30 Mart 2017 Perşembe

MÜZİK SEKTÖRÜNE AĞIR DARBE: YENİ TÜRKİYE, YENİ BEYOĞLU


30.3.2017

(Bu yazı, ilk olarak Journo'da yayınlandı. https://journo.com.tr/muzik-sektorune-agir-darbe)

“Babylon’un önündeyim.”

Bir zamanlar İstanbul’da müzikseverlerin en sık söylediği cümlelerden biriydi bu. Hatta Babylon’un Önü adını taşıyan Facebook, Twitter hesapları açılmıştı. Asmalımescit’in renkli atmosferinde gençler, ruhu genç kalanlar ve yerli-yabancı müzisyenler, canlı performans mekânı Babylon’un önünde buluşur; konser öncesi ve sonrasında çok keyifli sohbetler yapılırdı. Ne yazık ki 2014 yazında Babylon’un önü tarihe karıştı; restorasyon yapılarak yeniden açılacağı söylendi fakat yaklaşık üç yıl geçmesine karşın Asmalımescit’in yıldızı Babylon’un ışıkları kapalı. Belki bir gün yeniden açılacak ama o mekân kapandığından bu yana Beyoğlu artık eski Beyoğlu değil...

Yüzyıllardır farklı kültürleri kucaklayan, sürekli gelişerek yenilenen Beyoğlu, kentin eğlence dünyasının kalbiydi. 2011, bu durumu sonlandıracak olayların başladığı yıl oldu. Beyoğlu Belediyesi, o yıl dışarı masa atan restoran ve kafelere sınır getirmeye başladı. Hemen ardından, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Berat Kandili akşamında restoranların sokaklara koydukları masaları görünce rahatsız olmasıyla, Asmalımescit’in kaderi değişti. Masa operasyonu yapıldıktan sonra işleri büyük oranda azalan esnafın zorlu günleri başladı, sonrasında iflaslar geldi. 

İstiklâl Caddesi ve Asmalımescit, son 5-6 yılda ülkedeki değişen siyasi kültürün etkilerinin en derinden hissedildiği bölge oldu. Gezi Parkı’nda yaşananlar ve el değiştiren sermayenin ekonomiye yansımaları, Taksim’deki mekânların yapısını da yeniden şekillendirdi. Arap turistlere yönelik olarak tasarlanan alışveriş odaklı AVM kültürü, en başta İstiklâl Caddesi’ni vurdu. Demirören AVM’nin ardından tarihi Emek Sineması’nı yok eden Grand Pera AVM, caddenin dokusunu bozdu. Birbiri ardına kapatılan geleneksel sinemalar ve kitapçılardan sonra , kültür ve sanat izleyicisini Beyoğlu’na çeken temel yapılar ortadan kalktı. 2008‘den beri kapalı duran Atatürk Kültür Merkezi’nin perişan halini görmek giderek daha çok hüzün verir oldu. Taksim Meydanı, en son meydana dökülen betonla birlikte karakterini de yitirdi. 

Geçen yıldan bu yana terör saldırıları kent merkezlerine yayılınca, doğal olarak birçok kişi, kalabalık ve turistik yerlerden uzak durmaya başladı. İstiklâl Caddesi’nde meydana gelen canlı bomba terörü, bu yöndeki endişeyi iyice pekiştirdi.

Tüm bunların sonucunda Beyoğlu’na gelen kitlenin niteliği farklılaştı; eğlence hayatının, kültür ve sanatın merkezi konumunda olan İstiklâl Caddesi ve Asmalımescit, ruhsuz bir tüketim kültürüne teslim edildi. Bu dramatik değişimden en büyük darbeyi alan ise, müzik sektörü oldu. Mekânlar kapanırken, canlı müzik dinleyicileri büyük ölçüde Kadıköy olmak üzere kentin farklı bölgelerine kaydı. Bununla birlikte ardı ardına gelen konser iptalleri de, müzik sektörünü ağır yaraladı. 

Olup bitenlerin boyutlarını ve çözüm önerilerini, sektörün içinden çalışanlarla, müzisyenlerle ve konser mekanı işletmecileriyle konuştuk.


“İSTİKLÂL CADDESİ, AÇIK HAVA AVM’Sİ HALİNE GELDİ”


Asmalımescit’in popüler canlı müzik mekânı Babylon’un sahibi Pozitif’in Pazarlamadan Sorumlu Başkan Yardımcısı Serim Yıldırım, Beyoğlu son 15 yılda hızla kabuk değiştirirken, altyapısının buna paralel olarak değişmediği görüşünde. “İstanbul’un her yanına çok büyük yatırımlar yapılıyor ama İstiklâl Caddesi bu gelişmeden payını almadı. Bugün semt, çoğunlukla Türkiye’de yaşayan yabancıların ve turistlerin alışveriş yapıp vakit geçirdiği, ağırlıklı yeme-içme mekânlarının bulunduğu, büyük bir açık hava AVM’si haline geldi,” diyen Yıldırım bunun sonucunu şöyle aktarıyor: “Elbette daha alışveriş odaklı bir kitleye hitap edince kültür sanat hayatından ziyâde ticari noktalar daha baskın olmaya başladı. Mülk sahipleri de daha kâr odaklı hareket etmeye başladı. Sonrasını ise biliyorsunuz.”

Bu durumda Asmalımescit’teki Babylon yeniden açılacak mı? Serim Yıldırım’a bunu sorduğumda aldığım yanıt şu oldu: “Babylon 1999 yılında Asmalımescit’te açıldığında değişimin öncüsü oldu. Asmalımescit, Babylon’un mahallesi ve İstanbul’un eğlence hayatının çekim merkezi idi. Ancak biraz önce de belirttiğim gibi, İstikâal Caddesi ve Taksim’in çehresi çok değişti. Öncelikle oraya yeni bir ruh getirmek için neler yapılabilir ona bakmak lazım.”

“İKTİDARLARIN EHLİLEŞTİRMEK İSTEDİĞİ YER: TAKSİM” 


Rock grubu Redd’in gitaristi, müzisyen Güneş Duru, Taksim’deki yıkıcı değişimi yaratan nedenleri, adeta bölgenin öncesi ve sonrasına ait fotoğrafları çekercesine aktarıyor. Duru, “Taksim, toplumsal muhalefetin en görünür olduğu kamusal mekân” diyerek, bölgede gözlemlediği değişimleri şöyle özetliyor: “Ulaşım açısından, basın açısından, en önemlisi de tarihsel bir mekan olmasından ötürü iktidarların ehlileştirmek istediği bir yer Taksim. Öte yandan otuz yıl, belki daha üzün bir süredir Milli Görüşçüler’in en büyük düşü, Taksim'e görkemli bir cami kondurmaktı. AKP iktidarı ile birlikte  bu yeniden gündeme geldi, karar da verilmiş... 2013'te cami mümkün olmayınca, Erdoğan Gezi Parkı'na eski bir kışla binasının yeniden yapılmasını gündeme getirdi ve Türkiye tarihinin en önemli itirazı geldi; Gezi direnişini yaşadık, içinde olduk.”

Beyoğlu’nun belirli bir yaşam biçimini temsil ettiği için özellikle AKP iktidarının hedefinde olduğunu düşünüyor Güneş Duru: “Masaların kaldırılması, içki ruhsatlarındaki zorluklar vesaire derken bilinçli bir dönüştürme projesi devreye sokuldu. Taksim ve Beyoğlu çevresindeki oteller sanıyorum daha düşük fiyatlar verdi ya da Arap turistler acentalarca doğrudan bu bölgeye yönlendirildi. Tatlıcılar, AVM'ler, büyük markalar, Beyoğlu'nun tarihsel karakterini dümdüz etti. Bir de üzerine patlayan bombalar... iş iyice karmaşık bir hale geldi.”

Beyoğlu ve Taksim’in asıl kitlesi bölgeyi terk ederken, bugün dükkânlar birer birer kapanıyor. Güneş Duru, bunun nedenini şöyle anlatıyor: “Beyoğlu'nun gerçek tüketicisinin kim olduğunu kestiremeyen iktidar ve Demirören gibi markalar, yaptıkları yatırımların kısa vadede sonuç vermeyeceğini anladılar. Barlar, kafeler ve konser salonları eskisi kadar ilgi görmüyor. Cadde ve sokaklar pis, düzensiz ve dağınık. Bu değişimin majör etkeni, AKP 'nin dünyayı kendinden ibaret sanma hatası.” 


“BEYOĞLU ARTIK DAHA AZ ÇOKSESLİ”


Beyoğlu’ndaki dönüşüme dair görüşünü sorduğum müzisyen Mabel Matiz’in yanıtı ise, “Pek çok bar, konser mekanı, sergi alanı ya da tarihi bina kapılarını kapattı. Bunlar semtin kültürel yapısını doğrudan değiştiren, neşesini yok eden dönüşümler oldu. Eskiye nazaran daha az ‘çoksesli’ buluyorum Beyoğlu'nu,” şeklinde oldu.

“SIĞLAŞARAK ÖTEKİNİ YOK EDEN YAPI”


Photo credit:Artemis Günebakanlı
Son birkaç yılda bağımsız müzik sahnesinde önemli bir çıkış yapan indie rock grubu In Hoodies’i yaratan Murat Kılıkçıer, Bursa’da yaşasa da konserler nedeniyle sık sık İstanbul’a geliyor. Taksim’deki katlanarak artan değişime tanıklık etmenin kendisi için korkunç olduğunu söyleyen Kılıkçıer, bunun toplumdaki davranış dinamiklerine yansımasına dikkat çekiyor: 

“Politik yapıdan yayılan karanlık, bireyler arasında ve tüm sosyal ilişkilerde kendini yeniden üretttiği gibi sokakları da kaplıyor. Genel bir betonlaşma yanında, Beyoğlu özelinde aynılaşan, sığlaşan, ötekini yok eden yapıyı farketmemek imkansız. Özellikle kitapçı, plakçı, galeri gibi sanat alanlarının gitgide azaldığı, onların yerine açılan zincir yiyecek ve giyim mağazalarının caddeye hakim oldukları çok açık. Sanatla ilişki kurulabilen alanların daralmasıyla birlikte sosyal anlamda da caddedeki genel insan profilinin ve aynı insanların bile davranış dinamiklerinin değiştiğini söylemek yanlış olmaz sanıyorum.”



“ÇÖKÜŞÜN EN SEMBOLİK YAŞANDIĞI YERLERDEN BİRİ”


Bant Mag dergisinin kurucularından, yazar ve müzisyen James Hakan Dedeoğlu, ülkedeki gerilemenin en sembolik yaşandığı yerlerden birinin Beyoğlu olduğunu anlatırken Gezi sürecine de vurgu yapıyor: “Beyoğlu, devletin şiddetiyle, vizyonsuz şehircilik ve kültür anlayışıyla mahvettiği bir yer maalesef. Ayrıca Gezi sonrası dönemin de etkisi var kanımca. Gezi’nin anıları, Beyoğlu’nun bugünkü terk edilmiş, boşaltılmış halinin altında kaldı; birçok insan bunu görmek istemiyor ve gitmiyor.” 

Beyoğlu ile birlikte özellikle alt-kültürün yok olmadığını, tam tersi başka mahallelerde farklı şekillerde yeşerdiğini söylüyor Dedeoğlu: “Eskiden tek bir bölgede yoğunlaşan müzik, sanat, gece hayatı artık başka mahallelere yayılmış durumda. Bu da züğürt tesellimiz olsun. Tüm bunlara rağmen Beyoğlu’nun yeri ve zamanı gelince silkelenip, yeniden kendine geleceğine şüphem yok. O kültür, o sokaklardan öyle kolay kolay sökülüp atılmaz.”

KİMLİKSİZLEŞTİRME PROJESİ


Photo credit: Zülal Kalkandelen
2012 yılından bu yana Tomtom Mahallesi’nde Kontra Plak’ı işleten Okan Aydın, Beyoğlu’nda gözlemlediği değişimin bilinçli bir planlamanın sonucu olduğunu belirtiyor. İnsanların Beyoğlu’na gitmelerine yol açacak olan “güzel” nedenler listesinin daraldığını söyleyen Aydın, yaşananları şöyle aktarıyor: “Bu değişim, kabaca 5-6 yıllık bir arka plandan beslenen, yapılan ve yapılmayanlarla biraz da bilinçli olduğunu düşündüğüm ve Gezi dönemi sonrası iyice su yüzüne çıkan bir eylem pratiğinin ve bakış açısının sonucu. Bunu basitçe bir kimliksizleştirme projesi gayreti olarak tanımlamak da olası. Öte yandan ülkenin içinde bulunduğu ve uzunca bir liste oluşturan olumsuz şartlar nedeniyle ekonomik ve kültürel açıdan da darbe alan bir Beyoğlu var önümüzde. Ciddi anlamda düşen İstiklâl Caddesi trafiği, özellikle büyük markaların şubelerini kapatmalarını; akabinde yüksek kiralar ve potansiyel düşük iş hacmi beklentisi de, bu yerlerin pek çoğunun boş kalmasını ve kirli bir görüntüyü de beraberinde getirdi.”

İnsan trafiğinin düşmesi ve özellikle alkollü mekânlar için belediyenin bilinçli olarak uyguladığı negatif politikaların pek çok içkili mekânın kapanmasına neden olduğunu söylen Okan Aydın, “Bu tip yerlerin sayısının azalması, bu defa etraftaki küçük esnafın günlük işlerine olumsuz yansıdı. Üzerine azalan turist geliri derken ortaya yeme-içmeden eğlence sektörüne kadar geniş bir iş yelpazesini etkileyen olumsuz bir tablo çıktı. Küçük ve orta ölçekli canlı müzik mekânları da bundan etkilendi. Ya küçüldüler, ya kapandılar ya da göreceli olarak programlarını zayıflattılar,” diyor.

“BEYOĞLU, SİYASAL İSLAM’A UYGUN OLARAK YENİDEN TASARLANDI”


Müzik sektöründe uzun zamandır Teknik Müdür olarak görev alan Okan Budak, sorunun siyasi olduğu görüşünde. Söyledikleri bölgedeki değişimin arka planını oldukça net ortaya koyuyor: “İktidarın çıkarları doğrultusunda sermaye ağırlıklı olarak Arap turizmi ekseninde el değiştirdi ve yandaş olana devredildi. Bölgenin dokusunu oluşturan değerler hiçe sayılarak, özellikle eğlence sektörüne sistematik şekilde uygulanan caydırma ve bezdirme çabaları sonucunda dalga dalga ilerleyen bir dönüşüm süreci geçirildi. Kültür ve sanat faaliyetleriyle varlığını sürdüren kuruluşların dinamikleri zayıflatıldı, satın alınarak başka profillere dönüştürüldü, direnci azaltılarak yok edildi. Sonuç olarak Beyoğlu bölgesi, kültür, sanat ve eğlence ekseninden kayıp, ekonomik çıkarlar için yatırıma uygun, suç oranlarının azaldığı, yeni Türkiye hayaliyle siyasal İslam'a uygun bir fotoğraf (çarpık görsel estetiğiyle) için yeniden dizayn edildi.” 

YANDAŞ VE POPÜLER YÜKSELİRKEN, MUHALİF VE ALTERNATİF EZİLİYOR


Taksim civarındaki olumsuz değişimlere direnemeyip kapanan mekanların yanı sıra, faaliyetine devam edenler de mevcut. Yakın çevre içinde Şişhane’de yer alan Salon’un İçerik ve Etkinlik Direktörü Deniz Kuzuoğlu, şu an bu bölgenin enerjisinden ekonomik döngüsüne kadar durgun bir dönem yaşadığının inkâr edilemeyeceğini vurgulasa da her zaman önemini koruyacağı inancında. “Mekânlar azaldı, olanların bir kısmı bölge değiştirdi, her sene yeni bir festival takvime eklenirken, bir kısmı yapılamamaya başladı, satış garantisi olması düzenlenen etkinliklerin seçiminde daha önemli bir hâle geldi,” diyen Kuzuloğlu, organizatörlerin yaşadığı zorluğu da gündeme getiriyor.

KargART’ın yöneticisi ve bağımsız dergi Karga Mecmua’nın Yayın Yönetmeni Tayfun Polat, Beyoğlu’ndaki değişimlerin müzik sahnesine etkisinden söz ederken, “Canlı sahnenin merkezi konumundaki bir bölgeye insanların gitmek istememesi, yani oradaki etkinliklerde artık seyirci olmamasından bahsediyoruz, daha nasıl etkilensin ki?” diye çarpıcı bir soru soruyor. 

Güneş Duru, “Bu durum, kimilerini etkilerken kimilerinin yüzünü güldürüyor. Bir yandaşlığını gizlemeyenler var, onlar zaten kazanıyor. Bir de her daim popüler olanlar var; onlar da sponsorlar sayesinde yapılan konserler ile kazanmaya devam ediyorlar” diyerek iktidar yandaşlığının etkilerinden söz ediyor.

Bu ortamda bağımsız müziğin yaşaması ve paylaşılması çok daha zor diyen Murat Kılıkçıer, çoğu mecranın sadece güvenli, risksiz adımlarla devam ettiğini ve bunun da ancak eskinin tekrarı ve ekonomik hesaplara dayalı, popüler paylaşımlara olanak tanıdığını anlatıyor: “Farklılığa tolerans ve yeniye ilgi azaldıkça, müzisyenden dinleyiciye müziği ulaştıran yolda pek çok kanal, bahsettiğimiz sebeplerle gitgide daha da tıkanıyor.”

KONSER İPTALLERİ İŞSİZLİĞİ TETİKLİYOR, İFLASLAR YAŞANIYOR


Son yıllarda müzik sektöründe sıklıkla etkinlik iptallerine tanık oluyoruz. Bir terör saldırısının ardından futbol maçları, TV dizileri devam ederken, her zaman iptal edilen konserler oluyor. Müziğin toplumda sadece eğlence olarak algılanmasının bir sonucu olan bu durumun, sektöre etkisi oldukça ağır. Mekânlar kapanırken, iflaslar yaşanıyor ve işsizlik artıyor. Bu sektörde düzenlenen bir etkinlikten birçok çalışanın ekmek kazandığını düşünürsek, ardı ardına gelen iptallerin yarattığı sarsıntının ne kadar ağır olabileceğini tahmin edebiliriz.

Hem yapmaya hem takip etmeye çalıştığı müziğin bu ortamdan doğrudan etkilendiğini söylüyor Murat Kılıkçıer: “Son üç In Hoodies konseri farklı sebeplerle iptal edildi ya da ertelendi. Yine birkaç sene önce koşa koşa gideceğimi düşündüğüm etkinliklere gitmediğim ya da gidemediğim çok oluyor. Genel korku ortamından sıyrılmaya çalışsak da bahsettiğimiz ekonomik, politik sebepler ve oluşan sosyal sis sebebiyle daha kapalı bir yaşama itiliyoruz.”

Canlı performans sayılarında bariz bir azalma olduğunu Güneş Duru da söylüyor: “Örneğin üç yıldır hiçbir üniversite konserinde çalamıyoruz. Üniversitelerde yapılan anketlerden birinci çıktığımız da oluyor. Ama okullardan izin çıkmıyor. Yarı yarıya azaldı diyebilirim,” diyen Duru mekânlardaki yozlaşmayı da gündeme getiriyor: “Mekânlar da yozlaştı, hiçbir şey vermeden çok kazanmak istiyorlar. Müzisyenlerin çalma isteği ve geçim derdini kullanıyorlar.”

MÜZİK BİNLERCE İNSANIN EKMEK YEDİĞİ CİDDİ BİR ENDÜSTRİ


Çevresinde çok sayıda işini kaybeden olduğunu söyleyen Mabel Matiz, “Birlikte çalıştığımız mekânlarda ve organizasyonlarda pek çok müzik emekçisinin bu durumları yaşadığını gördüm. Ayrıca zaman zaman birçok müzisyen yakınım için de benzer durumlar oldu,” diyerek sektördeki yoğun işsizliğin altını çiziyor.

“Konser iptali kadar saçma bir refleks olamaz,” diyen James Hakan Dedeoğlu, müziğin de ciddi bir endüstri olduğunu belirtiyor: “Müziğin iptal edilebilir bir eğlence biçimi olduğu anlayışının derhal terk edilmesi gerekiyor. Müziğin ayrıca basit bir tüketim metası, bazı gençlerin eğlenmek için takıldıkları bir piyasa değil, binlerce insanın işi olan ciddi bir endüstri olduğunun anlaşılması lazım.” 

“SEKTÖRDEKİ DARALMA DEĞİL, YERE ÇAKILMA”


Şehir merkezinde bombalar patladığı, mekânların silahla tarandığı yerde insanların da müzik dinlemek için dışarıya çıkmadığını anlatan Okan Budak’In şu sözleri ülkedeki durumun müzik sektörüne vurduğu yıkıcı darbeyi ortaya seriyor: “Bir yandan da Türk Lirası giderek değer kaybediyor. Durum böyleyken insanlar için evlerde ya da alternatif yerlerde toplanmak hem güvenlik hem de ekonomik açıdan daha cazip hale geldi. İşletmeler, kurumlar varlığını sürdüremez durumda. Neredeyse her gün bir iflas ya da kapanma haberini duyduğumuz günlerdeyiz. Bugün bile biri 13 yıllık, diğeri 15 yıllık geçmişi olan, sektör içerisinde oldukça önemli iki müzik mekânının kapanma kararına gittiği haberini aldım.” 

“Ayrıca ağırlıklı olarak Beyoğlu bölgesindeki mekânlarda yurtdışından getirdiği DJ'lerle müzik etkinlikleri düzenleyen organizatör iş ortaklarımızdan biri de başka bir ülkede iş yapmanın alternatif yollarını araştırmak için ülkeden ayrıldı. Büyük ölçekli organizasyon ve prodüksiyon firmalarının yarısından fazlası artık yok. Çok sayıda insan işsiz kaldı ya da sektör değiştirdi. Sonuç olarak kültür ve sanat çatısı altında toplayabileceğimiz müzik, organizasyon, prodüksiyon, turizm, yeme - içme, eğlence sektörü çalışanları, büyük bir iş nüfusunu oluşturuyordu ve bu insanlar şu anda maalesef işsiz. Çalışmayı sürdürenlerin de aylardır maaşlarını alamadıklarını biliyorum. Ülkede genel işsizlik olduğu ve alternatif fırsatlar bulunmadığı için çaresizce çalışmaya devam ediyorlar,” diyen Budak, yaşananlar için “yere çakılma” tabirini kullanıyor.

CANLI PERFORMANSLAR KADIKÖY’E Mİ KAYDI?


Beyoğlu/Taksim civarında anlatılan dönüşümün ortaya çıkmasından sonra canlı performansların Kadıköy’e kaydığı yönünde yaygın bir algı var. Kadıköy’ün sevilen mekânlarından KargART’ın yöneticisi Tayfun Polat’a göre bu doğru bir algı. “Evet, kesinlikle canlı performanslar Kadıköy'e kaydı,” diyor Polat ve “suni bir çekimden” söz ediyor: “Beyoğlu'nu kaybetmek, Kadıköy'ün kaldıramayacağı bir yoğunluğu da getirdi. Her şeyden önce, Kadıköy, Beyoğlu/Taksim gibi iş merkezi, eğlence merkezi olan ya da öyle planlamış bir yer değil. Son yıllardaki mekân yığılmasına rağmen Kadıköy, hâlâ öncelikle mesken olarak planlamış binaların bulunduğu bir muhit. Dolayısıyla başta trafik (ve beraberinde park yeri) olmak üzere ciddi problemli bir alan. Altyapısı bu kalabalığa hazır değil. Tüm Kadıköylüler taşınsa bile olmayacak. Suni bir çekim var şu anda. Ama Beşiktaş, Karaköy, Şişli gibi merkezler zamanla buradan yük alacaktır diye düşünüyorum. Her gün mekân açılıp kapanıyor. Bu sirkülasyon durulacaktır diye de düşünüyorum.”

Yine de bu çekime karşın Karga’da iş hacminin daraldığını da belirtiyor Tayfun Polat: “Karga'da iş hacmi daraldı doğal olarak. Ama bunun bir sebebi, mekân alternatiflerinin artmasıysa, diğer sebepleri ekonomi ve güvenlik ihtiyacı. Evde müzik dinlemek ve içki içmek, daha ucuz ve daha güvenli.”

Mabel Matiz de Kadıköy’e doğru yöneliş olduğunu düşünenler arasında: “Doğruluk payı kesinlikle var. Beyoğlu'nda yitirilmeye başlanan çokseslilik şuan Kadıköy'de var,” diyor.

KONSERLERİN ÇOĞU HÂLÂ AVRUPA YAKASINDA


Deniz Kuzuoğlu da yeni yeni mekânlar açıldığını, Beyoğlu’ndaki bazı mekânların oraya taşındığını söyleyerek bu algıyı doğrularken, bunun sebebini şöyle anlatıyor: “Bu algının asıl sebebi, Anadolu tarafında yaşayan kitlenin artık çok fazla Avrupa tarafına geçmeyi tercih etmemesi. Bahsettiğim evden çıkma kararı, onlar için karşıya geçme kararı demek; buna yine aynı temkinlilikle yaklaşıyorlar. Konser ve etkinliklerin hâlâ büyük bir kısmı Avrupa tarafında, katılım oranlarına baktığımızda da hâlâ en büyük pay bu tarafta. Bir yandan da artık haritaya baktığımızda, ne Avrupa yakasını ne de Anadolu yakasını tek bir bölgeye indirgeyebiliyoruz. Yeni kültür-sanat haritasında Anadolu yakasına Kadıköy dışında Ataşehir, Avrupa yakasına da Beyoğlu’na Beşiktaş, Bomonti, Gayrettepe, Maslak bölgeleri eklendi.”

Kadıköy’de yakın zamanda faaliyete giren etkinlik mekanı Bina’nın işletmesini de üstlenen Bant ekibinden James Hakan Dedeoğlu ise, canlı performansların tamamen Kadıköy’e kaydığı görüşünün yanlış olduğunu düşünüyor. “Evet, yeni konser mekânları açıldı, bazıları iddialı, bazıları ufak tefek. Ama bu mekânların hemen hemen hepsi yerli gruplara yer veriyor, ki bu yerli sahne için harika bir şey. Ama yabancı gruplar ve daha büyük prodüksiyonlar için adres yine Avrupa yakası,” diyor.  Yine de konser bazlı olmasa da Kadıköy’ün gece hayatında, sanat cephesinde ciddi bir hareketlenme olduğunu da ekliyor: “Çok daha fazla insan, çok daha fazla mekân, çok daha fazla fikir alışverişi ve etkinlik var artık Kadıköy’de.”

SEKTÖRÜ CANLANDIRMAK İÇİN NE YAPMALI?
“ÜRETENDEN ÇOK YAYANIN BORUSUNUN ÖTTÜĞÜ BİR ÜLKEYİZ”


Sektörde işsizlik ve emek sömürüsünü beraberinde getiren bu durumun çözümü için alınabilecek önlemler var mıdır? Bu ortamda yapılabilecek en faydalı çaba ne olabilir? Yaşananların resmini net biçimde ortaya çıkardıktan sonra, müzik sektöründe yer alan herkesin bu sorun üzerinde kafa yorup çözüm üretmesi ve zararı azaltmak için el ele vermesi gerekiyor. 

Bu durumda akla hemen müzik meslek birlikleri geliyor ama o konudaki umutsuz durumu Güneş Duru anlatıyor: “Müzik meslek birlikleri mevcut yapılarıyla işlevsiz kalıyor. Gezi'de Kral Müzik TV, müzisyenlere ayar veren bir metin yayınladı. Tek bir meslek birliği sesini çıkarmadı. Oysa bu mecraların içeriği bizleriz. Yapımcılar, ‘Madem sen bize ayar veriyorsun, ben de çekiyorum kardeşim tüm kataloğumu’ dese, Kral bu ayarı veremez bir daha. Üretenden çok yayanın borusunun öttüğü bir ülkeyiz.”

KİMSEYİ TEMSİL EDEMEYEN MESLEK ODALARI


Tayfun Polat’ın da meslek odalarından umudu yok. “Çözüm birlik olmak. Kimseyi temsil edemeyen beş tane meslek odası ile bu iş olmayacak. Müzisyenler bir araya gelmeli ve kendi kurallarını koymalı. Kar yağdı diye konser iptal ediliyor, diğer sebeplere gelmeyelim daha...” 

Müzisyene kötü muamelede bulunan mekânlar olduğunu söylüyor Tayfun Polat ve bunu bile bile gidip orada çalan başka müzisyenlere lafını esirgemiyor: “Konserleri iptal edenler kim? Mekânlar, çekilen sponsorlar, ‘belli’ hassasiyetler yüzünden tepki çekme ihtimalleri, para kazanamama olasılıkları. Para kazanamama olasılığı belirdiği anda mekân iptale gidebiliyor. Bunun için de hiçbir tazminat ödemiyor. Demek ki müzisyenler, doğru dürüst sözleşme yapmayı beceremiyor. Bunu tek başına yapamayabilirsin, koşullarını kabul etmezler ve çalacak yer bulamazsın. Ama hep birlikte aynı koşulları dayatabilirsin. Herkes aynı koşulları isterse, mekânlar çalacak müzisyen bulamaz. Senin konserini iptal eden mekânda bir daha çalma. Bu kadar basit bir çözüm var.”

“Ben birlikte üretmeye, birlikte ses çıkarmaya inanıyorum. Her koşulda üretmek, dile getirmek, dinleyiciye ulaşmak çok önemli. Bu bağlantı olduğu sürece müzik susturalamaz,” diyen Mabel Matiz, sektör sorunlarıyla ilgili olarak müziğe emek verenleri aynı çatıda toplayan kurumların daha çok inisiyatif almaları gerektiğini vurguluyor.

ALTERNATİF MECRALARI GÜÇLENDİRMELİ


Murat Kılıkçıer’in önerisi ise, daha çok üretmek ve paylaşmak. “Bu kadar korkunun, karanlığın, siyasal, bireysel sıkışmanın altından, sadece daha çok renk ve daha çok sesle kurtulabiliriz,” diyor ve altkültürleri korumanın önemine işaret ediyor: “Nerede olursa olsun sömürüyü ifade etmeli ve kime, kim tarafından yapılırsa yapılsın haksızlığın karşısında birleşebilmeliyiz. Az da olsa birkaç alternatif sahne, kolektifler, bağımsız sayılabilecek alanlar, burada olanlara değer veren yayınlar, yazarlar, sayıları sürekli azalsa da birkaç alternatif mecra var. Altkültürleri ve alternatif sahneyi boğazlayabilecek şeylerle sarılı olduğumuz gibi, bunları var etmek, yenilerini yaratmak ve büyütmek için ihtiyacımız olan her şey de etrafımızda aslında.”

HUSUMET DEĞİL, DAYANIŞMA ÖNE ÇIKMALI


James Hakan Dedeoğlu’na göre sektördeki durumun ülkenin içinde bulunduğu genel ortamdan bağımsız olarak düzelmesi olanaklı değil. “Eğitimin, spor endüstrisinin, sanat dünyasının, medyasının bitik vaziyette olduğu, hiçbir etiğinin, geleneğinin kalmadığı bir yerde müzik sektörünün de güllük gülistanlık olmasını bekleyemezseniz elbette. Dolayısıyla işsizlik, sömürü gibi konuların düzelmesi için ülkenin haleti ruhiyesinin, ekonomisinin, ahlâkının da düzelmesi gerekiyor.”

Buna karşın müzik dünyası açısından yapılabilecek bazı şeylerin olduğunu da söylüyor Dedeoğlu ve dayanışmanın önemini anlatıyor: “Sanırım işe kavga dövüş, yaftalama, boklama, çekememe, gruplaşma gibi gerçekten hiçkimseye faydası olmayan davranış ve takıntıları bırakarak başlanabilir. Zira, artık ülkenin halinden olsa gerek, şu güzelim küçücük piyasada bile dayanışma yerine husumet ve çekememe ön planda. Yazık. Birbirimize bunun bir hobi değil, etiği olması gereken ciddi bir üretim, iş, meslek, sektör olduğunu anlatmamız gerek. Ama tüm bunları bir kenara koyup, şu zor dönemde harika işlere imza atan müzisyen, grup ve yeni bağımsız plak şirketi, yayın ve oluşumlara koca bir teşekkür etmemiz ve sıkı sıkıya onlara sarılıp destek olmamız gerekir.”


BEYOĞLU KİMLİĞİNİ YARATAN BUTİK YAPILARA ODAKLANMA


Beyoğlu’nu yakından tanıyan Okan Aydın, çözüm için mutlak surette belediye politikalarında radikal bir bakış açısı değişiminin elzem olduğunu düşünüyor ve önerilerini özetliyor: “Portal ya da göstermelik festival organizasyonları yerine Beyoğlu’nun geçmişiyle ve tarihsel dokusuyla barışık, her yaştan insanı buraya çekebilecek bir ortam oluşturulmalı. Bahsettiğim, AKM ya da Taksim meydan düzenlemesi gibi kronik ana sorunlara girmeden; basit, pozitif bir yaklaşım ve işbirlikleriyle ortaya çıkarılabilecek etkinlikler. İnsanları Beyoğlu’na getirecek, ziyadesiyle sıkıntılı dokuya canlılık katacak kültür, sanat, spor ve eğlence odaklı etkinlikler. Beyoğlu, siz ona bir verseniz, geriye on verecek denli yüksek potansiyele sahip bir yer. Sadece ve sadece iyi niyetle yola çıkmak ve aklı selime kulak kabartmak bile kâfi gelir, gelecektir.”
Kültür sanatı hayatının merkezine koyanlara da önemli bir görev düştüğünü belirten Okan Aydın, “Bu sıkıntılı dönemde gördük ki uluslararası pek çok büyük firma, kâr görmediği anda arkasına bakmadan çekip gidiyor. Beyoğlu gibi marka yerleri bugüne ve geleceğe taşıyan itici güç, o global markalardan değil; bölgeyle özdeşleşmiş, birçoğu butik diyebileceğimiz kimlikli yapılar üzerinden şekilleniyor, tarihe işleniyor,” diyor. 

YERLİ SAHNENİN ALTERNATİF İSİMLERİNE DESTEK OLMALI


İstanbul canlı müzik sahnesinin beğenilen mekânlarından Salon’un programının sezon başından beri planlandığı şekilde devam ettiğini söyleyen Deniz Kuzuoğlu, sektörün yeniden genişlemesini sağlayabilmek için kültür-sanat alanında İstanbul’un daha önce yakaladığı ivmeyi geri kazanmasının önemini vurguluyor: “Hem özel kuruluşların hem de devlet kurumlarının politikalarını kültür-sanat kurumlarına desteği sürdürecek şekilde geliştirmesi lazım. Mekânlar olarak bu zor zamanlarda birbirimize destek olmamız gerekiyor. Yerli sahne bu sektörün can damarlarından biri; özellikle yerli sahnenin alternatif isimlerinin üretimine destek olmak, onlara programlarda daha sık yer vermek, sürdürülebilirlik açısından çok önemli. Ayrıca izleyicilerin de kültür-sanat konusundaki hassasiyetlerini ve katılımlarını artırması, en büyük ihtiyaçlarımızdan. İzleyici katılımı açısından yapılabilecek de çok şey var.”

SENDİKALAŞMA, DERNEKLEŞME YAKLAŞIMI YOK 

Sektöre uzun yıllardır hizmet veren Okan Budak’ın gelecekle ilgili öngörüleri ise umutlu değil. “Gezi sürecinden bu yana, özellikle son seçimlerden sonra ardı kesilmeyen terör eylemlerinden dolayı müzik piyasası çöküşte ama bunun öncesinde yaklaşık on yıl boyunca altın çağını yaşadı,” diyor Budak ve müzik piyasasının yükselişte olduğu dönemlerde bile önemli derecede sendikalaşma, dernekleşme gibi bir yaklaşımda bulunmamış olmasının olumsuz sonuçlarına dikkat çekiyor: “Hak ve hukukun yok olduğu böylesine bir  zamanda, ne önlem alınabilir ben bile bilmiyorum açıkçası. Birbiriyle örtüşen işletmelerin ya da şahısların konsorsiyum yaklaşımıyla güç birliğine gidip, maliyetlerini minimum seviyeye çekmelerini tavsiye edeceğim. Zira önümüzde yakın zamanda iyi bir gelişme olmayacağı çok belli. Varlığını sürdürmeyi başarabilenler kısıtlı da olsa istihdam sağlamaya devam edecekler. Sonuç olarak bozuk düzende sağlam hiçbir çark işlemiyor ve bir çözüm yolunun olduğuna dair inancım yok.”


