıskandıracak kadar iyi. 18 parçanın yer aldığı derleme, hem eskilerden Jimmie Spheeris ve Bob Carpenter gibi isimlere, hem de Björk ve Beach House gibi çağdaş örneklere yer veriyor.

En dikkat çeken iki şarkı ise, Scott Walker’ın klasiklerinden “Copenhagen” ve Midlake’in Black Sabbath klasiği “Am I Going Insane” için yaptığı nefis akustik cover.

İtiraf edeyim; şarkı listesinde Scott Walker'ın adını listede görmek, bir hayranı olarak beni oldukça etkiledi. Üstelik de en güzel yorumlarından birisi "Copenhagen" seçilmiş!

Bütün bunlara ek olarak, albümün sonunda bir de sürpriz var. İngiliz yazar/romancı Will Self, “The Happy Detective” adlı öyküsünün son kısmını kendisi okuyor.

Albümü dinledikten sonra şu yorumu yapmak olanaklı: Midlake'in müziği birbirinden farklı ama çok sağlam kaynaklardan özümlenmiş. Late Night Tales derlemesi, eserlerindeki o çarpıcı yalınlığın nereden süzüldüğünü ortaya koyuyor.



Albümde yer alan parçaların listesi:

1. Bob Carpenter - Silent Passage
2. Bread Love & Dreams - Time's The Thief
3. Fairport Convention - Genesis Hall
4. Steeleye Span - The Blacksmith
5. Lazarus - Warmth Of Your Eyes
6. Espers - Caroline
7. Jimmie Spheeris - Esmaria
8. Scott Walker - Copenhagen
9. Midlake - Am I Going Insane (Exclusive Black Sabbath Cover Version)
10. Björk - Unravel
11. Beach House - Silver Soul
12. Sandy Denny - Carnival
13. The Flying Burrito Brothers - Christine's Tune
14. Jan Duindam - Happiness & Tears
15. Twice As Much And Vashti - Coldest Night Of The Year
16. Sixto Rodriguez - Crucify Your Mind
17. Nico - These Days
18. The Band - Whispering Pines
19. Will Self - The Happy Detective - part. 4

-

7 Şubat 2011 Pazartesi

Karşıtlıkların mükemmel uyumu


© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet/ 7 Şubat 2011

Geçen cumartesi gecesi Salon’dayız. Sahnede yan yana iki müzisyen duruyor. Birisi 34 yaşında, İskoçyalı, sarışın, güzel, konuşkan bir kadın. Diğeri 46 yaşında, Amerikalı, dinleyicilerle göz teması bile kurmayıp sadece yere bakarak şarkı söyleyen, kumral bir adam.

Onları hiç tanımasanız, ilk olarak dikkatinizi seslerinin müziğe yansıyan uyumu çeker. Ama tanıyorsanız, “Nasıl oluyor da bu kadar farklı iki ses, iki karakter böylesine bir uyum yakalayabilir?” dersiniz.

Kadının adı Isobel Campbell; şarkıcı, besteci ve çellist. Indie pop grubu Belle and Sebastian’ın vokalisti olarak tanıdık onu. Çellosuna eşlik eden yumuşacık sesiyle yer etti hafızamızda.

Erkeğin adı ise, Mark Lanegan; vokalist ve şarkı yazarı. 1980’lerde grunge müzik sahnesinin önemli gruplarından Screaming Trees’le başladığı kariyerine, 2000’den sonra hard rock grubu Queens of the Stone Age’de devam etti. 2004’ten bu yana da alternatif rock grubu The Gutter Twins’in iki ana vokalistinden birisi.

MARK LANEGAN'IN DÖNÜŞÜMÜ

Mark Lanegan’ı en son canlı olarak, 2008’de İstanbul Yeni Melek’teki The Gutter Twins konserinde dinlemiştim. Mekanın akustik sorunu ve müzik dinlemek yerine durmadan konuşan kalabalığa karşın, kükrercesine şarkı söylüyordu. Tom Waits’i andıran çatallı sesi, her şeye meydan okuyor gibiydi.

Rock müziğin bu güçlü sesini, hafta sonunda yine canlı duydum ama bu kez kükremiyor, akustik bir konserde yavaş yavaş insanın içine işliyordu.

Lanegan, The Gutter Twins’in yanı sıra, Isobel Campbell’la da 2004’ten bu yana çalışmalarını sürdürüyor. Geçen yıl birlikte üçüncü albümleri “Hawk”ı yayınladılar. Albümlerdeki şarkılar büyük ölçüde Campbell’in imzasını taşıyor; ama bana sorarsanız bu işbirliğinin temeli karşıtlıkların uyumu.

Isobel Campbell’in rüyada sayıklarmış gibi fısıldayan sesi müthiş bir saflık katıyor müziğe. Ancak ne zaman ki işin içine Mark Lanegan’ın yıpranmışlığı hissettiren bariton sesi giriyor, işte o anda müzik karakterini buluyor.

Isobel Campbell’ın söylediği gibi, o Lanegan’ı hareketlendirirken Lanegan ona bir ağırlık katıyor. Böyle olmasa, belki Isobel uçacak ya da Mark ağırlıktan çökecek...

KEYİFLİ, SAMİMİ VE HUZUR VERİCİ BİR DOKSAN DAKİKA

Utangaç ve içine kapanık karakteriyle bilinen Lanegan, o akşam da şarkı söylemek dışında dinleyicilerle hiç iletişim kurmadı. Isobel Campbell, sahnede kontrabasla ilgili bir ses sorunu yaşanınca özür diledi, sessizce müziği dinledikleri için izleyicilere teşekkür etti (Bu ironik miydi bilemiyorum; çünkü konuşanlar vardı); hatta bir ara çello çalarken hata yapınca işi şakaya vurdu.

Son derece masum bir ses tonuyla, “Ama bu birlikte çaldığımız grup yeni, İstanbul’a daha önce hiç gelmemiştim, üstelik daha önce jet lag de olmamıştım” diyerek güldürdü herkesi. O anda bile önüne bakan Lanegan hafifçe gülümsedi ancak...

Yaklaşık 1.5 saat süren konserde, hem son albüm “Hawk”tan hem de önceki çalışmalarından folk-rock, folk-blues ve country esintili şarkılar yorumladı ikili. Keyifli, samimi, huzur verici bir doksan dakika geçirdik.

Konserden videolar:



Untitled from zülal on Vimeo.



(Konser videoları bana, fotoğraflar Ali Güler'e aittir.)

_

Translate