5 Mayıs 2008 Pazartesi

Dans Müziğinin En Akıllı Rap Vokalisti: Maxi Jazz


By on 00:09:00



© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet Hafta Sonu/3 Mayıs 2008

Geçen hafta Beyoğlu’ndaki İndigo’nun çok özel bir konuğu vardı: Faithless grubunun beyni ve karizmatik vokalisti Maxi Jazz!

Öncelikle müzik dünyasının bu büyük ismini ağırladıkları için İndigo ekibini kutluyorum. Mütevazi ve çok da geniş olmayan bir mekanda büyük işler yapıyorlar. Maxi Jazz’ın Smirnoff Experience gecesine DJ setiyle katılması da bunun son örneği. Uçağı kaçırsa da, onu gece saat 1’de röportaj için kulise getirmeyi başardılar. Disko, pop, hip-hop ve R & B ağırlıklı eğlenceli performansının öncesinde ünlü müzisyenle çok keyifli bir sohbet yaptık. Beklemeye gerçekten değerdi.

Dans müziğine sosyal temalara değinen politik şarkı sözlerini taşımakla ünlüsünüz. Dinleyicilere aktarmak istediğiniz en önemli mesaj ne?

Yazdığım sözlerin, insanlara kendi güçlerinin farkına varmasında yardımcı olmasını umarım. Çünkü her insanın, insan olmaktan dolayı özel bir değere sahip olduğuna inanıyorum. İlk bakışta hepimiz farklıyız, başka anne ve babaların çocuklarıyız. Sevdiğimiz yemekler, müzikler, kıyafetler farklı, ama sonuçta hepimiz aynı nedenlerle seviyor ve ağlıyoruz. Hepimiz mutlu olmak istiyoruz. Önemli olan şu ki, eğer insan olarak kendi içinizdeki güzelliğe inanmazsanız, etrafınızdaki güzelliklerin farkına varamazsınız.

O etkileyici şarkı sözlerinizin ardındaki temel etken Budizm mi?

Kesinlikle. Eğer Budizm’e inanmasaydım, yazdığım sözler mutlaka farklı olurdu. İnanç sistemim, hayata ve dünyaya bakışımı tümüyle değiştirdi.

Fakat örneğin, ben dindar ya da ruhani biri olmamama karşın, sizin söylediklerinizi hissediyorum, her dediğinizi onaylıyorum. Sizce neden?

Bu gerçekten çok iyi bir soru... Belki de içtenlikle ilgili. Olduğumdan başka biri gibi görünmeye çalışmıyorum. Şarkı yazarken bana doğru gelen düşünceleri olduğu gibi aktarıyorum. İlk gençlik yıllarımda sürekli radyo dinlerdim ve birçok farklı şeyden hoşlanırdım, ama belli şarkılar anlattıklarıyla bana özellikle dokunurdu. Şimdi ben de bunu yapmaya çalışıyorum. Bunun tek yolu da, benim için anlamı olan düşünce ve duyguları içtenlikle anlatmak.

Birçok dans grubunun çoğunlukla hedonizme odaklanma nedeni ne sizce?

Sanırım bu house müziğin ortaya çıkışıyla ilgili. Esasen gerçekten bir tür kaçış yöntemiydi bu müzik. Gençler, hafta sonu dışarı çıkıp bütün paralarını alkole ve uyuşturucuya harcıyor, dans edip gerçeklerden uzaklaşmak istiyorlardı. Oysa benim yetiştiğim dönemde, 60’lar ve 70’lerde dinlediğim pop, reggae ve hip-hop, gerçeklerden kaçmıyordu. Reggae, bir protesto şekliydi; hükümete, yüksek vergilere, savaşa, polis baskısına, vahşete karşı bir protesto aracıydı. Public Enemy’den Chuck D, hip-hop’ın “CNN’in getto versiyonu” olduğunu söylemişti bir keresinde. Reggae de ilk önceleri aynen öyleydi; bu müziği dinleyerek toplumda olanları öğrenebilirdiniz. Çünkü müzisyenler müzik aracılığıyla kendi yaşam deneyimlerini aktarırlardı. House müzikse, Detroit’li siyah gay’lerin iyi vakit geçirip olanları unutmak amacıyla başlattıkları bir akımdı. Amerika’da herhalde hem siyah hem de gay olmaktan daha kötü bir durum yoktur. Bu yüzden onlar da, her gün yaşadıkları sorunları konuşmak yerine, “Dans edelim, uzaklaşalım bu sorunlardan!” diyorlardı. Ama sonuçta yine “Sorunları konuşalım” noktasına geldik!