VEGAN LOGIC - MART 2017 EN İYİ KAYITLAR SEÇKİSİ - 29.3.2017


30.3.2017


1- Chilly Gonzales & Jarvis Cocker - Tearjerker
2- Mario Batkovic - Machina
3- Ulan Bator - Stereolith 
4- Conrad Schnitzler & Pole - Und fangt den Vogel!
5- Missing Organs - Falten
6- L’usine - Witness (feat. Benoit Pioulard)
7- Daniel Brandt - Fsg
8- The Residents - Train vs Elephant
9- The Bug vs Earth - Agoraphobia
10- Jacaszek - Daffodils
11- High Plains - A White Truck
12- Depeche Mode - You Move



25 Mart 2017 Cumartesi

MÜZİK DÜNYASINDAN ALTERNATİF KEŞİFLER


25.3.2017


ANTIPOLE 


Kuzeyden estirdiği güçlü coldwave/darkwave rüzgârıyla bir süredir ilgi alanımda Antipole. Norveç’in Trondheim adlı kentinde yaşayan Karl ve Christel, minimal gitar odaklı karanlık müzikleriyle, 80’lerin post-punk günlerine götürüyor dinleyicileri. The Cure, Joy Division, Motoroma ve Mode Moderne’den esin alan şarkıları, kırılganlık ve direnç, ışık ve karanlık, hayatın güzellikleri ile zor anları arasındaki karşıt kutuplarda gidip geliyor.

İkisinin de günlük farklı işleri olduğundan müziği sanat adına yaptıklarını, bir gelir elde etmeyi ummadıklarını belirtiyorlar. Kayıtların tümünü evde yapıyorlar; bu nedenle Antipole müziğinin lo-fi bir karakteri var. 

Bir Sad Lovers and Giants şarkısı dinlediğinizde, içinizde belli bir yere, tarihe, yaşadığınız dönem dışında hiç bulunmadığınız bir tarihe dair hüzünlü bir yakınlık duygusu beliriyorsa, Antipole 2017’de takibe alacağınız yeni grup olabilir. 



MARIO BATKOVIC

Geçen yıl Le Guess Who? Festivali’nde en beğendiğim canlı performanslardan birisi, akordeon virtüözü Mario Batkovic’e aitti. Görkemli bir kilisenin sahnesine enstrümanıyla tek başına çıkıp bir sandalyeye oturmuş ve çaldığı müzikle muhteşem bir bütünleşme yaratan ışıkların altında çok etkileyici bir konser vermişti. Yaşamını İsviçre’de sürdüren Bosna doğumlu müzisyen, akordeon çalmasının, kökeni gibi kendiliğinden gelişen doğal bir durum olduğunu, bunun kendisi için saf bir çakışma anlamına geldiğini belirtiyor. 
İniş ve çıkışlarıyla içinde fırtınaları barındıran müziği, insan doğasının tüm çalkantılarını yansıtıyor. Karanlık derinliklerden aydınlık yüzeye çıkarken, enerjisiyle ve ses aralığının genişliğiyle adeta hipnotize ediyor dinleyeni. Colin Stetson’ın saksofon ile yaptığını, Mario Batkovic’in akordeon ile yaptığını söylemek yanlış olmaz. 
Geoff Barrow, tabii bu yeteneği dinler dinlemez sahibi olduğu Invada Records bünyesine katmış. Mart ayında yayınlanacak albümü, yılın en heyecan verici kayıtları arasında. 


KAM ATA

2016’da en beğendiğim yerli kayıt, Kam Ata’nın Müzik Hayvanı ve A.K. Müzik etiketiyle yayınlanan “Tengri Teg” adlı albümüydü. Daha ilk duyuşta çarpıp içine çeken bir müzikti dinlediğim. Özellikle güçlü yaylıların sarsıcı davul ile etkileşimi son derece ilgi çekiciydi. Bugün aylar sonra tekrar dinlediğimde etkisinden hiçbir şey kaybetmediğini, aksine her defasında aynı yoğunluğu hissettirdiğini görüyorum. Kam Ata, daha önce farklı projelerde müzik yapan Tolga Ayıklar, Yaren Eren Budak, Murat Yakupoğlu ve Müge Çığ’dan oluşuyor. Grubun bu ilk albümünde Altay kültüründe ilk ozanlar, şifacılar ve halk önderleri olan kamlardan esin almışlar. Derin bir kültürü yaratıcı bir çalışma ile ele alıp, çok özenli bir kayıt ile müziğe yansıtmışlar. 

Kayıtlar sırasında viyola, çello, davul, perküsyon, elektronikler ve synthsizer gibi tahmin edilebilecek enstrümanların yanı sıra, dombra, iki telli bir Moğol sazı olan morin huur, demir kopuz, bir tür Çin zitheri olan guzheni gibi sıradışı enstrümanları da kullanmışlar. Albümdeki geleneksel Orta Asya enstrümanlarının ritüelistik tınılarının kaynağı bu.


Tolga Ayıklar’ın Altay müziğinin bir parçası olan gırtlak vokali “hömey” tekniği ile seslendirdiği şarkılar, dinlerken adeta insanın ruhunu yüceltiyor. Miks ve masteringi Metin Kahyaoğlu’nun üstlendiği albüm, kayıt açısından da mükemmel bir iş. Takibe alıp canlı dinlemekte fayda var.


SPOIWO



2009’da Gdansk, Polonya’da kurulan SPOIWO, son yıllarda dinlediğim en başarılı enstrümantal rock grupları arasında yer alıyor. Gdansk’ta felsefe ve psikoloji eğitimi gören beş üyeli grubun, klasik rock ekipmanı gitar, bas ve davul üçlüsüne ek olarak, iki synthesizer kullanarak kurguladığı karanlık atmosfer öylesine yoğun ki, size açtığı kapıdan girdiğinizde artık çıkışınız pek olanaklı değil. Çünkü yarattıkları müziğin yorumu büyük oranda dinleyenin algısına kalıyor ve onların bıraktığı yerden bu yoruma devam dinleyici, duygusal açıdan evrilerek tek başına dolaşıyor o atmosferde. 2015’te yayınladıkları ilk albümleri “Salute Solitude”, gerçekten de dinleyicinin yalnızlığı selamladığı bir duruş gibi. Bu yalnızlığı onaylıyor dinleyici; çünkü o müziği saf bir şekilde deneyimlemenin tek yolu bu. 

Enstrümantal rock’ın yıllar içinde klişeleşen soundu, artık heyecan verici olmaktan uzaklaşıyor ama SPOIWO gibi yaptıkları müziğe sahip oldukları her şeyi katan gruplar da var. Ambient ile enstrümantal rock arasındaki farkı belirsiz gördüklerini, kendilerini sınırlamadıklarını ve soundu geliştirmek için sürekli yeni enstrüman arayışı içinde olduklarını söylüyorlar. Gelecek albümlerini şimdiden merak ediyorum. O zamana kadar sessizliği selamlamaya devam!

 


T V S N 


Son yıllarda ülkemizde deneysel müziğin hip hop evreninde birçok güzel kayıt ortaya çıkıyor. Bunlardan en yenisi, İstanbul çıkışlı prodüktör Ozan Yalçın’ın T V S N adıyla yayınladığı “Wrong Way” albümü oldu. Hip hop beat’lerini lo-fi triphop ve chillout melodileriyle özgün bir dokunuşla buluştururan albüm dokuz şarkıdan oluşuyor. Amostra, “The Necklace” adlı şarkıda eşlik ederken,  albümde tu t k u’nun da yer aldığı “Gelecek Kış” adlı ortak bir çalışma ve remiks var. 


Açılış şarkısı “Wrong Way”den başlayarak kapanışı yapan “Wrong Way Outro”ya kadar dozunda bir melankoliyi yansıtan melodiler, vokal sample’ları ile son derece doğal akan bir altapıda bir araya getirilmiş. Soundtrack olacak kadar sinemasal bir yanı var müziğin. En uzunu 2.28 dakika olan parçaların yarattığı his, çoğunlukla bir filmin içindeymişsiniz gibi bir his veriyor ve bu hisse doyamadığınız için albümün tümünü baştan dinliyorsunuz. Ozan Çakır’ın ilk albümü, takdir edilecek bir çıkış.




(Bu yazı, ilk olarak Red Bull Music'te yayınlandı. http://www.redbull.com/tr/tr/music/stories/1331846472514/zulal-kalkandelen-yeni-muzik-onerileri)

VEGAN LOGIC, FRANSIZ RADYOSU RADIO NOVA'DA!


25.3.2017

Geçen hafta güzel bir haber geldi. Paris'ten yayın yapan Radio Nova'da yayınlanan "Que Onda?" adlo programın yapımcısı Isadora Dartial'dan gelen e-posta, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nde yaptığım feminist punk konulu canlı yayını kendi programında duyurup, programın yaklaşık 25 dakikalık kısmını yayınlamış!

Aşağıdaki bağlantı üzerinden programı dinleyebilirsiniz.

http://www.novaplanet.com/radionova/73080/episode-punk-rock-feminin-a-istanbul-tango-a-salamanque

Radyonun sitesinde ayrıca Açık Radyo'dan da söz edilerek; yaptığım yayının, Erdoğan'ın artan gücüne karşı  İstiklal Caddesi'nde gerçekleşen kadın yürüyüşündeki protestoyu da yansıttığını belirtmişler. O yazının Google üzerinden Türkçe çevirisi aşağıda.


Programın yurtdışında da yankı bulmasına gerçekten çok sevindim. Bana gelen e-postayı da güzel bir anı olarak burada paylaşıyorum.



23 Mart 2017 Perşembe

VEGAN LOGIC - YERALTI ENSTRÜMANTAL HIP HOP - 22.3.2016


23.3.2016

1- Planet Regime - Levitate
2- Bor Pro - Piège De La Rue 
3- Bor Pro - Camino
4- Hattat - Sunshine
5- Hattat - Beyond
6- Said Kara - Children of War
7- Said Kara - Still Dre
8- Oldeaf - Osbourne
9- Ethnique Punch - Sırra Kadem
10- Sycho Gast - Sunrise
11- Sycho Gast - Metamorphose
12- Elbe Kim - Old Boy
13- Mani Deïz - Right Hand 
14- Gramatik - Native Son Feat. Raekwon & Leo Napier (Instrumental)
15- Mononome - Why Is It Spend The Day?
16- Le Melodist - Sas Nas 


17 Mart 2017 Cuma

BOB DYLAN, NOBEL'İ ONURLANDIRDI


17.3.2017

(Bu yazı, ilk olarak Ekim 2016'da Kültür Servisi'nde yayınlandı. http://kulturservisi.com/p/bob-dylan-nobeli-onurlandirdi)

2012‘de Austin’de düzenlenen SXSW Festivali’nin açılış konuşmasını dinlerken, rock müziğin ‘Patron’u (The Boss) Bruce Springsteen’in şu sözleri aklıma takılmıştı: “Bob Dylan, 60’ların gençliğinin sesiydi; kalbimizi anlamamızı sağladı.

Aklıma takılmıştı; çünkü düşünüp kendime şu soruyu sormama neden oldu: Springsteen, 60‘larda gençti ve o dönemin ünlü protest şarkıcısı Dylan hakkında bunu söylemesi şaşırtıcı değildi. 60‘lı yıllar, yazar Larry “Ratso” Sloman’ın dediği gibi, New York’un Queens bölgesinde yaşayan bir gençten, İngiltere’nin kırsal alanında yaşayan bir Beatle’a kadar (John Lennon olsa gerek), bütün Dylan hayranlarının sadece müziği dinlemekle kalmayıp, albümleri ders gibi çalıştığı bir dönemdi. Peki bunca yıldır, 2000‘lerde bile, Batı kültürünün dışında doğup büyüyen insanları da etkileyen neydi Dylan müziğinde? 

Kendi kendime verdiğim yanıt şuydu: Dylan’ın asıl cevheri, gerçekçi, alaycı, zaman zaman da esprili bir dille, Amerikan deyimlerini son derece incelikle kullandığı şarkı sözü yazarlığında. İçinde yaşadığı toplumu büyük bir ustalıkla resmediyor albümlerinde. Her şarkısı baştan sona ayrı bir öykü. O öyküleri dinledikçe seviyorsunuz şarkılarını...

Şair mi yoksa şarkı sözü yazarı mı?


Yaşadığı çağa ayna tutan büyük bir ozan Bob Dylan. Yıllardır şair mi yoksa şarkı sözü yazarı mı olduğunun tartışılması boşuna değil. Sonunda bu yıl Nobel Edebiyat Ödülü’nü alması benim için şaşırtıcı olmadı. Medyada bu ödülün onca romancı, öykü yazarı ya da şair varken bir şarkı sözü yazarına verilmesini eleştiren yazılar görüyorum ve eleştirilere katılmıyorum. 2012‘de yazdığım bir yazıda bu konuya değinmiş; bazı şarkı sözleri şiirdir, bazıları öykü anlatır ve onları ancak gözlem gücü yüksek, dile çok hakim özel müzisyenler yazabilir demiştim. Kuşkusuz onların en önde gelenlerindendir Bob Dylan.  

Bana göre şairlik mertebesine ulaşan birkaç şarkı sözü yazarından birisi olan Morrissey’e bir iki yıl önce şarkı sözleri ile şiir arasındaki ilişkiyi sorduğumda şu yanıtı vermişti: “Güfte yazarı olmak da olağanüstü bir şey; özellikle yaygın kullanılan ‘give-it-to-me-one-more-time’ şeklindeki ıvır zıvırın aksine, olana tanıklık etmek anlamına geliyorsa. Şiiri nerede bulursanız oradadır; eğer şarkı sözü yüreğinizi titretiyorsa, o zaman şiirden daha fazlasıyla karşı karşıyasınız demektir; çünkü onlar sadece kağıt üzerine yazılmış basit sözler değildir artık. Sözcüklerde duymanız gereken, size hitap eden devinim içindeki bir bütünün seslenişi vardır. Bence bu duygu salt şiirden daha güçlü ve büyüktür.

Elvis bedenleri, Dylan akılları özgürleştirdi


Yarım yüzyılı aşan kariyerinde, konser albümleri ve derleme albümleri hariç, 37 stüdyo albümü yayınladı Bob Dylan. Folk, country, blues, gospel, rock ’n’ roll, caz, swing gibi farklı türlerde unutulmaz şarkıları hayatımıza soktu ve başardığı en muhteşem şey, onlarca yıldır dinleyenlerin yüreğine dokunmak yani kalplerini anlamalarını sağlamak oldu. Felsefi, dini, ruhani, dünyevi meseleler üzerine çarpıcı, akıllıca ve kurnaz ifadelerle yoğrulmuş şarkılar yazdı. Sesi kusursuz değildi; hatta Leonard Cohen’ınki gibi yıllar içinde giderek çatallaştı ama etkisini hiç kaybetmedi. Çünkü Dylan, içtenliği konuşturan gerçek bir halk ozanı, bir ‘troubadour’. Kendisinden sonra gelen kuşakları derinden etkileyen bir müzisyen... İçinde yaşadığı dünyaya ilişkin gözlemlerini şarkılarına ve resimlerine yansıtan bir sanatçı...Yönetenleri rahatsız edip yönetilenlere yol gösteren bir toplumsal eleştirmen...

Bütün bu sözler, onun hakkını vermeye yetiyor mu emin değilim. En iyisi yine Bruce Springsteen’den yardım alayım: “Elvis’in bedenleri özgürleştirmesi gibi, Bob Dylan da akılları özgürleştirdi. Müziğin doğası gereği fiziksel hareketle ilgili olmasının, anti-entelektüel olması anlamına gelmediğini o gösterdi.” Bob Dylan olmanın anlamını bundan daha iyi açıklayabileceğimi sanmıyorum. 

Bob Dylan’ı üç kere canlı dinleme olanağım oldu. Hepsinde de başında ünlü şapkası ve şık takım elbisesiyle, yerinden hiç kıpırdamadan sadece müziğiyle insanların ruhunda nasıl fırtınalar yaratabildiğini gösterdi. Ne ışık oyunları ne de şatafatlı dans gösterileri sunuldu. Müziğin önce kulağa hitap eden bir sanat olduğunu sahnedeki vakur duruşuyla her defasında hatırlattı usta müzisyen. Kadınlardan, ırk ayrımından, savaştan, işçi haklarından, yoksulluktan söz ederek yaşamın iyi ve kötü yanlarını aynı anda ortaya koydu. Aşk, din, ölümsüzlük ve dünyasal meseleler, Bob Dylan’ın büyüleyici müzik evreninin temel taşları oldu.

İçtenliğin sırrı: Derinlere inmek 


Peki sadece iyi gözlem yapıp, güçlü bir anlatım yeteneğine sahip olmakla açıklanabilir mi onun muazzam şarkıları? Bir keresinde, “Müzisyen olmak, bulunduğunuz yerin derinliklerine inmek demektir. Çoğu müzisyen o derinliğe erişmek için her şeyi dener,” demişti Dylan. Hep merak ederim mesela “Ballad of a Thin Man”i yazmak için neler yaşadı diye? İçerdiği göndermeler nedeniyle bazen erotik de bulunan o şarkıyı, ben yalnızlığından dem vururken hayatla dalga geçen bir adamın manifestosu gibi görüyorum. 

Aklıma “Series of Dreams" geliyor. ”Düşünüyorum bir rüyalar silsilesi / Zamanın ve hareketin yavaşlayıp gittiği.../ Hiçbir yönden çıkış yok / Gözle görülemeyen o tek çıkış hariç...” diyor. Metaforlarla düşündürürken gerçekleri yüzümüze çarpıyor. O değil miydi “Blowin’ in the Wind”i yazdığında "Bir adamın kaç kulağı olmalı / İnsanların ağladığını duyabilmesi için / Evet, ve kaç ölüm olmalı onun bilmesi için / Ne kadar çok insanın öldüğünü?" diye soran...

Belki de böyle bir yazıda aklıma gelen şarkılarla onun şairliğini anlatma çabam nafile... Bir söz vardır, denir ki: En iyi Dylan şarkılarını tek bir CD’ye sığdırmak, dünya tarihini tek bir ders kitabına sığdırmaya çalışmak gibidir. Bu işi ne kadar iyi yaparsanız yapın, tarihin önemli bir kısmı kitabın dışında kalır.  

Öyleyse bu yazı burada noktalanır ama son sözüm şu olur: Bob Dylan’ın Nobel alması, o ödülü onurlandırır.

16 Mart 2017 Perşembe

VEGAN LOGIC - GÜNCEL DENEYSEL/ELEKTRONİK KAYITLAR - 15.3.2017


16.3.2017

1- Jori Hulkkonen - Baryonic Truth
2- Lav & Purl - Beyond Suffering
3- Carsten Jost - Love
4- Nico Niquo - In a Silent Way
5- Black Point - Forest Lore
6- Sigha - Porcelain
7- Pye Corner Audio - She Hunts At Night (Clesse Remix)
8- Unknown Me - AWA (Buenos Aires) 



(Görsel Tasarım: Rahşan Koçoğlu)



9 Mart 2017 Perşembe

VL - FEMİNİST PUNK ROCK - 8.3.2017


9.3.2017

Geçen hafta baharın ilk gününe denk gelen program ,bu hafta 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ne rastladı. Dün akşam radyoya çok yakın mesafedeki İstiklal Caddesi'nde çok görkemli bir Feminist Gece Yürüyüşü devam edermen ben bu konuya ayırdığım özel programı sunmak üzere stüdyodayyım. Bu yıl iktidarın OHAL’i gerekçe göstererek yürüyüşü engelleme girişimi, kadınların kararlı direnişi sayesinde püskürtüldü ve yürüyüş gerçekleşti. İktidar şunu anlamalı ki, Türkiye gibi her 4 saatte 1 kadının tecavüze uğradığı tecavüzcü sapık ve katillerin cezasız salıverildiği, geçen yıl 261 kadının erkekler tarafından katledildiği, kadınların en temel haklarından yani yaşam haklarından yoksun olduğu bir ülkede kadınları susturmak olanaklı değildir!


Bu ortamda Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü gönül rahatlığıyla kutlamak da mümkün değil; ancak haykırarak öfke ortaya konabilir, hak mücadelesi daha sert yürütülebilir. Bu nedenle ben de özel 8 Mart programımı bu öfkeyi yansıtacak şarkılara, feminizm ile punk’ı buluşturan seslere ayırdım. 

1- X-Ray Spex - Oh Bondage! Up Yours! 
2- Unknown Gender - Girls Have Rhythm
3- Priests - And Breeding
4- Crass - Walls (Fun in the Oven)
5- Sleater Kinney - #1 Must Have 
6- The Julie Ruin - I Decide
7- The Bags - Survive
8- Sonic Youth - Kool Thing
9- Heavens To Betsy - She’s The One
10- The Raincoats - No One’s Little Girl
11- Bikini Kill - Feels Blind
12- Secondhand Underpants - The Anthem
13- 7 Year Bitch - Dead Men Don’t Rape
14- Poison Girls - The Offending Article


2 Mart 2017 Perşembe

VEGAN LOGIC - BAHARA MERHABA 2017 - 1.3.2017


2.3.2017

1- Anthony Child - Wyatt’s Inspection
2- Ahmed Malek & Flako - Tape 23 Track 4
3- Ahmed Malek & Flako - Tape 12 Track 1
4- Da Poet - Harp in Heart
5- Ninos Indigo - Playa
6- Minor Victories - For You Always 
7- I Musici - Bach: Air on a G String (Wolfgang Voight Ambient Rework)
8- Tomaga - A Perspective with No End

9- Marconi Union - Temperature Drop
10- Barnaby Carter - Your Greatest Gift
11- Islandman - The True Word of the Wind
12- Mario Batkovic - Semper
13- Abul Mogard - The Purpose of Peace


Translate