“Mass Destruction” adlı şarkınızda, gerçek kitle imha silahlarını sıralamıştınız. Bunlardan birisi de korkuydu. Günümüzdeki gibi, korkunun ve evrensel düzeyde bir aldatmacanın hakim olduğu dönemlerde, bir sanatçı insanların hayatında ne yönde etkili olabilir?

Bir sanatçı, ancak gerçekleri aktararak insanların hayatında etkili olabilir. Bu konuda farklı düşünenler vardır mutlaka, ama bence bir sanatçının ilk yapması gereken budur. Kendinize olan güveniniz tamsa, düşünce ve duygularınızı korkmadan söylersiniz. İnsanlar bundan hoşlanmayabilir, müziğinizi sevmeyebilirler, bu yüzden size saldırabilirler. Ama bu yaptığınızın doğru ya da iyi olmadığı anlamına gelmez. Korkunun kol gezdiği bir dünyada yapılacak en iyi şeyse, insanlara hiçbir şeyin yoluna girmeyeceği mesajını vermemek; zor olsa da, doğru olduğunu hissettikleri şeylerin peşinden gitmelerini söylemek. O zaman sizi dinlerler. Düşünsenize; Peter Tosh, Bob Marley gibi müzisyenler, Jamaika’dan çıkıp dünya çapında kahraman oldular.

Hip-hop’ın geçirdiği dönüşümü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Müzik endüstrisinde 80’lerin sonunda aniden bir keşif yapıldı. Seks ve şiddet diğer herşeyi pazarladığına göre neden hip-hop’ta da kullanılmasın diye düşündüler ve N.W.A. adlı grubun başarısından sonra plak şirketleri gangsta rap denilen türü desteklemeye başladı. Çünkü para ordan geliyordu. O dönemde 15 yaşında bir genç radyoyu açtığında tek duyduğu, seks ve silahlardan söz eden gangsta rap’ti. Ama bu medyanın öne çıkardığı bir şeydi. Plak şirketleri hayatın gerçeklerini anlatan rapçilerle ilgilenmiyordu. Oysa araba yıkamak ya da annesine duyduğu sevgi hakkında yazanlar vardı. Hayatın bazen ne kadar zor, bazen de ne kadar güzel olduğundan söz ediyorlardı. De La Soul’un “Baby Phat” adlı bir şarkısı var. Şişmanlığın da güzel olabileceğini, her kadının videolardaki gibi incecik görünmek zorunda olmadığını anlatıyor. Ben hayatın sıradan yanlarını anlatan bu tür şarkıları çok seviyorum.

Geriye dönüp müzikte yaptıklarınıza baktığınızda, sizi harekete geçiren ortak dürtü nedir?

Benim tutkum değişim. Yaşlandıkça bunu daha çok istiyorsunuz.

Ne tür bir değişim?

İnsan ve müzisyen olarak. Telefon şirketindeki işimi bıraktığımda tek istediğim, dünyaya hip-hop’ın ne kadar güzel olduğunu gösterebilmekti. O dönemde en önemli şey işim yani hip-hop’tı. Ama yıllar geçtikçe ondan daha güzel bir şey olduğunu anlıyorsunuz: O da hayatın kendisi. Artık yapmak istediğim, yalnızca hip-hop’ın değil, bütünüyle hayatın güzelliklerini göstermek ve onları paylaşmak.

Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate